Fehim Işık
Güney Kürdistan'da parti devlet değişmeli…
Güney Kürdistanlı 2 parti, Goran Hareketi ve Komeleya İslami hükümetten çekildi. Goran Hareketi, hükümetten çekileceğini ve ana muhalefet olarak reformların yaşama geçirilmesi için çabalayacağını daha önce açıklamıştı. Komeleya İslami kendi içinde çekilmeyi tartışsa da bu yönde bir eğilime sahip değildi. Komeleya İslami’nin çekilmesi, Süleymaniye merkezli gösterilerin başlamasından sonra oldu.
25 Eylül Bağımsızlık Referandumu sonrasında Kürdistan Bölgesi’nin toprak olarak yüzde 40’ına, petrol kaynaklarının ise neredeyse yüzde 70’ine tekabül eden alanların denetimini kaybetmesine yol açan basiretsiz politikalar, bölgede zaten tartışmalı olan yönetimi de, hükümeti de daha fazla tartışılır kıldı. İlk istifa Bölge Başkanı Mesud Barzani’den geldi ancak bu istifanın nedeni yaşanan tartışmalara, bağımsızlık referandumu sonrasında ortaya çıkan tabloya değil, Başkan’ın yasal süresinin dolmasına bağlandı. Yeni seçim yapılamadığı için de Başkan’ın yetkileri çeşitli bakanlıklar arasında dağıtıldı.
Bu sürede beklenti, sorunların çözümü için Parlamento’nun etkili bir biçimde çalışmaya başlaması, artık toplumun ihtiyaçlarını karşılayamaz duruma gelen hükümetin bir geçiş hükümeti olarak yeniden örgütlenmesi ve nihayetinde gerekli yasal adımlar atıldıktan sonra seçimlerin yapılmasıydı.
Kimse yaşanan onca olumsuzluğun sorumluluğunu üstüne almadığından olsa gerek, partiler Kerkük’ün kaybedilmesi sonrasında da sorunları çözüp ortak adımlar atmak yerine birbirini suçlamaya devam etti. Suçlamalar sadece partiler arasında değildi. Partilerin her birinin içinde bir kısmı dışa yansıyan, bir kısmı gizlenen karşılıklı suçlamalar oldu.
Bağımsızlık referandumu öncesinde Mesud Barzani’den referandumu ertelemesini isteyen ABD, bu isteği karşılanmayınca Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni değil Irak başbakanı Haydar Abadi’yi koruma altına almayı yeğledi. Daha açık deyimle, Abadi’yi Kürdistan’a tercih etti. İran’ın bölgede güçlenmesini istemeyen ABD’nin çıkarları bunu gerektiriyordu. Ancak ABD’nin bu yaklaşımı sergilemesinde, Kürdistan Bölgesi’ndeki bazı yöneticilerin payının olduğunu da unutmamak gerek. Bağımsızlık referandumu öncesinde referanduma açıktan karşı çıkmayan ancak iş son kerteye gelince direnmek yerine geri çekilip Güney Kürdistan’ın yüzde 40’ını Abadi’ye altın tepsi içinde sunan bir anlayış değil de başkanı, parlamentosu, hükümeti ve partileriyle yekpare tutum gösteren bir anlayış egemen olsaydı ne ABD, ne de bir başkası Kürtleri elinin tersiyle itmeye cesaret edemezdi. Ne yazık ki partiler, kurumlar, etkin şahsiyetler yekpare tutum göstermek yerine öznel ya da grupsal çıkarlarını öne çıkaran adımlar atınca, ortaya yaşanan hezimet çıktı. Bırakın partileri ya da kurumları, tek tek yöneticiler, kadrolar, bireyler bile toplumsal çıkar yerine kendi çıkarlarını öne çıkarmayı yeğlediler.
Bugünlerde Güney Kürdistan’da yaşanan çalkantılı durumu, özetlemeye çalıştığım bu tablodan bağımsız düşünemeyiz. Halkın sorunlarını çözmek yerine kendi çıkarlarına odaklanan bir yönetimin, halktan fedakârlık beklemesi mümkün değil. Böyle bir yönetim anlayışına da kimse daha fazla fedakârlık göstermez.
‘Daha fazla fedakârlık’ kavramını açmakta yarar var.
Güney Kürdistan’da yönetim 1991’de devralındı. 1992’de seçimler yapıldı, parlamento çalışmaya başladı, hükümet kuruldu. O günden bu yana da iyi kötü tüm seçimler zamanında yapıldı.
1991 – 2003 arası Kürdistan halkı büyük fedakârlıklar gösterdi. İşsizlik had safhadaydı. Yol, su, elektrik, alt yapı, sağlık ve ğitim hizmetleri neredeyse yok denecek noktadaydı. İnsanlar savaşta yıkılan evlerini inşa ediyor, köprüler, yollar yapılıyor, yeni bir yaşam inşa ediliyordu. 2003’te Saddam yönetimi tamamen devrilip Kürtler Irak’ın genel yönetimine dahil olup gelirden pay almaya başlayınca tablo giderek değişmeye başladı. Irak dinarının değeri yükseldi. Süleymaniye, Duhok, Hewlêr gibi kentlerde AVM’ler çığ gibi yükselmeye, lüks konut inşaatları görülmeye, toplum lüks tüketim ürünleri ile tanışmaya başladı. Bu tablo, toplumdaki gelir dengesizliğini de ortaya çıkardı. Çalışanların geniş bir kesimi, özellikle de kamu kurumlarındakiler kıt kanaat maaşlarıyla ayın sonunu getiremezken türedi zenginler üremeye başladı. Türedi zenginlerin bir kısmının yönetimlerde yer alan partilerin kadroları olması da tesadüfî değildi elbet. Bu, yolsuzluk ve rüşvet çarkının görünür olmasını da beraberinde getirdi.
Gelir dağılımındaki adaletsizlik ile yolsuzluk ve rüşvet çarkına tepkiler gecikmedi. Yaralı kent Halepçe halkının 2006 yılının Mart ayındaki ayaklanması akıllardadır. Hükümet Halepçe’de kimyasal gazlardan etkilenmiş onca hastaya rağmen daha bir tek hastane inşa etmezken milyon dolarlık anıt yapmaya kalkınca halk tepki gösterip ayaklandı. Nihayetinde Mesud Barzani’nin bizzat kendisi bölgeye gidip ayaklanan halkın haklı olduğunu açıkladı, rüşvet ve yolsuzlukla ilgili komisyonlar kurulacağını ve bu suça bulaşanların en ağır biçimde cezalandırılacağını söyledi. Halk, bu söze güvendi.
Bunlar bir yana; Goran Hareketi’nin 2009 yılında kurulur kurulmaz yapılan seçimlerin ilkinde 3., sonraki seçimlerde ise 2. parti olması da bu nedenledir. Yolsuzluk ve rüşvetten bıkan seçmenlerin geniş bir kesimi tepkisini YNK ve KDP yerine Goran Hareketi’ne oy vererek gösterdi.
Turgut Özal’ın ANAP’ını anımsatan Goran Hareketi’nin yanı sıra ideolojik eğilimli İslami partilerin parlamentoda yer alması yolsuzluk ve rüşvet çarkının eskisi gibi işlemesine engel oldu. Deyim yerindeyse YNK ve KDP’nin fifti fifti yönetiminde keseyi dolduranlar, eskisi kadar rahat hareket edemiyorlardı.
2015’ten sonra tablo bir kez daha değişti. Goran Hareketi’nin KDP’ye ve Mesud Barzani’nin başkanlığına yönelik itirazlarını gerekçe eden KDP yönetimi, Parlamento Başkanı Yusuf Muhammed’i kendisine bağlı asayiş güçleri marifetiyle Hewlêr’e sokmadı. Goran Hareketi’nin hükümetteki üyeleri de parlamentoya alınmadı. Erbil ve Duhok başta olmak üzere birçok il ve ilçede devlet kurumlarındaki tüm Goran Hareketi üyeleri tasfiye edildi. Goran Hareketi’nden olan bakanların, bürokratların, yöneticilerin yerine KDP ve YNK’den kadrolar ile adına bağımsız denen ancak KDP ve YNK’nin her dediğini yapan yöneticiler atandı. 2015’ten sonra görevde olan hükümet, adı resmen 5 partili koalisyon olsa bile fiilen KDP ve YNK’nin ortaklığında sürdü.
Bu dönemin bir özelliği de bütçe gelirlerinin giderek azalması ve çalışanların maaşlarının ödenmemeye başlanmasıydı. Çalışanlara 3-5 ayda bir o da maaşlarının sadece bir kısmı veriliyordu. Halk tepkiliydi ancak Irak’ta yaşanan savaş nedeniyle bu tepkiler büyümeden çözülüyordu. Çok daha somut demek gerekirse, yaşanan onca haksızlığa rağmen halk fedakârlık göstermeye devam ediyordu.
Son gösteriler nereye varır, şimdiden bir şey demek mümkün değil. Ancak göstericilere uygulanan şiddet devam eder ve demokratik gösteriler şiddet ile bastırılmaya kalkarsa bugünkünden daha fazla büyüyeceğine ve Kürdistan Bölgesi’nin parçalı yapısı nedeniyle daha da içinden çıkılmaz bir hal alacağına emin olabilirsiniz.
Kürdistan Yönetimi’nin işi kolay değil. Ancak içinden çıkılamaz halde değiller. İçinden çıkmak için öncelikle parti devletine dönüşen yönetim anlayışını değiştirmek zorundalar. En önemlisi de devrim bugün olmuş gibi düşünerek, tarihsel bir uzlaşıyla bir geçiş hükümeti değil tam tamına bir devrim hükümeti kurmalılar. En affetmemeleri gereken şey de yolsuzluk, rüşvet ve ihanet olmalı. Yoksa aç kurt gibi kapıda bekleyen İran ve Türkiye’ye yem olmamaları için hiçbir neden yok…