Ragıp Duran
Haç ya da anten
Artık yepyeni bir medya manzarasıyla karşı karşıyayız. Eskiden olduğu gibi sabah evde uyandığımızda kapının altında bulamıyoruz gazetemizi. Keza, işe giderken bayiye uğrayıp parasını da verip satın almıyoruz gazetemizi. Radyo ve televizyon izleme alışkanlıklarımız da değişti. Öyle sabah 07.30, öğlen 13.00 ya da akşam 19.00 ana haber bülteni, eski deyimle ajans haberleri de kalmadı. 24 saat boyunca haber bombardımanı altındayız. Küçücük cep telefonlarının ekranlarından dünyada, Türkiye’de hatta kentimizde ne olup bittiğini öğrenebiliyoruz.
Ne var ki teknoloji harikası olarak adlandırılan bu yeni gelişmeler beraberinde bir dizi sorun getiriyor. Bir kere, her gün artan sayıda bilgi, haber, fotograf ve videoya muhatap oluyoruz. Bu kadar çok bilginin içinde hangisi doğru hangisi yanlış, hangisi bizim ihtiyaçlarımıza cevap veriyor hangisi fuzuli... pat diye saptamak o kadar kolay değil. Haberlerin ya da haberimsi metinlerin arasına sıkıştırılan reklamlar da işin cabası. Üstelik her şey artık çok hızlı. Hiçbir şeyi sindiremiyoruz yavaş yavaş. Peş peşe geliyor büyük bir süratle yazılar ve resimler, saldırıyor haberler, görüntüler. Oturup düşünecek, tahlil yapacak, tartışacak vakit bırakmıyorlar bize.
GAFA (Google, Amazon, Facebook, Apple) olarak bilinen dev teknoloji holdingleri de artık habercilik/gazetecilik dünyasının gerçek patronları haline geldi. Evet BBC, New York Times ya da Le Monde hâlâ haber üretiyor ama yazılan haberin yurttaşa ulaşabilmesi için GAFA’nın aracılığı tayin edici hale geldi. Bu GAFA da haliyle, esas olarak kendi çıkarlarını, yerleşik düzenin çıkarlarını kollayan haberleri ön plana çıkarıyor.
Bugün düşünce, ifade ve basın özgürlüğü açısıdan önemli bir engel de Yapay Zekâ. Algoritmalar aracılığıyla bırakın yurttaşa sunulacak haberlerin hiyerarşisini, seçim sonuçlarını bile etkilemek artık mümkün.
Medya, bugün sanal alemdeki etkinliği, gücü, egemenliği sayesinde neredeyse kutsal hatta ilahi bir güç olarak tanıtıyor kendini. "Medya sizde ise siz her şeye hakimsiniz demektir" görüşü yaygınlaştırılmaya çalışılıyor. Trump ve Erdoğan’ın medyaya bu kadar çok önem vermesinin altında yatan yaklaşım işte bu... Oysa ki, tabii ki, doğru değil bu saptama.
Hegel’in (1770-1831) sözü olarak bilinir: "Sabah gazete okumak, modern insanın laik duasıdır". O zaman, laik olarak da nitelense bu dua artık 24 saat sürüyor.
Geçende nerede okudum bilmiyorum, not almamışım, bir manzara betimlemiş Batılı bir yazar: Penceremden dışarı baktığımda çatıları görüyorum. Bazılarında haç var, bir çoğunda da TV antenleri.
Global istatistiklere göre, Türkiye, ABD’den sonra en uzun süre TV seyredilen ülke. Görsel bir medya olarak, iletişimbilimin kurucu babası olan McLuhan tarafından tembellerin medyası olarak nitelenen televizyon, hem özel bir hazırlık, kültürel altyapı gerektirmeyen bir medya, hem bedava hem de yaydığı görüşler bir kulaktan girip hızlıca diğer kulaktan çıkıyor. Ayrıca TV müthiş bir sabitleyici. Ekranın karşısında gözümüz kulağımız esir alınmış durumda. Öyle kalkıp gezmek filan yok. Hele bir de canlı yayınsa o saatlerde koltuğa yapışıp kalıyorsun. Gazeteyi ise istediğin zaman okursun, saat zorlaması yok. Radyo desen, kulağın hariç diğer organların serbest, ister bulaşık yıka, istersen kitap oku. Kitap beynin sol yarımküresi yani bilgiyi emen ve değerlendiren bölüm tarafından algılanırken, TV, duygularımızı yöneten sağ yarımküre tarafından ele alınıp işleniyor. Sadece bu gerçek bile, bilgi ve kültür düzeyi yüksek olmayan kişilerin televizyon, eğitim düzeyi yüksek olanların ise kitapla daha çok haşır neşir olduklarını gösteriyor. Tabii bu arada iki şeyi de az çok anlamış oluyoruz: Memlekette neden bu kadar az kitap okunuyor ve aHaber kimlere nasıl hitap ediyor?
2000 yılında Küba’ya gitmiştim. Devlet tekelindeki iki TV kanalı günde sadece 5 saat yayın yapıyordu: 2 saat sabah, üç saatte akşam. Şimdi nasıldır bilmiyorum. Ama insanların sokaklarda müzik yapıp, dans edip eğlenmeleri herhalde biraz da TV yayını olmamasından kaynaklansa gerek. Çünkü TV sanal yani hayalidir, hayat ise somut ve hakiki.
Bazı insanların tutku hatta hastalık derecesinde TV dizilerini izlediğini biliyoruz. Bir eve misafirliğe davetliler. Kalkmışlar gitmişler. Ev sahibi misafirleri kapıda aceleyle karşılamış, sonra da koltukları gösterip: ‘‘Buyrun oturun ve rica edeceğim sussun, bizim dizi başlıyor birazdan!". Ne kadar sempatik bir ağırlama değil mi?
Eskiden örnek olarak Pravda ve İzvestia gazetelerini örnek verirdim. Koca Sovyetler Birliği'nde rejimin görüşlerini resmi TV ve resmi radyo istasyonları ile birlikte sürekli olarak yaygınlaştırırdı. Bu resmi medya imparatorluğu SSCB’nin çöküşünü önleyemedi. Şimdi Türkiye de iyi bir örnek verdi: Medyanın yüzde 95’ini doğrudan ya da dolaylı olarak denetleyen/yönlendiren Saray iktidarı, yüzde 50’nin altına düştü.
Yandaş medyanın içinden de Saray’a şimdilik hafif eleştiri ve serzeniş içeren dolaylı yayınlar başladı. Hoş!
Sabah laik dua, damlardaki haç, kutsal medya, dini programlar filan falan.
Dünya nüfusundaki ateist oranını biliyor mu herkes?