Ayşe Yıldırım

Ayşe Yıldırım

Hadi biraz 'şeamet tellallığı' yapalım

Erdoğan çok kızgın. Ona göre bazı gazeteciler ve siyasetçiler de kurtulması gereken bir virüs. Ama öyle açgözlüler ki, insan 'şeamet tellallığı' yapmadan edemiyor…

Cumhurbaşkanı Erdoğan, önceki gün İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile yaşadığı krizin ardından yaptığı açıklamada çok kızgındı.

Hedefinde yine kimi medya kuruluşları ve köşe yazarları vardı. "Kendi ülkelerine adeta savaş açmışlardır" diyordu, "yalan ve yanlış bilgilerle sürekli kin kusmak virüsten daha tehlikeli bir hastalığın işaretidir" diyordu. Hızını alamıyor "her darbenin, her vesayetin arkasında siz vardınız, her kaosun, her kargaşanın arkasında siz vardınız, her saldırının tetikçisi sizdiniz" diye devam ediyordu. Ve ‘müjdeyi’ veriyordu:

"Yıllardır yaptığınız işin adı gazetecilik değil şeamet tellallığıdır. (her olayı kötü ve sıkıntı yaratacak biçimde yorumlayıp dile getirmek) Ama artık bu devir sona erdi. Ülkemiz sadece koronavirüsten değil aynı zamanda bu medya ve siyaset virüslerinden de inşallah kurtulacaktır."

Elbette planları var. Nitekim cezaevlerindeki yerleri hazırladı bile. Düşündükleri, konuştukları, yazdıkları için içeride tuttuğu ama katili, hırsızı, çeteciyi dışarıya saldığı İnfaz Yasası ile yaklaşık 90 bin kişilik bir alan açtı bile. 

Ama ilerisi için bir planı daha varmış. Onu da dün açıkladı:

"Ceza kanunumuzdaki suç ve yaptırım dengesini tümüyle yeniden ele alacak kapsamlı bir çalışmaya şimdiden başladık. Önümüzdeki yasama döneminde Meclis’teki ilk işlerimizden biri bu olacaktır."

Hazırda beklettiği sosyal medyayı yok etme düzenlemesini de unutmayalım tabii.

Yazılmasın, konuşulmasın, düşünülmesin istiyorlar. Sanıyorlar ki yazılmaz, konuşulmazsa kimse ne yaptıklarını bilmeyecek, duymayacak, görmeyecek ve düşünmeyecek.

Onun için, katilleri bırakırken gazetecileri hedef gösteriyorlar. Elbette onlar için katliam sanıklarından daha tehlikeli gazeteciler.

Son örneklerinden birini dün yaşadık.

Cumhuriyet’ten Hazal Ocak, Cumhurbaşkanlığı İletişim Daire Başkanı Fahrettin Altun’un kaçak yapılaşmasının belediye ekiplerince yıkıldığını yazdı. Habere göre Fahrettin Altun, Üsküdar Kuzguncuk’taki evinin yanında bulunan Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne ait araziyi kiralamış. Daha sonra araziye duvar ördürmüş, jiletli teller çektirmiş, çardak ve şömine yaptırmış. Mahalle sakinleri duruma tepki gösterip İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne durumu bildirmiş. Belediye de söz konusu kaçak yapıları yıkmış.

Cumhurbaşkanlığı İletişim Daire Başkanı’ndan söz ediyoruz. Boğaziçi Öngörünüm Bölgesi’nde izinsiz çivi bile çakılamayacağını çok iyi bilmesi gereken birisinden yani.

Üstelik kendisi muhabirin olaya ilişkin sorularına yanıt verme gereği bile duymamış. Ama onun yerine kalemşörlerden biri atmış kendini ortaya. Sabah’ın yazarı Ersoy Dede, sosyal medya hesabından savunmuş Altun’u.

Önce söz konusu haberi "saçma sapan" diye nitelemiş ve kendince "işin aslını anlatmış!"

"Sn. Altun, Kuzguncuk’ta, mahalle arasında 45 metrekare üzerine oturan mütevazı bir müstakil evde ikamet ediyor.

Evin arkasında da güvenlik zaafiyeti doğuran bir boş arazi var. Altun, taşındığında burayı hayrına ıslah ettiriyor. Oradaki tinerci/balici tayfasının ayağı kesilince mahalleli duacı oluyor hatta.

Sonra vakıflar bu arazi için kiralama ihalesi açınca, herkese açık bu ihaleyi alıyor. Ve İBB ekipleri yandaş gazeteleriyle gelip yalandan bir pergoleyi söküp, ‘yıkım yaptık’ diye ayağa kaldırıyorlar ortalığı. Yıkım değil, söküm. Çünkü yapı falan yok ortada. İşin esası budur..."

Üzüldünüz değil mi? Koskoca Cumhurbaşkanlığı İletişim Daire Başkanı "45 metrekare üzerine oturan mütevazı bir müstakil evde" yaşıyormuş. Tabii Dede, evin oturduğu zemini söylüyor da kaç katlı, toplamda kaç metrekare olduğuna değinmiyor.

Yine Dede’nin açıklamalarından anlıyoruz ki Altun, eskiden orada oturmuyormuş. Ama oraya taşınınca evin arkasındaki güvenlik zafiyeti doğuran boş arsayı fark etmiş ve "hayrına" ıslah etmiş.

Demek koskoca iletişim daire başkanı evi alırken güvenliğe dikkat etmemiş. Tesadüfe bakın ki Vakıflar sonra bu arazi için kiralama ihalesi açmış ve Altun da o ihaleyle araziyi kiralamış diyecektim ki, meğer bu da doğru değilmiş. İBB’nin yıkımı yaptığı gün yani olayın ortaya çıktığı gün (13 Nisan) alelacele söz konusu arazi Altun’a kiralanmış…

Fahrettin Altun konuşmamış ama eşi TÜRGEV Başkanı Fatmanur Altun evlerinin "mütevazı"lığını vurgulayan bir açıklama yapmış:

"Kuzguncuk’ta Fıstıkağacı tarafında 45 metrekare üzerine 3 katlı mütevazi bir evimiz var. Evimizin arka tarafında bir vakfa ait küçük ve dimdik bir toprak parçası var. Burayı güvenlik ve temizlik gerekçesi ile ıslah ettik, temizledik. Güzel, temiz bir görüntü ortaya çıkınca bir oturma alanı oluşturduk. Minik bir pergole ile taş mangal tarzı bir şey koydurduk bir köşeye. İBB zabıta ekipleri orada yapılan ıslah, temizlik ve düzenleme çalışmalarını izlemişler, dün evimizin olduğu alana gelip pergoleyi ve mangalı kaldırmışlar." 
Her şey bu kadar masumane yani…

Ortada bir hukuksuzluk, kanunsuzluk yok! 

Ama bu haberi yapan gazeteciye "terör" var.

Niye?

Fahrettin Altun’un oturduğu yeri göstererek "terör örgütlerine hedef göstermişler."

Evlerine dört maaş giren, sonra bu ortaya çıkınca konuyla ilgili paylaşım yapan sosyal medya hesaplarına erişim engeli getiren Altun ailesi o zaman söz konusu paylaşımların "kişilik haklarına" ve "Cumhurbaşkanlığı kurumunun kimliğine" zarar verdiğini ileri sürmüştü. 

Fatmanur hanım o zaman ne demişti anımsadınız mı:

"Devlet adamlarının toplumsal tabakalaşmadaki yerlerini, yediklerini, içtiklerini, giydiklerini çoğu zaman yalan yanlış haberlerle sorgulatmaya çalışanlar halkı düşünenler değildir."

Hanımefendi, bu sorgulamaları yapanları "halk düşmanı" olarak görüyor yani. 

Cumhurbaşkanı da işini yapan gazetecileri "şeamet tellallığı" yapmakla suçluyor ve "virüs" olarak gördüğü için de yok etmekle tehdit ediyor.

Ama olmuyor işte, bitiremiyorlar bir türlü…
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ayşe Yıldırım Arşivi