Hatırla! 100 yıl önce Devrim oldu…

Sovyet Devrimi 100 yaşında. Hala konuşuluyor, hala tartışılıyor. Ne göklere çıkarıp ajitasyon-propaganda yapacak halimiz var, ne de bir kalemde silip geçebiliriz Bolşevik Devrimini.

1789, 1871 ve 1923 de ilginç tarihlerdir bu açıdan. Önce Filistin gerilla kampında garip bir muhabbet…


    2017’de, yani 1917 Rus Devriminin 100. yıldönümü Rusya Federasyonu dahil,bütün dünyada siyasi gösteriler, akademik seminerler, kültürel etkinliklerle kutlanıyor. Çünkü Lenin ve Troçki’nin önderliğindeki bu devrim, 20. yüzyılın hatta bütün tarihin en önemli siyasal/toplumsal/ideolojik/kültürel dönüşümlerinden biri. 1917, benzerleriyle kıyaslandığında, mesela dünyadaki etkisi, yaygınlığı, sürekliliği ve kalıcılığı itibarıyla bakıldığında, en az 1789 ve 1871 kadar değerli ve önemli. Çünkü bu üç büyük devrim de, döneminin egemen sistemini kitle mücadelesi ile eleştirip kınamakla yetinmedi,  onu yıktı ve yerine ‘’mümkün başka’’ bir yöntem/yönetim önerdi ve uyguladı.

    70’li yılların sonunda Güney Lübnan’da, bir Filistin gerilla kampında, gece sabaha kadar, ay ışığı altında, iktisat doktorasını Paris’te yapmış bir gerilla komutanı ile 1789 Devrimini tartıştığımızı hatırlıyorum. Arkadaş Marksist idi ama 1789’a şiddetle karşı çıkıyordu. Gerekçeleri arasında, ‘’Orası başka ülke’’, ‘’Onlar Hıristiyan’’, ‘’Aklı bu kadar ön plana çıkarırsan maneviyat zayıflar’’, ‘’1789’dan sonra Fransız sömürgecileri gelip buraları da talan etti’’ gibi cümleler vardı. Açıkçası, kendime yakın hissettiğim bir çevreden ilk kez 1789 karşıtı bir söylem duyuyordum. Biraz şaşırdım.  İtiraz ettim, 1789’u savundum. Hala da savunurum. Komutan o zaman beni neredeyse ‘’Fransız ajanı’’ olmakla suçlayınca haklı olduğumu anladım. Bu tür sıfatların dostlar arasında kullanılmaması gerektiğini hatırlatıp tartışmayı sonlandırmıştık. Zaten de güneş doğmak üzereydi…

    Pek kalmadı ya, Türkiye’de aklı başında ve efendi bir İslamcı ile 1923’ü tartışmaya kalksanız, büyük bir ihtimalle benim Filistin gerilla kampında başıma gelen sizin de başınıza gelebilir. Onlar da benzeri ya da farklı gerekçelerle 1923’e karşı çıkar, çıkıyor da zaten. Bu arada, herhalde herkes ya da büyük bir çoğunluk hemfikirdir: 1923 öyle dört dörtlük, esaslı ve mükemmelle yakın bir devrim filan değildir tabi ki. Bütün eksikliklerine, hatalarına rağmen, Osmanlı’nın dini ve gerici kurumlarını, çok radikal yöntemlerle (İşte büyük tartışma burada!) devre dışı bırakıp, Cumhuriyet’in kurulması da dudak bükülecek, es ya da pas geçilecek bir gelişme değil.

    Bugün, 1789’a ya da 1917’ye ve 1923’e karşı çıkanların, ortak bir noktası var galiba. Bu muhalifler (?) aslında köklü değişime (Devrim’e) karşılar ve hepsi olmasa da büyük bir kısmı eski düzeni savunuyor. Kimisi çıkarları itibarıyla eski düzeni savunuyor kimisi de ideolojik olarak… Şimdi kendinizi 1789’da şatosu, arazileri, uşakları, kulları olan bir Dük’ün yerine koyun. Devrim olunca bütün mal varlığı, Dük’lüğü müklüğü berhava olacak. O Dük, tabi ki 1789’a karşı çıkar. Ya da Çarlık Rusya’sında üst düzey bir yöneticinin yerine koyun kendinizi. E haliyleBolşeviklere karşı çıkacaksınız tabi ki… Osmanlı’nın son döneminde, Saray mensubu birinin ya da üst düzey bir bürokratın Mustafa Kemal’in peşinden gidecek haliyoktu herhalde. Cumhuriyet’e karşı çıktı onlar.  Çünkü her üç vakada da, bugün isteyen inkâr etsin, mesele esasen sınıf meselesidir ve hiçbir sınıf bilerek, isteyerek, yumuşak bir şekilde iktidarını başka bir sınıfa teslim etmek istemez, etmez de zaten!

    Neyse dağıtmayalım konuyu…


    Geçen ay Selanik’de düzenlenen 14. Uluslararası Kitap Fuarının ana teması Sovyet Devriminin 100. yılı idi. Sokaklarda Lenin ve Stalin posterleri dolaşıyor bu aralar.

    Sovyet Devriminin değerini daha iyi anlamak için, bugün Putin Rusya’sının 1917 konusundaki tutum ve uygulamalarına bakmak ilginç sonuçlar veriyor. Bu konuda ayrıntılı, somut bilgilere dayalı, ikna edici gerekçelerle bezenmiş bir makale okudum.

    Putin’in işi zor. Çünkü 1917’yi topyekün inkâr edip belleklerden silemiyor. Sadece Rusya’da değil bütün dünyada bilhassa emekçiler, köylüler, aydınlar, solcular nezdinde 1917’nin parlak bir imajı var. Değerli bir miras, önemli bir referans. Ama bir yandan da 1917, Putin açısından tehlikeli bir tarih. Kendisi Yeni Çar olduğu için, bu 1917’nin gerici iktidarları devirip yerine başka yönetimler kurmak istidadı Putin’i huzursuz ediyor.  O da çareyi, bütün gerici iktidarlarda olduğu gibi, milliyetçilikte bulmuş. 4 Kasım ya da 7 Kasım gibi Sovyet Devriminin kilit tarihlerini yine resmi ya da yarı-resmi bir şekilde kutluyor ama tarihi tahrif edip, Devrim’in içeriğini boşaltmaya çalışıyor. Mesela Kış Saray’ının ele geçirilme günü, artık ‘’Milli Birlik’’ günü olarak kutlanıyor. Petrograd Ayaklanması, 7 Kasım ise ‘’Birlik ve Uzlaşma Günü’’ olmuş. Kim kimle birlik olup uzlaşıyorsa artık?  Gerici iktidarlar, sınıf ve/veya sınıf mücadelesi sözlerini demode bulur amahala çok da korkarlar bu sözcüklerden. Haksız da değiller bu korkularında. Çünkü sınıf ya da sınıf mücadelesi onları iktidardan alaşağı edebilir. Bu nedenle sınıf kavramını zayıflatmak hatta silmek için ‘’Milli Birlik ve Beraberlik’’ kavramı hep ön plana çıkarılır. Tasada ve kaderde birlik… Milli Birlik ve Beraberliğe bunca ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde… Tüm bu sıfatları, sözcükleri, basmakalıp sloganları biz en çok Sıkıyönetim Bildirilerinde okuduk, radyodan, televizyondan duyduk değil mi?

    Yazıyı buraya kadar okuyanlar hemen kalkıp da ‘’Al işte sana bir 1917 nostaljiği…’’, ‘’Dogmatik bir sosyalist’’ filan demesin. Tüm yurttaşların konut ve iş sahibi olması, parasız eğitim ve sağlık hizmetlerinden yararlanabilmesi, kamu çıkarının üstünlüğü,  sosyalizmin inkâr edilemez kazançlarındandı. Resmi ideolojide milliyetçilik yerine enternasyonalizm de tayin edici. Yeter ki bu enternasyonalizm, başka toprakları fetih amacıyla tahrif edilmesin. Sosyalizmin, kültür ve sanat alanında başardıkları da, tüm eksiklik ve hatalarına rağmen, kapitalizminkinden çok daha ileride.  Tüm bu olumlu yanları hatırlatmak, nostaljiya da dogmatizm değil.  Öte yandan, ‘’bağımsız, eleştirel, yapıcı’’  perspektife sahip olanlar, 1789 ve sonrasında (Geçenlerde Arras’da doğduğu evi ziyaret ettiğimiz)  Robespierre’in kelle avcılığını, 1917 ve sonrasında özellikle Stalin’in kıyımlarını görmezden gelemez. Sosyalizmin, kapitalizm karşısında, genel olarak kolektif, özel olarak da bireysel özgürlük meselesinde sınıfta kaldığını herhalde hesaba katıyoruz. Sosyalizm uygulamaları başka bir çok konuda da kapitalizmin gerisinde kaldı. Her sistem, her ideoloji, her siyasi düzen bir öncekinden her alanda, kamu açısından daha ileri, daha iyi olmadığı müddetçe,bir süre sonra çıkmaza giriyor hatta yeniliyor. Ama her şeye rağmen, 1789, Kilisenin ve aristokrasinin, 1917 Çarlığın, 1923 de gerici Osmanlı egemenliğinin sonunu getirdiği için, esas olarak olumlu, insanlığı ilerleten dönüşümler. 

    Yüz yıl sonra bile 1917 devrimini hala konuşup tartışıyorsak, bundan iyi kanıt mı olur?

    Önceki ve Sonraki Yazılar
    Ragıp Duran Arşivi