“Hayata Dönüş Katliamı” ve medya rezaleti

Binlerce askerin cezaevlerini basması, insanları yakması, parçalaması, vurması bu ülkenin yargısı tarafından “doğal” karşılanıyor.

Önceki gün, kanlı bir vahşetin yıldönümüydü… Bu yıldönümü, medyanın hesabı verilmemiş devlet tetikçiliğinin sefil bir örneğini de yeniden hatırlattı.

“Hayata Dönüş Operasyonu”ndan söz ediyorum…

Anımsatayım:

“Hayata Dönüş Operasyonu, Türkiye’de cezaevlerindeki bazı tutuklu ve hükümlülerin F tipi hücre sistemine ve tecrit uygulamasına direnmek için 20 Ekim’de başlattıkları açlık grevi ve ölüm orucu eylemlerine karşı, 19 Aralık 2000 tarihinde, 20 cezaevine birden yapılan, 2’si asker 30’u tutuklu 32 kişinin öldüğü, yüzlerce kişinin yaralandığı, yaklaşık 10.000 güvenlik görevlisi tarafından gerçekleştirilen operasyona verilen resmi addır.”

***

Basın Tarihi açısından utanç verici olan bu olayla ilgili olarak dönemin gazetelerini ve yorumlarını taradım. İlgili yayınları okudum. Hatta bu faciayı da içeren bir yüksek lisans tezini inceledim.

Vahşi bir katliama kamuoyunu hazırlayan, yalanlarla dolu bir psikolojik harp operasyonu ile karşılaştım.

Bir yıla kalmadan maske düştü. Ama hiçbir utanç izine rastlanmadı.

Psikolojik harp operasyonunun yalanları çoktan kayda geçmişti.

***

Deşifre olan yalanları Vikipedi’den okumaya devam edelim:

“Bu operasyon sırasında Ümraniye Kapalı Cezaevi’nde Uzman Çavuş Nurettin Kurt ile Çanakkale Kapalı Cezaevi’nde Mustafa Mutlu adlı iki asker de yaşamlarını yitirmişti. İlk olarak, Nurettin Kurt’un, teslim ol çağrılarına ateşle karşılık veren mahkûmlarca vurulduğu açıklanmıştı. Ancak Kurt’a yapılan otopside ölüme yol açan yaralanmaya ‘yüksek kinetik enerjili bir silahın’ sebep olduğu belirlendi. Ümraniye Cezaevi’nden çıkarıldığı iddia edilen beş adet tabancanın içinde ‘yüksek kinetik enerjili silah’ olarak kabul edilen uzun namlulu silahlar yoktu. Ayrıca silahın mahkûmlarda olmayan uzun namlulu bir silah olduğu belirlendi ve Kurt'un ölümüne yol açan silahın mahkûmlardan elde edildiği öne sürülen silahlar olmadığı belirtildi. Raporda, ölüme yol açan silahın sadece AK-47 ya da G-3 piyade tüfeği olabileceği belirtildi ve Kurt'un askerlerin silahıyla öldüğü kesinleşti.”

***

Yalan sadece yaşamını kaybeden iki askerle ilgili değildi. Yakılarak öldürülen mahkumlarla ilgili yalanlar da ortalığa saçıldı.

Okurken insanın yüreği sıkışıyor:

“Resmi makamların operasyonla ilgili dile getirdikleri açıklamaların ve basında çıkan birçok haberin de yalan ve sahte olduğu ortaya çıkmıştı.

Dönemin Adalet Bakanı Türk, ‘ayrıca askerin öldürdüğü tutukluların askerle çatışmaya girdiğini’ ve bazı ölümlerin tutuklular arasındaki çatışmadan çıktığını iddia etmişti.

Adli Tıp uzmanlarının raporları, Bayrampaşa Cezaevi'ne yapılan operasyon hakkında ‘Kalaşnikofla ateş ettiler’ diyen Bakan Türk'ün demeçlerinin asılsız olduğunu ortaya koymuştu.

Rapor'a göre, koğuşlardan ateş edilmemiş, öldürücü dozun üzerinde gaz bombası kullanılmıştı.

Bayrampaşa Kapalı Cezaevi'ndeki C-1 koğuşundaki kadın tutukluların, güvenlik görevlilerinin kullandığı gaz ve sinir bombalarının çıkardığı yangında öldükleri belirlendi.

Adli tıp uzmanlarının raporunda, yanarak ölen kadınların giysi parçaları ve ciltlerinde yanıcı olan solvent maddelerinin bulunduğunun tespit edildiği vurgulandı.”

***

“Yine Adli tıp raporuna göre silahlı bir direniş olmamıştı. Kömüre dönmüş koğuşlarda yapılan aramalarda silaha da rastlanmamıştı.

Bilirkişi raporunda ayrıca mahkûmların bulunduğu taraftan güvenlik görevlilerinin bulunduğu yöne doğru ateş açılmadığı, atışların dışarıdan içeriye doğru yapıldığı kaydedildi

Raporda, 12 kişinin hayatını kaybettiği C-1 koğuşundaki 6 kadın tutukludan 5'inin yanarak, 1'inin ise gazdan zehirlenerek öldüğü yazıldı.

C-1 koğuşunda hayatını kaybeden Yazgülü Güler Öztürk, Seyhan Doğan, Özlem Ercan, Şefinur Tezgel ve Gülser Tuzcu'nun cesetlerine yapılan otopsilerde elbise parçaları ile saç, doku ve cilt örneklerinde, tinerde bulunan organit solventlerden toluen, xylene ve metanol saptandığı kaydedildi.

Nilüfer Alcan adlı tutuklunun ise gaz zehirlenmesi sonucu öldüğü tespit edildi.”

***

“Raporda, operasyonda kullanılan bombaların etkin maddesinin 20 gramının 38 dakikada insanı öldürdüğü vurgulanarak, ‘C-1 koğuşunda 35 gram bomba maddesi bulundu’ denildi.

Yine aynı koğuşta patlayan onlarca gaz bombasının yanında patlamamış 45 adet bomba bulunmuştu.

C-14 ve C-15 koğuşlarına da ateş açıldığı ve içeri, üzerinde ‘Kapalı yerlerde kullanmayın’ ve ‘Bombayı insan ve yanan madde olmayan sahaya fırlat’ yazılarının bulunduğu çok sayıda göz yaşartıcı bomba ile gaz bombasının atıldığı kaydedildi.

Tutukluların silahla birbirlerini öldürdüğü iddiası da tutukluların uzun mesafeden açılan ateş sonrası öldüğünü belirleyen adli tıp raporuyla çürütülüyordu.

Rapor ayrıca, kimi delillerin karartıldığını ve jandarma tutanağındaki verilerindeki bazı çelişkileri de ortaya çıkartmıştı.”

***

22 yıl önceki bu katliama geri dönüp bakınca, raporları inceleyince medyadaki algı operasyonun ürkütücülüğünü de çok açık görüyorsunuz…

Manşetleriyle, haberleriyle, yorumlarıyla toplumu, cezaevindeki insanların öldürülmesine hazırlıyorlar.

Sonra bütün cinayetleri meşru gösteriyorlar, katliamın sorumlularının uydurduğu bütün yalanları ağız birliğiyle yayıyorlar, öldürenleri değil öldürülenleri suçlu gösteriyorlar…

Bir vahşetin tetikçiliğini bile bile ve kan dondurucu bir soğukkanlılıkla yapıyorlar.

Tabii ki bu ülkenin bütün medyası rezillerden oluşmuş değil, az sayıda da olsa dürüst insanlar bütün bunlara karşı çıkıyorlar.

***

Vahşet sonrasındaki yargı süreci de bir felaket…

Onca insan diri diri yakılarak öldürülüyor ama ceza alan olmuyor. Öldürülenler suçlu ilan ediliyor.

Ne yaparsa yapsın hiç kimsenin böyle bilinçli bir şekilde öldürülemeyeceği, suçların ancak mahkeme kararlarıyla cezalandırılacağı tümüyle unutuluyor… Hukuk bütünüyle bir kenara itiliyor.

Binlerce askerin cezaevlerini basması, insanları yakması, parçalaması, vurması bu ülkenin yargısı tarafından “doğal” karşılanıyor.

Hukuk, devlet görevlileri tarafından işlenen suçları yargılayamazmış gibi davranılıyor… “Devlet görevlisiysen her türlü suçu işleyebilirsin” inancı bir kez daha vurgulanıyor.

***

Türkiye’deki düzeni sağlıklı bir şekilde yeniden inşa etmek istiyorsanız muhakkak basın tarihine bakın.

Çürümenin tüm boyutları orada var… Nelerin düzeltilmesi gerektiği de açıkça orada görülüyor.


Mehmet Altan: İlk imzası 15 yaşında yayınlandı.20 yıl Sabah,6 yılda Star gazetelerinde baş yazarlık ve yazarlık, televizyon programcılığı ve yorumculuk yaptı. 30 yıl boyunca İstanbul Üniversitesi'nde hocalık yaptı.1993 yılından beri profesör. Yayınlanmış 40 civarında kitabı var.15 Temmuz sonrası Anayasa'nın 19.,26. ve 28. maddeleri yok sayılarak tutuklandı.21 ay cezaevinde kaldı. AYM,AİHM ve Yargıtay kararları ile hak ihlaline uğradığı saptandı. 29 Ekim 2016 tarihinden beri KHK'lı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Altan Arşivi