Ragıp Zarakolu
Hey gidi Maltepe!
12 Mart sonrası kurulan ilk sol yayınevi Yöntem olmuştu. 1972 yılındaki serbestlik döneminde tercüme ettiğim "Korovessis’in "Sorgu" adlı kitabının, hapiste olduğum sırada ilk kitap yayınlanması ve önerim üzerine Çiğdem Özgüden’in Henri Alleg’in Cezayir savaşındaki işkence tanıklığı olan "L’Question" kitabının eklenmesi beni çok mutlu etmişti. Nasıl bir ön görüşlülük: gencecik bir yayıncı, Muzaffer Erdost, 1959 yılında A. Bilgi’ye tercüme ettirip yayınlamıştı, Henri Alleg’in tanıklığını. Hem de Alleg hala Fransız paraşütçülerinin zindanında iken. 12 Eylül darbe hükümeti onu değil, kardeşi İlhan’ı katlederek tam bir tragedya yaşatacaktı yıllar sonra.
NATO üyesi T.C. ve ordusu, Cezayir savaşında Fransa’yı desteklemişti değil mi?
Ve 21 yıl sonra, Muzaffer Erdost, NATO’cu Evren Cuntasına kurban vermişti kardeşini.
1992 yılında Henri Alleg’i Belge Yayınları onur konuğu olarak davet edecekti İstanbul Kitap Fuarı'na.
Yunan cuntası Osmanlı falakasını kullanıyordu siyasal tutuklulara, sadece ufak g harfi eklemesiyle, falanga. Yazarı Korovessis tiyatrocuydu. Ecevit’in Yunan cuntasını çökertmesinden sonra serbest kalacaktı. Ama aynı Ecevit, Necmettin Hoca ile başlattığı Kıbrıs macerası ile, askeriyenin itibarını iade edecek ve 12 Eylül cuntasının önünü açacaktı. Kıbrıslı Rumlar ve Yunanlılar Ecevit’e teşekkür borçlu! Kıbrıs Türkleri ise, kendilerini işgal altında hissediyor bugün! Anadolu Rumlarının 1919 sonrası Yunan ordusunu öyle hissetmeleri gibi.
"Kurtarıcı"dan kurtulmak, dünyanın en zor işi! Rabbim bizleri kurtarıcılardan Halas etsin. Amin!
"Anarkaos" adlı itabını yayınladığım "Kızıl Avukat", şair Sinan Oza ile Korovessis’in yolu Atina’da kesişecekti 80 darbesinden sonra. Belge’nin iki yazarının dost olduğunu öğrenmek beni çok sevindirecekti.
Bu kez falanga’dan Yunanistan’a sığınan Türkiyeli devrimcilerdi. Ve daha önce cunta ile tanışmış olan Yunanlılar, evlerini, gönüllerini açmıştı onlara. Ne demişler. Damdan düşeni bul!
1972 yılında bir yandan sevgili Cahit Orhan Tütengil, Nuri Karacan ve Halil Sahillioğlu ile doktora kurunu tamamlarken, bir yandan da Uluslararası Af Örgütünün, Yunanistan Raporunu tercüme ediyordum. Ancak 1972 Aralığında yeniden tutuklanınca bu tercüme bitmeyecekti. Ancak Ayşe Nur, bunu "Paşaoğlu" kuzeni Ahmet’e tamamlatacaktı.
1971 yılında kendi falakaya yatırılışımı, Yunanistan darbe cuntası üzerinden anlatarak, içimden atmıştım.
Ayşe Nur, Maliye Enstitüsü Kütüphanecisi iken, Ahmet’in İktisat’tan mezun olmasına yardımcı olacaktı. Çavuşesku döneminde Bükreş’te ateşe iken, annesi ile opera müdavimi olmuşlardı.
Ahmet ile, 1975 yılında Kütahya Hava Tugayında kısa devre askerlik yapacaktık. Portekiz devrimi yeni olmuştu. Tüfengimize çiçek takmıştık bir uzun yürüyüşte bu nedenle. İktisat’ta Halil Beyin asistanı olan Nurkalp Devrim de bizimle beraberdi. Hepimiz hava kuvvetleri ihtiyat zabiti çıktık. 68 kuşağı kök söktürmüştü zabitlere 1975 kısa devresinde.
Geçenlerde Cengiz Çandar anlattı. Onlar da Çanakkale’de çılgın bir askerlik yapmışlar.
Bizim yüzümüzden ikinci kısa devre askerlik yapanlara kök söktürdüler ve ihtiyat zabiti olma hakkını da geri aldılar.
İşte benim "AI Yunanistan Raporu" tercümemi tamamlayan Ahmet’in babası 27 Mayıs darbesi olduğunda Maltepe’deki İstanbul 2. Zırhlı Tugayının komutanı idi.
Ve 27 Mayıs sabahı tugaya gittiğinde, tugay bomboştu, çünkü tugayı darbe yapmaya gitmişti. Bütün DP dönemi paşaları gibi kısa yoldan emekli oldu o da.
Mahir Çayan, sahil yolunda bir evde saklanmışlardı ilkin. Yine Maltepe’de başka bir evde 2. Zırhlı Tugay Komutanı olan Celal Bulutlar’ın bizzat yönettiği, Hüseyin Cevahir’in can vereceği bir operasyon ile yakalanmıştı.
Maltepe’nin tanık olduğu en büyük operasyon: 1 Haziran 1971. Mahir ve Hüseyin’nin ev.
2. Zırhlı Tugay önce Süvari Tümeni idi.
Beni Maltepe’de hapiste ziyaret eden annem Safiye Hanımı, Maltepe’ye ilk kendisini büyüten ninesi getirmişti. Çünkü oğlu İstanbul 2. Süvari Tümeninde subaydı. Maltepe’de istasyona inen sokağın üzerinde kaldığı ahşap evi, annem bana gösterecekti, tahliye olduktan sonra gezinirken. Dayısının her sabah nasıl atına binip süvari alayına gittiğini anlatacaktı.
Annemin dayısının oğlu Erdoğan Değer, ressam olacak, TBMM binasının cam vitray işlerini yapacaktı. Onun oğlu Samim Değer ise sinema yönetmeni olacaktı.
Erdoğan Değer, Ali Muhittin Hacıbekir’in yeğeni Necla ile yaşam boyu süren bir sevgiyi paylaşacaktı. Ali Muhittin Bey onlara Kazancı Yokuşu’nda bir ev vermişti. Doğan ve İnci Özgüden’in evleri de aynı yokuştaydı. Babam, Ali Muhittin Beyi ziyarete giderken beni yanına alırdı. Vakıf Hanın yanındaki küçük ofisine merdivenle tırmanırdık. Sirkeci’de İstasyonun karşısındaki Hacı Bekir Lokantasına da ilk babam götürmüştü beni.
Tarihin cilvesi, büyük dayının ahşap evinin sokağını kesen sokaktaki yazlık eve, 27 Mayıs darbesinden sonra ma’aile sığınmıştık. Çünkü babam, Tarsus’a tayin edilmişti. Bir çeşit sürgün… Tutuklanmadığına şükretsin! Çünkü Eminönü kaymakamı idi. Rivayete göre Geyran Alevi köyündeki talebeleri kefil olmuş ona. Kalp sorunu nedeniyle raporlu idi, Tarsus’un sıcağına ancak Eylül ayında kavuşacaktı.
Ablamın eşi Rıza Bey, darbeden bir hafta önce ağır bir kalp krizi geçirmişti. Türkiye’de tedavisi mümkün olmadığı için alelacele Almanya’ya yollanmıştı. Bu sayede Yassıada’ya yollanmaktan kurtulmuş ve sağ kalmıştı.
İki aile Maltepe’deki yazlıkta "sığınmacı" olmuştuk. Biz 5 kardeştik, ablamın iki kızı vardı. Nereden bilsinler 11 yıl sonra beni, yine Maltepe’de 2. Zırhlı Tugay’da ziyaret edeceklerini.
Rıza Beyin annesi Afyonlu Nazik Hanım da bizimleydi. Mevlevi geleneğindendi ailesi. Gözleri görmediği için ona kitap okurdum 1961 yılında Ankara’da onların yanında orta 2’ye gittiğimde. 30’lu yılların yazar ve şairlerine son derece vakıftı Nazik Hanım. O dönemin kitapları vardı evde. Ona Nezihe Araz’ın "Anadolu Evliyaları" kitabını okuduğumu hatırlıyorum.
Derisi soyularak katledilen Nesimi’nin hikayesi 13 yaşındaki beni çok etkilemişti. Cehennemi o kadar küçült ki, yalnız ben sığayım içine söylemi özellikle. Tam bir philanthropist, kendini gerçekten insanlığa, ötekileştirilenlere adayan bir tavır.
Nedense aklıma Osman Kavala’ya uygulanan zulüm düştü aklıma şimdi. Şeriat’a aykırı söylemi deyip, Nesimi’nin derisini yüzdüren Mısır Çerkez Kölemen Sultanı El-Müeyyed, bugün sadece bu yaptırdığı ile hatırlanıyor. Halifeliği babadan oğula geçirten I. Yezid gibi.
1959 yılı yazı 12 yaşında ilkokulu bitirdiğimde babam, artık zamanı geldi deyip beni Nuruosmaniye Camiinde eski yazı ve Kur’an okuma kursuna yollamıştı. Her gün Osmanbey’den tek başıma tramvaya binip, Nuruosmaniye’ye gidiyordum. Nerden bilebilirdim, bütün çalışma hayatım Nuruosmaniye /Cağaloğlu /Sirkeci yöresinde geçecek.
O zaman Kur’an kursları yoktu. Hasan Akkuş hocanın şakirdi özel ders veriyordu bana. Özel bir yazı kalemim de vardı, mürekkebe batırdığım.
O sıralar ezbere birkaç Mehmet Akif şiiri okurdum. "Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ! "
Babam da iftiharla okuturdu dostlarına. Hatta, ilk kez Taksim meydanında kitleye hitap etme fırsatı geçti elime. 23 Nisan anmasında kürsüden Mehmet Akif okuyacaktım, yapılan programa göre. "Vakit doldu!" deyip önümü kesmezler mi?
İşte sanırım tasavvuf düşüncesine sıçrama yapmam, daha 13 yaşında Nazik Hanım sayesinde oldu. Bu sayede önce felsefenin, daha sonra Marksist düşüncenin kapıları da açıldı bana.
Mende sığar iki cahan, men bu cahâna sığmazam,
Gevher-i lâmekan menem, kövn ü mekâna sığmazam.
Erşle ferş ü kâf u nun mende bulundu cümle çün,
Kes sözünü vü ebsem ol, şerh ü beyâne sığmazam…
Gerçi bu gün Nesîmiyem, Hâşimîyem, Qureyşiyem,
Bundan uludur âyetim, âyet ü şâne sığmazam.
* Yazı görseli: Katledilen güzelliklerden biri: Maltepe Süreyya Plajı