ayşe düzkan
hiçbir şey olmasa bile kesin bir şeyler oluyor
abdülhamit gül, 1977 doğumlu. imam hatip lisesi’nden sonra hukuk fakültesi’ni bitirmiş, serbest avukatlık yapmış, 2012’deki akp kongresi’nden beri myk üyesi, 19 temmuz 2017’den beri de adalet bakanı.
abdülhamit gül, geçtiğimiz günlerde, bakanlığına bağlı ceza işleri genel müdürlüğü tarafından düzenlenen "ceza hukukunda alternatif çözüm yolları sempozyumu"nun açılışında bir konuşma yaptı. sempozyumun konusu zaten ilginç; ceza hukukunda alternatif çözüm yolları. ilginç çünkü türkiye’de zaten konvansiyonel hukuka alternatif çözümler geçerli, özellikle ceza hukuku konusunda. mahkemelerin olağan hiyerarşisi işlemiyor, cinayet, darp gibi suçlar kimin tarafından kime karşı işlendiğine bağlı olarak ele alınıyor, insanlar öldürülen yakınları için sosyal medyada adalet arıyor; hele de öldüren hatırlı biri ve/veya öldürülen bir kadınsa! bunun yanında, aklından sarı-kırmızı-yeşil renklerini geçiren, bunları birbirine yakıştıran bile terör suçlamasıyla tutuklanıyor ve yıllarca cezaevinde kalabiliyor. uzun ve haksız tutuklamalardan şikâyetçi olan çok! allah’ın işine bakın ki, adalet bakanı abdülhamit gül de aynı fikirde, tutuklamanın istisna olması gerektiğini vurguluyor.
bitmedi; video konferans yöntemiyle akp’nin kars ve karaman il kongrelerine katılan cumhurbaşkanı tayyip erdoğan da ekonomi, hukuk ve demokraside bir seferberlik başlatacaklarını vurgulamış.
bu açıklamalar üzerine, sanırım chp zihniyeti yüzünden içeride olan kavala ve selahattin demirtaş’ın salıverilmeleri ihtimali, basının farklı mecralarında konuşulmaya başlandı. bu iki ismin hapisten çıkması üzerine ferahlayacak insanlar var mı? benzer suçlarla binlerce kişi içerideyken en çok onların adını gördüğümüze göre var, akşamları twitter’da süren etiket kampanyaları bir ölçü sayılırsa, onlara ahmet altan eklendiğinde tatmin olacakların sayısı daha da yüksek. böyle bir şey gerçekleşirse, mesela ismail demirbaş’ı hatırlayan olur mu acaba diye düşünmeden edemiyorum. ve nedense habire yönetemediği iddia edilen ama tüm süreçleri gayet güzel yöneten hükümetin, muhalif siyaset yapma imkânlarında en ufak bir düzelme sağlamadan birçok muhalifi tatmin edecek hamleler yapma ihtimalini uzak görmüyorum.
bu hamlelerin "yabancıların talebi" ya da "batının baskısıyla gerçekleşmiş" gibi gösterilmesi, tutuklulukları ortadan kalksa bile söz konusu isimlerin kriminalize edilmesini sürdürür; bu ülkede, batının kolladığı insan olarak siyaset yapmanın zorluğunu düşünün!
ama diyelim ki böyle bir "adalet" girişimi oldu; hukukun tanıdığı haklarını yıllardır alamayan maden işçileri ne olacak, haklarını aradıklarında jandarmayla karşı karşıya kalmaları ihtimali sürerken, demokrasi ve hukukun üstünlüğünden söz edilebilir mi? bu vesileyle bir parantez açarak tekrar edelim; birçok muhalifi iddia ettiğinin aksine, yerli/yabancı sermaye, maden işçilerinin, cargill işçilerinin, bimeks işçilerinin, göztepe hastanesi inşaatında çalışan işçilerin haklarını almakta zorlukla karşılaştığı bir "demokrasi"yi tercih eder. liranın değerinin düşük olduğu bir türkiye’yi zaten tercih eder. yabancı yatırımcıların bir ülkeden uzak durması, ifade özgürlüğünün sınırlarıyla ilgili değil; bunu iddia etmek halka yalan söylemek demek. ekonomik krizden ne anlaşıldığı epeyce muğlak ama halkın alım gücünün düşmesi, işsizliğin artması gibi göstergeleri dikkate alıyorsak, bunların da birinci sebebi savaş ekonomisi ve savaş siyasetine yönelik tercihler değil. askeri harcamalara ve güvenlik adı altında baskı politikalarına bütçeden ayrılan para tabii ki halkın sırtındaki yükü ağırlaştırıyor ama özellikle düşük ücretlerin patronları kollayan politikalarla daha büyük bir bağı var; ne kadar çok grevin yasaklandığını takip ediyoruz değil mi?
bu parantezi kapatıp soralım; başka ne oluyor? berat albayrak’ın kabul edilmek üzere istifa etmesi, istifasının ardından gelen sessizliği, ekonomi alanındaki kadro değişiklikleri akp içinde bir hesaplaşmanın alameti, tabii ki. izlemesi çok çekici ve ama bir o kadar da kafa karıştırıcı bir süreç bu. diğer yandan, hep abanın altında duran bir sopa, bir koz olan halk bankası davasıyla ilgili biden yönetiminin, donald trump’ın gösterdiği kolaylıkları göstermeme ihtimali de mühim bence.
ama olup bitenler içinde daha önemli olan, bence muhalefeti dizayn etmeye yönelik hamleler ki yukarıda anlatmaya çalıştığım "batının adamı" konsepti de pekâlâ bunun bir parçası. hulusi akar’ın, çözüm sürecine dair, yaygın olarak takip edilen medyanın yalan yanlış aktardığı olayları tepetaklak aktaran açıklaması da.
chp’de operasyonel anlamda işlevli isim muharrem ince. umarım takipçileri, onun yandaş medyada bu kadar çok ve bu kadar rahat yer alabilmesinin anlamını çözebiliyordur. mustafa sarıgül hakkında zaten söylenecek bir şey yok, en azından bu mecranın okurları onu tanımıştır. chp bütün zaaflarına rağmen bu türden müdahalelere karşı şerbetli gibi duruyor, zaten kılıçdaroğlu varken fazla bir müdahaleye de gerek var mı, emin değilim.
iyiparti’deyse ince’nin işlevini ümit özdağ üstlenecek gibi görünüyor.
hdp’nin, yöneticilerden twit atarak destekleyenlere kadar, esir ve serbest tüm kadrolarıyla, nasıl büyük bir sorumluluk altında olduğunu söylemeye bile gerek yok.
iktidar ortakları, ömürlerini uzatmak için yeni bir sayfa açıyor, yeni bir dönemin eşiğindeyiz gibi görünüyor; "demokrasi" söylemini iktidarın sahiplendiği, belki seçim yasasında değişikliklerle parlamenter muhalefetin elinin kolunun bağlandığı, argümanlarının içerden çürütülmeye çalışıldığı yani politik olarak etkisizleştirildiği bir dönem.
yaşayıp göreceğiz.