Nazım Alpman
Huzurlu yalanlar cenneti
Ülkede yalancılık en görkemli yıllarına ulaşmıştı. O kadar ki, doğruyu söylemek "suç" haline gelmişti. Rejimin inşasında büyük emekleri olan gazeteler, televizyonlar, internet siteleri yönetim tarafından tespit edilen suçluları iftiharla teşhir ediyorlardı:
-Doğru söyleyen bir sahtekâr yakalandı!
Yalan söylemenin ayıp olduğu eski yılları kapsayacak şekilde yasal düzenlemelere gidiliyordu:
"Yalan söylemek ayıp değildir. İlaveten günah da değildir."
Bu konuda insanların kafasını karıştıranlara karşı yalancılığın ne kadar işlevsel olduğunu anlatan yönetmeliklerin de çıkarılacağı ilan ediliyordu.
Yalancılık en tepeden başlayıp toplumun en küçük birimlerine kadar yaygınlaştırılması için devlet içinde yeni birimler oluşturma çalışmaları da başlamıştı.
Mahalle kursları açılmıştı. Okuldan kaçıp öğretmenlerine "camiye gidiyoruz" diyerek oyun parkına gitme dersleri muhtarlıkta veriliyordu. Muhtarlıklar çok itibarlı mevkiler haline gelmişti. Muhtarlar en üst düzeyde "entelektüeller" olarak kabul ediliyordu. Eskiden beri çok başarılı yalancılar olarak kabul edilen mahalle muhtarlarının "Bakan bana dedi ki" türünden masum yalanları artık tedavülden kalkmıştı. Vatandaşlar yutmuyorlardı:
-Muhtar, bana bakan gibi yalan söyleme adam gibi yalan söyle ki inanayım!
Yalancılık yükselen değer olmuştu. Eski Brezilya dizisi "Yalan Rüzgârı" ülkede yalan çıtasının çok altında kaldığından diziye İyi Ahlak Derneği ödül verme kararı almıştı.
Medya bu gelişmenin en hızlı uyum sağlayan kesimi olarak ikici sırada yer alıyordu. Birincilik tartışmasız biçimde siyasetçilerin tekelindeydi. Muhalefet -sadece- iktidardan geride kalmamak adına bu alanı kullanma girişimlerinde bulunuyordu. Ama bunu da beceremiyorlardı. Haliyle yönetimden azar işitiyorlardı:
-Bir yalan projeniz bile yok! Hangi yüzle milletin karşısına geçip de bize oy verin diyeceksiniz?
Televizyonlarda yeni kuşaklar oluşmuştu:
-Ana Yalan Bülteni!
Mevkiler de ona göre şekillenmişti.
Genel Yalan Yönetmeni, Yalan İşleri Müdürü, Ekonomi Yalanları Şefi, Dış Yalanlar Şefi, Spor Yalanları Şefi, Ana Yalan Spikeri vb. gibi uzayıp gidiyordu.
Toplum bu ortama alışmış görünüyordu. Mesela toplu taşıma aracında son derece şık bir adamın kısa ceketinin altında yer alan ve büyük poposuna dayanamayan dar pantolon dikişleri sökülmüş kirli donu görünüyordu. Genç bir kadın adamın yanına giderek onu uyarmıştı:
-Beyefendi pantolonunuzun arkası sökülmüş.
-Senin başka işin yok da tanımadığın erkeklerin orasıyla burasıyla mı ilgileniyorsun?
-Yok yani… ben… size… yardımcı olmak için…
Otobüste bulunanlar hep birlikte genç kadına yüklendiler:
-Doğru söylemeye utanmıyor musun?
Şoför otobüsü durdurup "Atın şu ahlaksız doğrucu kadını aşağı" diye talimat verdikten sonra vazifesini yapmış insanların huzuru içinde yoluna devam etti. Ancak şoför bu ortak başarının kaptanı olmanın gururuyla sık sık arkaya dönüyor, yolcuların takdir dolu destek mesajlarını topluyordu.
Geri dönmeler sırasında aracın kontrolünü kaybederek ana yoldan ayrılıp toprak yola saptığını fark etmedi. Yol giderek daralıyor, zemin bozuluyor, sisli-puslu havanın içinde adeta yuvarlanarak son sürat ilerliyordu.
Yolcular içlerindeki korkuyu yenip de "Ne yapıyorsun kaptan, bizi öldürmeye yemin mi ettin?" diye soramıyorlardı. Kendi aralarında şoförün duyacağı şekilde sohbet ediyorlar:
-Ne güzel yerlerden geçiyoruz.
-Hakikatten ha! Acaba nereye götürüyor bizi?
Hava giderek kararıyordu. Sisler arasından bir yerleşim tabelasını en öndeki yolcu fark edip yüksek sesle okudu:
-Huzurlu Yalanlar Cenneti!