Koray Düzgören
İktidar Suriye’de sıkışınca Kürtlerle savaşı körüklüyor
AKP-Devlet Koalisyonu Suriye’de neredeyse yolun sonuna geldi.
İdlip kuşatması Türkiye için 7 yıldır sürdürülen Kürt düşmanlığı üzerine kurulu yanlış politikanın iflası anlamına geliyor.
Bu sonucun kuşkusuz Türkiye açısından çok ağır bedelleri olacak.
Tabii bu savaş sadece Suriye’yle ilgili değil.
Türkiye’de de Barış Masası’nın devrilmesinden sonra Kürtlere, Kürt siyasi hareketine, sivil toplum örgütleri ile bu harekete destek veren, her kurum ve kişiye karşı bir başka savaş var.
PKK’ye karşı savaşın ötesinde bu saldırılar, güvenlik güçleriyle, Saray’ın savcı ve yargıçlarıyla, belediyelere atanan kayyımlarla ve topyekun iktidarın bütün olanaklarıyla yürütülüyor.
Ve İktidar, Suriye’de sıkıştıkça, çıkmaza girdikçe, çaresiz kaldıkça, Suriye’de Kürtlerin kazanımlarını boşa çıkartmaya yönelik girişimleri boşa çıktıkça içerdeki savaşı daha da yoğunlaştırıyor.
İdlib kuşatması sırasında bunun somut örneklerini gördük. Görüyoruz.
Gözaltılar, tutuklamalar, polis baskısı, Cumartesi Anneleri’nin toplantılarını yasaklamak ve annelere, kayıp yakınlarına şiddet uygulamak zaten normal olaylardı. Hız kesmeden devam ediyordu.
Ama son haftalarda iktidar koalisyonu, Suriye’de iyice çıkmaza girdikçe bu uygulamaların, polis şiddetinin, yargı eliyle uygulanan hukuksuzluğun dozunu daha da arttırdı.
Gazeteciler, muhalif politikacılar, sivil toplum örgütü üyeleri ve insan hakları aktivistleri neredeyse toplu halde gözaltına alınıyor ve inanılmaz gerekçelerle tutuklanıp inanılmaz iddianamelerle yargılanıyorlar.
Mahkemelerden inanılmaz kararlar çıkıyor.
DEMİRTAŞ VE ÖNDER’E VERİLEN CEZALAR
Bunun son günlerdeki en vahim örneklerinde biri, HDP eski Eş Başkanı Selahattin Demirtaş ile eski milletvekili Sırrı Süreyya Önder’e verilen cezalar.
2013'teki Newroz mitinginde yaptıkları konuşmalarda, "terör örgütü propagandası" yapmakla suçlandıkları davada Selahattin Demirtaş’a 4 yıl 8 ay, Sırrı Süreyya Önder’e ise 3 yıl 6 ay hapis cezası verildi.
Geçtiğimiz cuma günü açıklanan mahkumiyet kararı oy birliğiyle alındı. Mahkeme ayrıca sanıkların duruşmalarda gözlemlenen olumsuz tutum ve davranışlarından dolayı cezalarında indirim uygulamadı.
Yargılamalar evlere şenlik. Usulsüzlüğün, hukuksuzluğun ve kasıtlı davranış her türlüsü yapılıyor.
Bunların ayrıntısına girmeden şunu söylemek yeterli olacak sanıyorum:
Gerek Demirtaş’ın gerekse Önder’in konuşmalarının orijinali ile polisin çözdüğü ve iddianameye giren kayıtların bir alakası yok.
Yani söylemedikleri şeyler nedeniyle mahkum edildiler. Mahkeme asla konuşmaların orjinallerini dinlemeye yanaşmadı.
Demirtaş yaptığı konuşmanın savcılık tarafından çarptırılarak iddianameye konulduğunu söyledi. Önder de yaptığı konuşmanın kayıtlarının yanlış olduğunu ifade etti.
Önceki duruşmalarda bu amaçla yapılan taleplere rağmen mahkeme heyeti RTÜK’ten orijinal yayın kayıtlarını talep etmedi. Bunun üzerine Önder kendi olanakları ile bu kayıtları temin etti ve son duruşma sırasında bilgisayarından yargıçlara dinletti.
Kayıtta, iddianamede "PKK" olarak geçen kısımların "HDK", "kabristan" olarak geçen kısmın da "gülistan" olduğu duyuldu.
"Gülsek mi, ağlasak mı?" denilecek bir durum!
Tabii bu dava diğer birçok dava gibi Türkiye hukuk tarihine geçecek. Belki ilerde hukuk fakültelerinde hukuk katliamları bahsinde örnek olay olarak okutulacaktır.
"BU DAVA ÇÖZÜM SÜRECİNİN İNTİKAMIDIR"
Bu davanın hukuk katliamı kısmı bir yana, başka bir boyutu daha var. Demirtaş’ın da duruşmada belirttiği gibi, bu dava çözüm sürecinin intikamı olarak açılmış bir dava görünümündeydi.
Dava konusu olan konuşma Kürt sorununun çözümü konusunda tarihin en önemli adımlarının atıldığı günlerde yapılmıştı. Demirtaş, davaya konu sözlerinin o dönem çözüm sürecinin bitmesini isteyen MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin "İmralı'yı yıkar, Kandil'i yakarız" sözlerine karşı söylediğini belirtti. Demirtaş, savcılığın bütün konuşmayı çarpıtarak "Kandil çok güçlüdür" algısı yarattığını kaydederek, şöyle konuştu:
"Savaşı isteyen Bahçeli idi. Barışı savunan bir parti başkanını örgüt propagandası yapmakla suçluyorsunuz. Biz arkadaşlarımızla bu ülkeye barış gelsin diye uğraştık. Benim Bahçeli'ye söylediğim laf 5 yıl sonra niye savcıyı rahatsız etti? Mesele çözüm sürecinden intikam almaktı. Bugün iktidarın ortağı olan Bahçeli'nin intikamı alınıyor."
Demirtaş, iddianamede konuşmasına Paris'te katledilen Sakine Cansız, Leyla Şaylemez ve Fidan Doğan'ı anarak başlamasının da çarpıtıldığını söyledi. Türkiye'de çözüm süreçlerinin katliamlarla provoke edildiğini belirten Demirtaş, Paris katliamının provokasyon olduğu ile ilgili AKP'li siyasetçilerin demeçlerini okudu.
Demirtaş, tüm Newroz konuşmalarına 1990'larda Newroz kutlamalarında katledilen ve gözaltına kaybedilen partililerin anılarak başlandığını ifade ederek, "Bunlar Newroz şehitleridir. Bunlarla onur duyuyorum. Bir kere değil milyon kere anarım. Andığım için terör propagandası yaptım diyorsanız bin yıl ceza da verseniz sözlerimden geri adım atmam" dedi.
İddianamedeki suçlamalar, duruşmalarda yapılan konuşmalar ve açıklamalara baktığımızda bu davanın çözüm sürecinden rahatsız olan devlet içindeki karanlık güçleri ve aynı doğrultudaki Bahçeli’yi memnun etmek için açıldığı anlaşılıyor.
Tabii Demirtaş hakkında sadece bu dava açılmış değil.
Şimdilik Selahattin Demirtaş hakkında 43 yıldan 142 yıla, Figen Yüksekdağ hakkında da 30 yıldan 83 yıla kadar hapis cezası isteniyor. Bunlar her an artabilir.
İKTİDARIN SAVAŞ POLİTİKASINI SÜRDÜRME KARARI
Duruşmanın ardından HDP tarafından yapılan açıklamada, mahkeme kararıyla ilgili olarak, "Bu, iktidarın savaş politikasını sürdürme kararıdır. İdlib'de çeteleri destekleyenlerin kendi halkına savaşı reva görmesine teslim olmayacağız. Demirtaş ve Önder’in barış tutumu, tutumumuzdur" denildi.
Gerçekten de bu karar, AKP-Devlet Koalisyonunun Kürt sorununun baskı, şiddet ve savaşla sindirilmesi harekatının bir parçası olarak değerlendirilmeli.
Suriye’de Kürtlere karşı yürütülen savaşla, ülke içine Kürt siyasi hareketine, Kürtlerin politikacılarına, seçilmiş belediye başkanlarına, yerel yöneticilerine ve genel olarak bu harekete oy veren milyonlarca insana karşı açılan savaşın amacı aynı.
Kürt meselesini ve ülkenin çözüm bekleyen diğer meselelerini baskı, şiddet ve güdümlü yargı yoluyla baskılamak. Bunu ancak tek adam diktatörlüğü eli ile uygulanacak İslami faşizmle gerçekleştirebileceklerini zannediyorlar.
Bu planın Suriye kısmı yürümedi.
Türkiye’ye ilişkin olan kısmının da sürdürülmesi mümkün değil.
O nedenle bu baskılar, uyduruk, düzmece yargılamalar, afaki suçlamalar ve uygulanan zulüm de sökmeyecek.