Doğan Özgüden
İlk görev zindanları boşaltmaktır!
Bu haftaki yazımı, iki konudaki en son gelişmeleri beklediğim için, bir gün gecikmeyle yazıyorum. İlki, altı muhalif parti liderinin, TBMM'nin üçüncü büyük partisi HDP'yi de dışlayarak, Çankaya Belediyesi’ne ait Ahlatlıbel Tesisleri’nde düzenledikleri "akşam yemeği" buluşmasından çıkacak sonuçla ilgiliydi.
İkincisi de, bizim kuşağın saflarında ya da yanında yer aldığı tarihsel Türkiye İşçi Partisi'nin kuruluşunun 61. yıldönümünde, aynı isimle yeni kurulmuş olan ve HDP ile birlikte üçüncü bir ittifak oluşturma sürecinde bulunan yeni Türkiye İşçi Partisi'nin İstanbul’da Haliç Kongre Merkezi'ndeki halk buluşmasında açıklayacağı yol haritasıyla ilgiliydi.
Altı partinin yemekli liderler zirvesinden alışageldiğimiz laf ebeliğinden başka bir şey çıkmadı. Aylardır sosyo-ekonomik çöküntünün ve giderek daha da yoğunlaşan devlet terörünün pençesindeki kitleleri "Güçlendirilmiş parlamenter Sistem" vaadleriyle avutan Kılıçdaroğlu ve yol arkadaşlarının 5,5 saat süren toplantısı sonunda, görüş birliğine varılan konuların kamuoyuna ancak iki hafta sonra, 28 Şubat'ta sunulacağı açıklandı.
Niçin iki hafta sonra, niçin 28 Şubat?
Belli ki CHP'nin helalleşme stratejisine uygun olarak masadaki Milli Görüş'çü Saadet Partisi lideri Temel Karamollaoğlu'nu memnun etmek için seçilmiş bu tarih.
28 Şubat ile Mart başı arasındaki fark bir hafta değil sadece bir gün iken, Kılıçdaroğlu'nun gazetecilere bu konuda verdiği yanıt tam bir sefalet... "Hayır, özellikle 28 Şubat olsun diye bir düşüncemiz olmadı. Çalışmamızı mümkün olduğu kadar zaman yitirmeden yürütmek istiyoruz. Bir sonraki toplantı için hazırlıklar yapılması gerekiyor. O açıdan mümkün olan en uygun zamanı belirledik. Yoksa bir hafta sonraya, Mart başına da bırakabilirdik" diyor.
Toplantı sonrası yapılan ortak açıklamada Millet İttifakı adı da kullanılmıyor. Kılıçdaroğlu "Biz Güçlendirilmiş parlamenter Sistem çalışmasını yürüten altı parti olarak bir araya geldik" diyor, ama TBMM'nin 3. büyük partisi HDP'nin toplantıya neden çağrılmadığı sorusuna yine göz boyamacı bir yanıt veriyor:
"HDP’yi yok saymıyoruz. Hiçbir partiyi de yok sayamayız. Öyle yaparsak bu demokrasiye inanmadığımızı gösterir. Bu çalışma, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem'e geçiş çalışmasını yürüten altı parti arasında yapıldı... HDP’yle de görüşüyoruz. İhtiyaç olduğunda yine görüşeceğiz."
HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, Mardin’in Nusaybin ilçesinde düzenlenen HDP İlçe Kongresi’nde Kılıçdaroğlu'na hakettiği yanıtı veriyor:
"Bugün 6 muhalefet partisinin başkanları bir araya geliyor. Gelsinler, çok iyi yapıyorlar. Diyalog, görüşme, tartışma iyidir ama HDP’yi yok sayan, bu diyalogda HDP’yle ilişki kurmayı, HDP’yle müzakere yürütmeyi planına koymayan bir anlayışın Türkiye’ye nasıl bir gelecek vadettiğini de açıklaması gerekiyor. Çünkü bu masada oturanların önce uzlaşması, kabul etmesi, mutabakata varması gereken şey ülkeye güçlü demokrasiyi ve kalıcı barışı nasıl getirebileceğimizdir. Kim ki HDP’yi düşmanlaştırır onun AKP ve MHP’den farkı yoktur. HDP’ye düşmanca yaklaşan herhangi bir partinin Türkiye’de kendini muhalefet gücü saymaya da hakkı yoktur."
Yayınladıkları bildiriye göre "Güçlendirilmiş parlamenter Sistem çalışmasını yürüten altı parti" kendi aralarındaki mutabakat metnini 28 Şubat'ta meslek kuruluşları, barolar ve sendikaların da katılımıyla yapacakları ortak toplantıda kamuoyuna açıklayacaklar.
Cumhurbaşkanlığı sisteminden güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş, "helalleşme" birlikteliğindeki altı parti önümüzdeki seçimlerde Kılıçdaroğlu'nu cumhurbaşkanı yapsa, TBMM'de sayısal çoğunluğu elde etse de, hemen gerçekleştirebilecekleri bir hedef değil.
Defalarca yazıldı, anımsayalım:
600 sandalyeli Meclis'te anayasa değişikliğinin onaylanabilmesi için 360 milletvekilinin onayına ihtiyaç var. Üstelik, meclisten 360 oyla geçen anayasa değişikliğinin kesinleşebilmesi için Cumhurbaşkanı tarafından referanduma sunulması gerekiyor. Eğer anayasa değişikliği Meclis'te en az 400 milletvekilinin oyuyla kabul edilirse, ancak o zaman cumhurbaşkanı tarafından referanduma sunmaksızın onaylanıp yürürlüğe sokulabiliyor.
Öyle görünüyor ki, önümüzdeki seçimde AKP-MHP İttifakı çoğunluğu yitirse bile güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş hemen gerçekleşemeyecek, en azından birkaç yıl, yeni bir seçimle gerekli çoğunluk elde edilinceye kadar Türkiye cumhurbaşkanlığı sistemiyle yönetilmeye devam edecek.
Önümüzdeki ivedi soru, güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş gerçekleşinceye kadar, örneğin Kılıçdaroğlu'nu cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturtacak, onun kuracağı hükümette de bakanlıkları paylaşacak olan CHP ve müttefiklerinin Türkiye'yi ne denli demokratik şekilde yönetebilecekleridir.
Bugün HDP'yle birlikte görünmekten ısrarla kaçan, Tayyip'in sınır ötesi saldırılarına Meclis'te oy birliğiyle destek veren, Kürt milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasını destekleyen partilerin, cumhurbaşkanlığını ve Meclis çoğunluğunu ele geçirdikten sonra, cumhurbaşkanlığı sisteminin getirdiği kolaylıklardan da yararlanarak demokratikleşme konusunda ne derece tutarlı olabileceklerini göreceğiz.
İşte demokratikleşmenin ilk ivedi, asla ertelenemez görevi... Cumhurbaşkanı'nın koltuğa oturur oturmaz çıkartacağı kararnamesiyle mi olur, Meclis çoğunluğunun yasama döneminin ilk oturumlarından birinde kabul edeceği bir yasayla mı olur, Türkiye zindanlarındaki onbinlerce siyasal mahkum ve tutuklu derhal serbest bırakılmalı, Türkiye siyasal yaşamında özgürce yerlerini alabilmeli, sınır içi ve sınır dışı tüm askeri operasyonlara, insan avlarına, İHA'lı, SİHA'lı can kırımlarına son verilmelidir...
Selahattin Demirtaş'lar, Figen Yüksekdağ'lar, Abdullah Öcalan'lar, Osman Kavala'lar, yerlerine kayyum atanarak zindana atılan Kürt belediye başkanları, yüzlerce gazeteci, akademisyen, binlerce demokratik örgüt üyesi, sosyal medya kullanıcısı bir gün dahi vakit kaybetmeksizin özgürlüğüne kavuşturulmalıdır.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal, Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu ve DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, 28 Şubat'ta yapacakları geniş kapsamlı toplantıda bunu tevil götürmeyecek ve dönüşü olmayacak bir açıklıkta taahhüt etmelidir.
Bu ismi geçenlerin hiçbiri, alnı hapishane demirine değmediği için, halen zindandaki siyaset insanlarının acısına şahsen duyarlı olmayabilir... Ama Türkiye'yi yönetme iddiasındaki siyasal liderler olarak, düşündüğü, düşüncesini ifade ettiği, uygulamaya geçirmek istediği için özgürlüğünden yoksun edilenlerin acısını tanımak, anlamak ve çözüm getirmek zorundadırlar.
Şunu da unutmasınlar ki, AKP-MHP diktasının karşısında muhalefet sadece kendilerinden ibaret değildir. Zindandakilerin acısına duyarlı siyasal liderler de vardır bu ülkede...
CHP'nin yanındaki beş partiden daha güçlü kitle desteğine ve milletvekili sayısına sahip HDP ile birlikte solu temsil eden Türkiye İşçi Partisi, Türkiye Komünist Partisi, Emek Partisi, Toplumsal Özgürlük Partisi, Emekçi Hareket Partisi, Halkevleri ve Sosyalist Meclisler Federasyonu üç hafta önce bir araya gelerek gerçek bir Demokrasi İttifakı'nın temelini atmışlardır.
Türkiye İşçi Partisi'nin, tarihsel TİP'in kuruluşunun 61. yıldönümünde İstanbul'da dün gerçekleştirdiği kongre Demokrasi İttifakı'nın ülkenin yakın geleceğinde belirleyici rol oynayacağının yeni bir göstergesi olmuştur.
HDP'nin Edirne F Tipi Cezaevi'ndeki eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş'ın gönderdiği mesajın ayakta alkışlandığı kongre, hemen ardından, Krizlere Devrimci Müdahale başlığı altında, Kürt ulusunun özgürlük mücadelesiyle dayanışma ifade eden şu bildiriyi yayınlamıştır:
"Özellikle Saray Rejimi ile birlikte Kürt halkı, Kürtlerin talepleri, dili ya düşmanlaştırıldı veya yok sayıldı. Kürtlerin siyasi iradesine savaş açıldı. HDP'nin binlerce üye ve yöneticisi tutuklandı, seçtikleri yerel yöneticiler görevden alındı, onların yerine kayyumlar atandı. Meşru bir siyasi parti olarak HDP, terörle özdeşleştirilmeye çalışıldı ve düzen muhalefeti de çoğu durumda bu yönelime ayak uydurdu. HDP hakkında halen Anayasa Mahkemesi'nde sürmekte olan kapatma davası, yalnız Kürtlerin değil demokrasi ve barış isteyen herkesin üzerinde bir iktidar sopası olarak kullanılmaya devam ediyor. Sınır dışı operasyonlar yine Kürt halkı hedef tahtasına konarak meşrulaştırılmaya çalışıldı. Kamusal hizmetlerde pek çok dil kullanılırken Kürtçe gözardı edildi. Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı birçok kentin tarihsel-kültürel kimliği yıkıma uğratıldı. Kürt yurttaşlarımıza dönük ırkçı motifli saldırı, cinayet ve katliamlar hakkında kapsamlı soruşturmalar başlatılmadı, bunların arkasında yatan şiddet dili ve ayrımcı politikalar sorgulanmadı. Eşit yurttaşlık, kültürel ve siyasi haklarını talep eden Kürtlere karşı uygulanan politika, halkların kardeşliğine yönelik en ciddi tehdit olmaya devam ediyor."
61 yıl önce kurulmuş olan 1. Türkiye İşçi Partisi, 1970 yılındaki 4. büyük kongresinde Kürt Ulusu'nun özgürlük mücadelesiyle dayanışmayı dile getiren bir karar aldığı için 12 Mart 1971 darbesinin ardından Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmış, yöneticileri sıkıyönetim mahkemesi tarafından ağır hapis cezalarına mahkum edilmişti.
Daha sonra kurulan 2. Türkiye İşçi Partisi'nin 12 Eylül 1980 darbesinin ardından kapatılmasının nedenlerinden biri de yine Kürt ulusunun mücadelesiyle dayanışma içinde olmasıydı.
Yeni kurulan Türkiye İşçi Partisi de bu dayanışma kararlılığını açıkça ortaya koymuştur.
70'lereden, 80'lerden farklı olarak, bu mücadelede yalnız değildir...
HDP ile diğer sol parti ve örgütlerin oluşturduğu Demokrasi İttifakı, sadece Kürt ulusunun değil, Türkiye'nin tüm ezilen sınıf ve tabakalarının da başlıca savunucusu olacak, CHP ve müttefiklerini de buna zorlayacaktır.