imaj ve ötesi

muhalif siyaset, düzenin sunduğu sentetik siyasi tartışmaların itiş kakışı içinde değil, insanların toplumsal sebeplere dayanan sorunlarıyla siyaset arasındaki bağı kurmakla olacak bir şey.

geçtiğimiz haftanın dikkat çeken gelişmelerinden biri hdp grup başkanvekili saruhan oluç arkadaşımızın, türkiye’nin imajıyla ilgili sözleri oldu. partinin çeşitli karar alma mekanizmaları var, bu tür açıklamaların oralarda oluşan ortak aklın ürünü olduğuna inanıyorum, en azından böyle olması gerektiğini düşünüyorum. dolayısıyla, bu açıklamanın oluç’unkinden daha geniş bir iradeyi temsil ettiğine şüphe yok. partinin üyeleri ve seçmenlerinden oluşan kamuoyunda bu ifadeler epeyce tepki aldı, bunların dikkate alınacağına da inanıyorum. ve bir parti dostu olarak, ortak bir dil sürçmesi bile olsa bu ifadenin altındaki aklın neden sorunlu olduğuna ilişkin bir şeyler yazmak istiyorum.

hatırlatmak isterim; "türkiye’nin imajı" chp de dahil olmak üzere sağ siyasetin sık sık başvurduğu bir klişedir. insan hakları ihlallerinden seçim yasalarının delinmesine kadar demokrasi ve özgürlüğe dair onlarca mesele, türkiye’nin imajı üzerinden ele alınır. bu zihniyete göre, örneğin vatandaşların kolluk kuvvetinden dayak yemesinin en ağır sonucu vatandaşların dayak yemiş olması değil, dışarıdaki imajımızın zedelenmesidir. oysa insan hakları, temel özgürlükler ve demokrasi biz türkiye vatandaşlarının daha mutlu yaşaması için gerekli; avrupa’daki imajımız açısından değil. bunların, sadece muhalif siyasetle ilgilenen insanların değil her vatandaşın ihtiyacı olduğunu anlatmak, bunlar uğruna mücadele edenlerin temel hedeflerinden biri çünkü bu ihtiyaç fark edilmedikçe bir tür "fazla hak isteyen elitler" imajı -evet, buraya tam oturuyor- kaçınılmaz.    

daha önemlisi şu bence: belki bir kahvehane sohbetinde, orada oturanlar, sigara dumanı, çay ve muhabbetin verdiği sarhoşlukla, "türkiye’nin imajı" ile ilgili dertlenebilir ama bu beşiktaş’ın son durumuyla ilgili dertlenmelerden bile daha hafif atlatılır. çünkü bu topraklarda yaşayan insanların çok temel sorunları var, kahvede pinekleme lüksüne sahip olan erkeklerin bile! kredi kartı borçları var, kredi borçları var, işsizlik dertleri var, ayın sonunu getirme sıkıntıları var… sağ siyaset, bu türden gerçek sıkıntıları unutturmak için, "türkiye’nin imajı"nı zedeleyenleri, yani yeterince milliyetçi olmayıp yedikleri dayağı uluslararası kuruluşlara bildirenleri bir araç olarak kullanabilir, o arada çeşitli devletlerle askeri, ticari ilişkilerini sürdürürken…

biliyorum, bildiğimiz, bildiğiniz şeylerden söz ediyorum. derdim, sağ siyasetle, onun kavramlarına başvurarak baş etmenin mümkün olmadığını hatırlatmak. muhalif siyaset, düzenin sunduğu sentetik siyasi tartışmaların itiş kakışı içinde değil, insanların toplumsal sebeplere dayanan sorunlarıyla siyaset arasındaki bağı kurmakla olacak bir şey.

üstelik nasıl ki tek bir türkiye yoksa, nasıl ki bizler toplum içindeki konumlarımız ve politik görüşlerimize göre farklılaşıyorsak, tek bir "dünya", tek bir "batı" da yok. avrupa ile sınırlayarak yazacağım. avrupa devletleri arasında sömürgecilikten çok yakın bir zamanda, çok kanlı mücadelelerin sonucu olarak vazgeçmiş olanlar var, onlar bir tarafta. avrupa halkları içinde hakları için zor ve onurlu mücadeleler yürütenler var. onlar da başka bir tarafta. kendimi tekrar etme pahasına bir kere daha hatırlatacağım; avrupalılar arasında 1936’da ispanya devrimi’nin gördüğü ilgiyi bugün rojava’ya gösteren, burayı bir ilham kaynağı olarak görenler var. onlar da diğer bir tarafta. sağ siyaset, bunların hepsini bir torbaya koymayı tercih eder; hem kolayına gider hem de milliyetçidir. ama sol siyaset bunların hepsini ayrı ayrı değerlendirmesi gerektiğini bilir. rojava’dan haberleri bile olmasa da sarı yeleklilerin anlamının farkındadır mesela… uluslararası kamuoyu denilen emperyalist güçlerin karaladığı -küba ve kuzey kore vb.- birçok ülkeyle ilgili kendi bilgi ve haber kanallarına güvenir, yine mesela.

sağ siyasetin, bugün "kürt meselesi"ne bakarken bütün bu farkları unutmak işine gelir. şunu unutmamak gerek. kürt meselesi uzun zaman türkiye için bir "iç" meseleydi, esas olarak "haklar ve özgürlüklere dair bir konuydu. ama suriye’de olup biten bundan biraz farklı. abd ve sscb arasında bir dengenin bulunduğu, sscb’nin ve genel olarak (reel) sosyalist sistemin nato içindeki güçlere karşı mücadele eden ilerici hareketlere destek verdiği 20. yüzyılda haritaların değişmesinde, ulusal kurtuluş hareketlerinin başarılı olmasında mücadele belirleyiciydi. ama abd’nin süper güç olduğu, rusya’nın son zamanlarda ve ancak bölgesinde denge unsuru olabildiği 21. yüzyılda, hele de suriye gibi yıllardır vesayet savaşı olarak tanımlanan bir çatışmanın sürdüğü topraklarda kritik değişikliklerin gerçekleşmesi çeşitli devletler ve uluslararası güçlerle ilişki kurmadan mümkün değil.

suriyeli kürtlerin elde ettiği uluslararası destek, yukarıda saydığım bütün açılardan çok önemli ve muhakkak önemli sonuçları olacak. geleceği kurarken dostlarla ve düşmanlarla onlarca ittifak, yakınlık, çatışma olacaktır, buna da şüphe yok. ama bu kurucu dönemde dahi, örneğin sağcı, milliyetçi macron’un desteği -sebebi ne olursa olsun- muhakkak ki yararlanılacak ama övünmeye gerek olmayan bir şey. hele bu kadar çok övünülecek destek, sevgi, güven, itibar ve gurur duyulacak dost varken… çünkü geleceği şekillendirecek olan değerler, ilkeler ile ilham alan ve alınacak olanların dostluğu, değil mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
ayşe düzkan Arşivi