İnsan onurunu koruyamayan hukuk adaleti sağlayamaz

Hukuk devletinde hukuk idesi devletin üstündedir. Hukuk devleti, insan onurunun taşıdığı anlam kadar gerçekleşir. Hukukun nihai hedefi adaleti sağlamaktır. İnsan onuru bu şekilde korunur.

ALMAN ANAYASASI: Değişmez Madde 1- İnsan onuru ihlal edilemez. Ona saygı duymak ve onu korumak tüm devlet otoritelerinin görevidir.

Bu nedenle Alman halkı, ihlal edilemez ve değiştirilemez insan haklarını tüm toplulukların, barışın ve dünyadaki adaletin temeli kabul eder.

Aşağıda sayılan temel haklar, doğrudan uygulanan hukuk olarak yasama, yürütme ve yargıyı bağlar.

Adalet, insan onurunun en yüce değer kabul edilip korunduğu yerde sağlanabilir. İnsan onuru ise insan özgürlüklerinin hukuk güvenliğiyle korunduğu yerde, insanın özgürlük ve güvenlik ihtiyaçlarının yüksek değerler olarak tanınmasıyla gerçekleşir. Bu değerler karşısında bütün insanlar eşit olarak görülür.

Hukuk devletinde hukuk idesi devletin üstündedir. Hukuk devleti, insan onurunun taşıdığı anlam kadar gerçekleşir. Hukukun nihai hedefi adaleti sağlamaktır. İnsan onuru bu şekilde korunur. Kişinin insan olarak taşıdığı bu öz değer onu siyasi rejim ve toplum karşısında özerk hale getirir.

İnsan, soyut devletin somut iktidarının aracı, mülkü, kulu değildir. Devlet iktidarı, kişiyi insanlığından çıkarma, aşağılama, hak ve özgürlüklerini gasp etme, adil yargılanma hakkını ve adalete erişimi yok etme, yoksullaştırma sarmalına girmişse seçimi kazanmış olsa da meşruiyetini kaybeder.

İnsan onurunun teminatı olan adil yargılanma hakkı AİHS 6. madde, 82 Anayasası 36. madde ve AİHM içtihatlarıyla pekişmiş olup, bu hak yakalama, gözaltı, tutuklama, arama, el koyma, iletişimin dinlenilmesi, teknik takip, duruşma, itiraz, temyiz ve infaz aşamalarını kapsamakta. Bu aşamalardan birinde yapılan bir ihlal bütün bir süreci zedeler.

Vahim olan Türkiye’nin kalıcı kılınmaya çalışılan “kurmaca hukuka dayalı bir istisna hali”nin ötesine geçmiş olması. 85 milyon insan siyasi, şahsi, rantsal çıkarlara alan açan ve onları meşrulaştıran, kurgulanmış bir hukukun dahi bulunmadığı, despotik keyfi bir alanda hukuk güvenliğinden yoksun durumda yaşıyor. Türkiye adeta devlet öncesi bir geri evrime sıçrama yapmış durumda. Gücü güce yetene rejiminde hukukun yer alması mümkün değil. Bu nedenle toplum gergin, her alanda şiddet artmış durumda.

10 Aralık 2023 İnsan Hakları Günü’nde Türkiye İnsan Hakları Vakfı ve İnsan Hakları Derneği, 2023 yılında meydana gelen Türkiye’deki insan hakları ihlallerini verilerle ortaya koyan bir bilgi metni yayınladı. Durumun hangi noktalara ulaştığını görmek bakımından önemli.

Adaletsizliğin hangi boyutlara geldiğini gösteren metinde belirtilen ihlallerin özeti şöyle :

Siyasal iktidarın hukuku bir baskı ve sindirme aracı olarak kullanmasının sonucunda hem cezaevi nüfusunda yıllar içinde büyük bir artış yaşanmakta hem de kapasitenin çok üzerinde tutuklu ve hükümlü bulunmakta. Adalet Bakanlığının verilerine göre, 2005 yılında bulunan tutuklu ve hükümlü sayısı 55.870 iken, 1 Aralık 2023 tarihi itibari ile ceza infaz kurumlarında toplam 280.584 tutuklu ve hükümlü bulunmakta . Görüldüğü gibi 18 yıl içinde tutuklu ve hükümlü sayısı yaklaşık beş misli artmış durumda.

Avrupa Birliği (AB) İstatistik Ofisi Eurostat’ın 2021 verilerine göre, Türkiye Avrupa’da hapishanelerdeki mahpus sayısının ve oranının en yüksek olduğu ülke. Türkiye’de 100 bin kişiden 356’sı hapishanelerde bulunuyor. Bu oran Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde ise 106.3

Ayrıca 31 Ağustos 2022 tarihi itibariyle Türkiye genelinde denetimli serbestlik kapsamında 437.636 kişi bulunmakta . Bu sayı hapishanelerde bulunan tutuklu ve hükümlülerin sayısı ile toplandığında, özgürlüklerinden mahrum bırakılmış yurttaş sayısı yaklaşık 718.220 kişiye ulaşmakta. Bu da diğer dolaylı gözetim/denetim araçlarını bir yana bırakıldığında yaklaşık her 118 yurttaştan birinin doğrudan/çıplak gözetim altında olduğu anlamına gelmekte. Kısacası tüm bu tespit ve veriler, hapsetmenin siyasal iktidar açısından asli bir yönetme tekniği haline getirildiğini açıkça göstermekte.

Hapishanelere girişten itibaren çeşitli nedenlerle (çıplak arama, kelepçeli muayene, ayakta tekmil vererek sayım gibi) uygulanan kaba dayak, her türden keyfi muamele ve keyfi disiplin cezaları, hücre cezaları, sürgün ve sevkler yakın tarihte görülmedik boyutlara ulaşmış durumda.

Sağlık hizmetine erişimin kısıtlanması, cezaevi reviri ziyaret hakkının reddedilmesi, Adli Tıp Kurumu’na, adliyeye ve hastaneye götürülürken kelepçe takılması dâhil kötü muamele uygulamaları, mahpusların sağlık sorunlarının zamanında ve etkili bir şekilde çözülmemesi, uzun bir süredir devam eden bir başka sorun alanı olarak gözükmekte.

Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunu’nda 28 Haziran 2014 tarihli “toplum güvenliği bakımından ağır ve somut tehlike oluşturmayacağı değerlendirilen” şeklindeki değişiklikte yer alan “toplum güvenliği” ibaresi, hasta mahpuslar için “kesin hayati tehlike teşkil ettiği” yönünde raporlar verilmiş olsa bile, mahpusların salınmalarını bütünüyle keyfiyete bağlamış durumda.

İHD Dokümantasyon Birimi’nin tespitlerine göre; 30 Kasım 2023 tarihi itibariyle hapishanelerde 651’i ağır olmak üzere, toplam 1517 hasta mahpus bulunmakta. Cezaevlerinde yaşanan ölümlerle ilgili, mahpusların ailelerinin, avukatlarının ve hak savunucularının da bir parçası olduğu etkin soruşturmalar yürütülmemekte. İHD Dokümantasyon Birimi’nin tespitlerine göre 2023 yılının ilk 11 ayında; Hapishanelerde hastalık, intihar, şiddet, ihmal vb. çeşitli gerekçelerle en az 43 kişi yaşamını yitirmiş.

Kesinleşmiş cezalarının infazı için gerekli süreyi tamamlamış olmalarına rağmen, ağırlıklı kesimini siyasi gerekçeler ile ceza alanlar oluşturmak üzere pek çok mahpusun 29 Aralık 2020 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanan “Gözlem ve Sınıflandırma Merkezleri İle Hükümlülerin Değerlendirmesine Dair Yönetmelik” kapsamında cezaevi idare ve gözlem kurullarının kararları ile tahliye edilmemeleri de, 2023 yılı içinde cezaevlerinde yaşanan önemli sorunlardan biri.

2023 yılı içinde bilhassa kamuoyunda “30 yıllık”lar diye bilinen ve aldıkları müebbet hapis cezasının infazı için gerekli süreyi tamamlamış olan çok sayıda kişinin tahliyeleri kurul kararıyla ertelenmiş durumda. İlgili mevzuata göre oluşturulan idare ve gözlem kurulları adeta bir mahkeme gibi yargı yetkisi kullanmakta. (Mahpuslara Muameleye Dair Birleşmiş Milletler Asgari Standart Kuralları =Nelson Mandela Kuralları)

İşkencenin önlenmesinde önemli bir rolü olan, ancak yıllardır uygulamada büyük ölçüde ihmal edilen kişiyi gözaltı işlemi hakkında bilgilendirme, üçüncü taraflara bilgi verme, avukata erişim, hekime erişim, uygun ortamlarda uygun muayenelerin gerçekleştirilmesi ve usulüne uygun raporların düzenlenmesi, hukukilik denetimi için süratle yargısal makama başvurabilme, gözaltı kayıtlarının düzgün tutulması, bağımsız izlemenin mümkün olması başlıklarında toplanabilecek usul güvenceleri son dönemde önemli ölçüde tahrip edilmiş, bu konuda bütünüyle keyfi bir ortam yaratılmış durumda.

Uygulamada cezasızlık sistematiğinin bir sonucu olarak, işkence suçu işleyen kolluk görevlileri hakkında genellikle daha hafif ceza gerektiren “kasten yaralama” suçundan dava açılmakta böylece işkence suçu kapsam dışı bırakılmış ve cezasızlık iyice pekiştirilmiş olmakta.

İnfaz Hakimliklerinin kararları Ağır Ceza ve Asliye Ceza Mahkemesi’nin kararlarından farklı olarak İstinaf ve Temyiz incelemesinden muaf tutularak hukuki denetim kapsamı dışına çıkarılmış durumda. Her ne kadar İnfaz Hakimliği kararları hükümlüler tarafından Ağır Ceza Mahkemelerine “itiraz” yoluyla götürülebiliyorsa da, Ağır Ceza Mahkemeleri, itirazla önüne gelen dosyanın esasına giremediği, yani şekli olarak incelediği için ortada hukuki bir denetimden söz etmek mümkün bulunmamakta. Böylece infaz yargılaması kapalı devre bir yargı rejimine dönüşmüş olmakta.

Bilgi metni çok detaylı. Bu kadarı bile uygulamada insan onurunun ve adalet idesinin 50 yıllık meslek hayatımda görmediğim kadar yok edildiğini göstermekte.

Hukukun gerçekleştiricisi olması gereken yargı, gücün ağırlığı altında ezilirken adaleti sağlayamıyor. Toplumsal mutluluk, barış ve refahın hukukun hedef amaçları olan özgürlük ve adalet gibi evrensel değerlere ulaşmada gösterilecek gayretle bağlantılı olduğu açık.

Hukuk, objektif hukuk düzenini, hak ise kişisel istem ve iddiayı gösterir. Hak aynı zamanda ahlaki bir değeri, kişisel eylemlerin nihai hedefi olan hakikati, sonuç olarak adaleti temsil eden bir kavram. Ancak adalet kavramı, hak kavramından önce vardı. ”Hak adaletten gelir, sanki annesi gibi. Öyleyse haktan önce adalet olmuştur.” (Francis Accursius-12. yüzyıl şerhçisi)

Esenyurt belediye başkanının gözaltına alınma şekli, iktidarca suçlu ilan edilmesi, aynı belediyeyle birlikte Mardin, Batman, Halfeti belediyelerine kayyum atanması tablonun giderek ağırlaştığını göstermekte. Cumhur İttifakı’nın kayyum rejimiyle toplumu boğduğu, seçimleri dolayısıyla sandık demokrasisini dahi anlamsız hale getirdiği, seçmenin iradesini muğlak “terör” tanımı üzerinden siyasi suç ve delil icat ederek yok saydığı ortada.

Hiç kimse için hukuk güvenliğinin olmadığı, güçler ayrılığının ortadan kalktığı, bu nedenle siyasetin sorun çözme yeteneğini kaybettiği, Anayasanın, Anayasa Mahkemesi ve AİHM içtihatlarının uygulanmadığı, ifade özgürlüğünün kullanılmasının imkansız hale geldiği bir zeminde Selahattin Demirtaş ile birlikte Kürtlerin demokrasiden yana kesimini dışlayarak Kürtlere çağrı yapmanın da yeni bir anayasa tartışmasına girmenin de hiçbir karşılığı bulunmamakta.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ümit Kardaş Arşivi