İran ve Türkiye’nin riskli oyunu

Türkiye ve İran’ın riskli argümanlarla bölge siyasetine dalmasını sağlayan temel nedenin Kürt karşıtlığı olduğu açık. Ancak bölge, artık statüsüz Kürtleri kaldıracak bir bölge değil.

Türkiye – İran işbirliği, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ziyaretiyle asıl hedefin Kürtlerin bölgede kendilerini özgürce yönetebilecekleri oluşumların önüne geçilmesi olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Özellikle Erdoğan, Kürdistan bölgesini ve Rojava’yı hedef alarak tüm Kürtleri tehdit etmekten imtina etmedi. Erdoğan İran’da, belki ağırlıkla ‘açlıkla terbiye etme’ niyetini ifade etti ama bölgeye askeri müdahalede bulunma niyetini gizlemeye de gerek duymadı.

Rojava’yı da etkileyebilecek biçimde Kürdistan’a direk veya dolaylı askeri bir müdahalenin yapılabileceği riskini Batı da görüyor. Hafta başında Erbil’de Batılı diplomatlardan oluşan bir heyet ile Kürdistan Bölge Hükümeti arasında yapılan görüşmede en çok Kürdistan’a yönelik Türkiye ve İran’ın askeri müdahalesi riski konuşulmuş. Kürdistan Bölgesel Hükümeti kaynaklarından gelen bilgiler İran ve Türkiye’nin resmi bir ittifakla değil; ancak ayrı ayrı ama her ikisinin de Irak’ın çağrısına istinaden Kürdistan’a girebilecekleri veya Irak hükümetinin Kürdistan Bölgesi'ne dönük kapsamlı bir operasyonuna destek verebilecekleri yönünde. Erdoğan "Bir gece ansızın gelebiliriz" sözleriyle İran’a gitmeden önce niyetini ifade etti. Türkiye’nin planını, hükümetin sesi Yeni Şafak, bilgi tahrifatıyla, Kürdistan bölgesini ekarte ederek Irak’la direk ticaretin yapılabileceği bir sınır kapısı açılışına dönük askeri girişimmiş gibi manşetten verdi. Ancak bu plan Yeni Şafak üzerinden bilinçli bir yönelimle deşifre edilse bile konjonktür gerekçe edilerek, daha doğrusu Batı'nın hışmını çekmemek için öncelikle Irak’ın operasyonuna kapsamlı destek verilebilir.

Yeni Şafak’ın haberini yapanlar anılan bölgenin Kürdistan peşmergesinin kontrolünde olan bir bölge değil, sanki karşıda Irak askeri varmış gibi kurgulamıştı. Burada niyet, bir yanıyla iç kamuoyunu aldatmak. Bu çok açık. Yoksa haberin yapılmasını isteyenler de, haberi yapanlar da söz konusu bölgenin peşmergelerin denetiminde olduğunu bilir. Ancak bir diğer niyet de şu ki Irak’la direk ticaret için öncelikle anılan bölgenin Irak tarafından işgal edilmesi gerek. Yeni Şafak’ın haberi, esasen bu olasılığı da deşifre ediyor.

Bu plan yaşama geçer mi, geçmez mi bilinmez. Ancak bu planın bir olasılık olarak masada durduğu kesin. Yalnızca Habur ile Cizre arasındaki kuşaktan 15-20 km güneydeki Deyrebun’a, oradan ise Şengal üzerinden Telafer’e kadar akacak bir hattın işgaline dönük plan mı masada? Değil elbet. Bu planı Irak’la gerçekleştirmeyi düşünen Türkiye’nin İran’la bu kadar sıkı fıkı olmasının altında İran’ın da Süleymaniye ve Kerkük üzerinden bölgeye müdahalesi söz konusu. İran’ın müdahalesi elbet kentlerin İran ordusu ile açık işgali biçiminde düşünülmüyor. Ancak İran’ın bölgede kontrol ettiği milis güçler üzerinden bu kentlere yapılacak saldırıların organize edilmesi, her zaman olası.

Söz konusu hesap içte desteksiz ve zayıf olan Abadi’nin, Kürdistan üzerinden kendi iktidarını pekiştirmesi hesabını da, düşünmemizi sağlıyor. En azından Abadi bu hesabı yapmıştır. Bir diğer anlatımla Abadi, kaç yıldır başbakan olmasına rağmen iktidar olamamasını özellikle Türkiye’nin kendisine sunacağı destek üzerinden değerlendirebilir. Böylece Nuri Maliki’nin yanı sıra Şiiliğin merkezini Necef’e taşımak isteyen yapılanmalar karşısında daha güçlü olmak isteyebilir.

Şunu baştan belirtmekte yarar var. Türkiye ve İran’ın açık işgali de, söz konusu olası dolaylı işgali de Batı’nın, hele ABD’nin isteyeceği bir şey değil. Irak hükümetini Kürdistan referandumu politikasında destekleyen ve Kürdistan Bölge Yönetimi’ne karşı Bağdat tezlerini masaya süren ABD, bu tutumunu esasen İran’ın bölgede güçlenmesini önlemeye dönük bir politika olarak gündeme taşıdı. Söz konusu olasılıkların tümü İran’ın güçlenmesini, ayrıca Kürt karşıtı ittifakın bölgeyi sil baştan yeni ve içinden çıkılmaz bir savaşa sürükleme riskini, beraberinde getirir. Evet, savaş lobileri bunu isteyebilir ancak açık ki ciddi bir Kürt direnişi ile karşılaşacağı da açık olan böylesi bir tablo, ABD’nin de çıkarına olmayacaktır.

Türkiye ve İran’ın bu kadar riskli argümanlarla bölge siyasetine dalmasını sağlayan nedenin Kürt karşıtlığı olduğu açık. Bölge, artık statüsüz Kürtleri kaldıracak bir bölge değil ve Kürtlerin statü kazanımının artık özerklik ile sınırlı kalmayacağı da açık. Suriye ve Irak’ın, bu süreci engelleme gücüne sahip devletler olmadığı görüldü. Bu açıdan baktığımızda Türkiye ve İran’ın devreye girmesini bu devletlerin de önemsedikleri açık. Ayrıca böylesi bir gelişmeyi, kendi iktidarlarının gelecekleri açısından da önemseyecekleri açık.

Eğer öyle olmasa, Suriye lideri ülkesinin tarumar edilmesinde birincil sorumluluğu olan Türkiye’nin Şehba Bölgesi işgalinden sonra bu kez İdlib’e konuşlanmasına destek verir mi?

Eğer öyle olmasa, Irak resmen kendisine ait olan toprakları bir başka bölge ülkesinin desteği üzerinden işgal etmeye dönük bir planın içinde olur mu?

Tüm planlar böyle de esasen görülmesi gereken bir nokta daha var.

Kürtler, kendi içlerindeki tüm çelişkilerine, kendilerine dönük tüm saldırılarına rağmen artık geri adım atacak noktada değiller. Deyim yerindeyse ‘cin şişeden çıktı’ ve artık kimse o cini şişeye koyamaz. Cini öldürmek de mümkün değil. Yani şu veya bu biçimiyle önümüzdeki orta vadede en azından Irak ve Suriye’de, Kürtler artık güçlü statülerin sahibi olacaklar. Batılıların konjönktürel siyaseti öne çekmesi belki bağımsızlığın yaşama geçmesine engel olur. Ancak Irak’ta konfederalizmin, Suriye’de federalizmin geri dönülmez bir yerde durduğu çok aşikar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fehim Işık Arşivi