Akın Olgun
Irkçılık, çaresizlik ve olasılık
Irkçılık, kendini sol, demokrat olarak tarif eden kesimler içerisinde bile farklı ifadelerle yer bulmaya başladı.
“Seküler Irkçılık” bunu karşılayan bir tanım mıdır çok emin değilim ama kendisini sosyal demokrat olarak tarif eden kesimler içerisinde bu tarz söylemlerin bir alan bulması, ırkçılığın çok daha etkili şekilde çarpan etkisi yaptığını gosteriyor.
“Türkçülük” akımının bugün hızla özellikle gençler arasında bir kimliğe büründüğüne dair tehlikeli alametler beliriyor. Bu yanıyla göçmen karşıtlığıyla yükselen söylemlerin, çok daha derin ve planlı bir şekilde hareket ettiğini iddia etmek mümkün.
Bugün kendini göçmen nefretinde tarif edenlerin, yarın insanları paramparça edecek bir provakasyonel güruh haline gelmesi hiç şaşırtıcı olmayacaktır. Kullanışlı bir linç silahı olarak şovenizm, bir anda dalgalanabilir ve önüne kattığı herkesi sürükleyebilir.
Lümpenliğin, vasatlığın, çaresizliğin, umutsuzluğun bu kadar yüksek olduğu bir ortamda, faşizmin kendisine taraftar bulamaması mümkün değil. Bu duyguların çok güçlü bir iletken olduğunu hesaba katarsak, nasıl bir tehlike ile karşı karşıya olduğumuzu daha iyi anlarız.
Göçmen ve Arap düşmanlığının karşısına Türkçülük, Siyasal İslamcılığın karşısına Atatürkçülük konularak, faşizmin meşrulaşması kolaylaştırılıyor. Böylece ne gerçek anlamda Atatürkçülük, ilericilik, laiklik, ne de gerçek anlamda Siyasal İslamcılık, gericilik, yağma, talan ve onun yarattığı yıkım konuşulabilir oluyor.
Öte yandan Kürt siyasetinin karşısına da Türkçülük anlayışının, bir güç olarak milliyetçilik temelinde bir karşı koyuşa çekilmesi hedefleniyor.
Kürt illerinde Hüda Par’ın devlet eliyle yeniden organize edilmesiyle, Batı’da Türkçülük anlayışının siyasal bir güç haline getirilmesini birlikte değerlendirmek gerekiyor. Tüm bu gelişmelerin, toplumun en ilerici yapılarını kuşatmaya ve nefessiz bırakmaya dönük bir hamle ve tüm dünyada yükselen sağcılığa paralel olarak, Türkiye sahasında en gerici, şoven halinin inşası olarak okunması gerektiğinin de altını çizmek istiyorum.
Türkçülük ile devletçi siyasal İslam anlayışının, zamanı geldiğinde daha büyük hedefler için karşı karşıya getirilerek büyük bir kıyım için araç haline gelebileceğini söylememiz abartılı olmaz.
Hrant’ı katletmek için siyasi atmosferi organize etmeye çalışan o güçleri ve yaptıklarını bu yanıyla yeniden aklımıza getirebiliriz. Aradaki tek fark, dönemin suç aktörlerinin artık birden çok siyasal partisinin olduğu ve daha akılcı bir yol izledikleridir. Zafer partisi, Vatan Partisi, Memleket Partisi ve ayrıksı gibi dursa da Hüda Par, bunların arasındadır diyebiliriz. (Hüda Par’ın Cumhur ittifakına alınmasına dair Süleyman Soylu’nun “büyük bir devlet aklıdır” cümlesini biz de aklımıza not edelim)
Daha organize, daha akılcı, sistematik ve acelesi olmayan bir yol izleniyor ve kendi içlerinde yaşanan çatışmalarda da önemli roller üstlendikleri şüphe götürmez. Zaman zaman birbirine omuz atmalar, ense çekmeler yaşanıyor. Buna bağlı olarak küçük çaplı operasyonlar çekiliyor. Birileri gözaltına alınıyor, bırakılıyor, sonra başkaları alınıyor ve derken uzlaşı bir yerlerde kısmen sağlanıyor.
Riyad’da ortaya çıkan futbol krizini de bundan bağımsız düşünmek ahmaklık olur. İktidara dönüp baktığımızda göreceğimiz şey, artik iktidarın tek başına devlete hâkim olamadığıdır. Zorunlu ittifakın ideolojik yapıştırıcısı olan “Kızıl Elma”nın da içten içe çürüdüğünü işaret etmektedir.
Bu durum, eğer olağanüstü farklı etkenler ortaya çıkmazsa, büyük bir kırılma yaratacaktır ve altında kalmamız kaçınılmaz hale gelebilir.
Örgütlülerin örgütsüz gibi davrandığı, mücadele edecek partilerin sorumluluklarını üstlerinden attıkları, en aklı açık sandığımız insanların bile Arap karşıtlığı üzerinden ırkçılığı içine aldığı bir ortamda, yaşanacak olası büyük kötülüklerin parçası haline gelmemiz işten bile değildir.
Bu nedenle, şovenizme ve gericiliğe karşı net bir tutum ve mücadele planı oluşturmak, olmazsa olmaz bir görev olarak duruyor karşımızda. Arap nefretine karşı Arap sermayesini ve işbirlikçilerini işaret etmediğimizde, göçmen düşmanlığına karşı savaşları ve o savaşların amaçlarını, sorumlularını ele almadığımızda, Kürt savaşına karşı barışı önceleyen ve büyüten bir siyaseti önümüze koymadığımızda, hepimiz aynı ırkçılığın kurbanı olacağız.
Asker postalları, militarizm, yabancı düşmanlığı, vatan, bayrak söylemli ajitasyonlar altında bir ülke istemiyorsak, demokratik tüm yöntemleri ve onun kanallarını açacak stratejilerde buluşmalıyız.
İtiraz etmenin meşruluğunu ırkçı söylemlerde bulan bir toplum, sokağa çıkmanın meşruluğunu milli kutlamalarda arayan bir halk, yarın güç el değiştirdiğinde cellada dönüşecektir ki asıl tehlike budur.
Bir toplumun, gücü elinde tutanların suçuna ortak olması yani.
Akın Olgun: Siyasi nedenlerle 7 yıl tutuklu kaldı. 2002’de İngiltere’ye yerleşti. 2009-2015 yıllarında BirGün gazetesinde haftalık yazılar kaleme aldı. Gazete ve haber portalları aracılığıyla düzenli olarak okurlarıyla buluştu. Adları Saklıdır, Ecel Öyküleri, Karanfil Mevsimi, Kül Sesleri ve El Alem adlı kitapları kaleme aldı. Olgun’un “Sokaksızlar” (White) ve “İnat” “Farewell” (Veda) adlı öyküleri kısa metraj olarak beyaz perdeye aktarıldı ve senaryosunu yazdığı Fısıltılar (Whispers) adlı kısa metraj filmi Feel The Reel Uluslararası Film Festivali’nden üç dalda ödüle layık görüldü