Gün Zileli
İşçi sınıfı derken?!
Tarihte, gerçek öncü müfrezesinin başını çektiği işçi sınıfıyla, bu sınıf adına hareket ettiğini ileri süren siyasi grupların ya da örgütlerin veya partilerin (“işçi sınıfı partileri”nin) toplumsal mücadele alanında buluştukları örnekler sayılıdır. Bu sayılı örneklerde de, hemen belirteyim ki, kurmaca değil, ama gerçek işçi sınıfı, sonuçta hiç de kârlı çıkmamıştır.
Bu buluşmanın en belirgin örneklerinden biri, 1917 Şubat Devrimi’nden sonraki aylarda St. Petersburg’un işçi semti Viborg’daki ağır sanayi işçilerinin (kalabalık Putilov fabrika tesisleri ve Obukhov fabrikası vb.) başını çeken radikal Viborg işçileri, Geçici Hükümeti tanımayıp, Sovyetlerin iktidarı bir an önce alması fikrinde birleştiler ve bu yönde baskı yaptılar. Bu işçilerin içinde, Bolşeviklerden başka, anarşistler, Marsimalistler ve Sovyetler’de yer alan diğer sosyalist partilerin destekçi ve üyeleri de vardı. O sırada Bolşevik hizbin (henüz RSDİP içinde bir hizipti Bolşevikler) yönetici kadrosu, iktidarı ele geçirme ya da devrim yapma fikrinden çok uzaktı. Onlar da aşağı yukarı Menşeviklere benzer tarzda, “burjuva devrimi”nin ya da geçici hükümetin desteklenmesi kanısındaydılar. Viborg’un radikal işçilerinin, iktidarın Sovyet tarafından ele geçirilmesi gerektiği fikrine olumlu cevap, Nisan ayında Rusya’ya dönen, Bolşevik hizbin lideri Lenin’den geldi.
Aslında 1917 Şubat Devrimi patlak verdiğinde Lenin de Rusya’da olup bitenlerin çok farkında değildi. Devrim patlak vermeden daha bir iki ay önce, İsviçre’nin Zürih kentinde kendisine sorulan bir soruya, “bizim kuşak devrimi göremez” diye yanıt vermiş, nitekim birçok devrimci Şubat’da Çarlığın devrilmesinden hemen sonra Rusya’ya döndüğü halde o bu konuda pek de aceleci davranmamıştı. Tabii, dönüşünün önündeki bazı siyasal engelleri de dikkate almak gerekir.
Lenin’in “Nisan tezleri”, aslında Viborg işçilerinin taleplerinin sistemleştirilmesinden başka bir şey değildir. İşte böylece tarihteki nadir buluşmalardan biri gerçekleşmiş ve işçi sınıfı radikalizmiyle işçi sınıfı adına hareket eden bir parti (o sırada henüz hizip), Geçici Devrimci Hükümetin devrilip iktidarın alınması noktasında buluşmuşlardı.
Ne var ki, St. Petersburg işçilerinin haykırdığı, “bütün iktidar Sovyetlere” sloganıyla Bolşevik hizbin bu sloganı baş sloganı haline getirmesi arasında, ancak uzun yıllar geçtikten sonra, önemli bir niteliksel fark olduğu görülecekti (o da görebilene). Petersburg işçileri, “bütün iktidarın” gerçekten Sovyetlere (yani hakiki işçi sınıfının, askerlerin ve köylülerin) eline geçmesini istiyordu. Lenin ise, bu sloganı, Bolşeviklerin iktidara ele geçirmesinin kamuflajı olarak kullanıyordu. Nitekim, Ekim’de iktidarın, bizzat Lenin’in örgütlediği ve başında Troçki’nin bulunduğu Askeri Devrimci Komite (ADK) tarafından, Bütün Rusya Sovyetleri’nin toplanmasından bir gün önce ele geçirilmesi de bunu gösterir. Eğer Geçici Devrimci Hükümet’in devrilmesi kararını ADK değil de Tüm Rusya Sovyeti alacak olsaydı, Sovyetler’de yer alan bütün partilerin bir koalisyon hükümeti kurması kaçınılmaz olacaktı.
Bu ise, Lenin’in hiç istemediği bir şeydi. Lenin, iktidarı ADK aracılığıyla bir gün önce almakla, Sovyetlerdeki diğer partilerin bunu protesto ederek, bu defacto durumu onaylayan Sovyet kongresinden çekileceğini hesap etmişti. Zaten bundan sonra her şey Lenin’in planladığı gibi olacak, tek parti iktidarı kurulacak ve “bütün iktidar Sovyetlere” sloganını icat eden ve dayatan Viborglu Putilov, Obukhov vb. işçileri başta olmak üzere tüm işçi sınıfı, Çeka zulmünü örgütleyen Bolşevik diktatörlüğü tarafından baskı altına alınacaktı. İşçi sınıfının radikal öncüsüyle, işçi sınıfı adına hareket eden bir hizip, toplumsal mücadele dalgasının en yüksek noktasında, birkaç ay için buluşmuş ve ardından şiddetle ayrılmışlardır. Bolşevik rejim, tarihe, grev yapan işçileri acımasızca kurşuna dizen kanlı bir rejim olarak geçmiştir. Lenin’in, Çeka başkanı Dzerjinski’ye ve diğer yetkililere çekilmiş, grevci işçilerin ve zoralıma direnen köylülerin derhal kurşuna dizilmesini emreden çok sayıda telgrafı bulunmaktadır.
Buna benzer bir buluşma da İspanya’da yaşanmıştır. 1930’lu yıllarda radikalleşmenin zirvesine varan Barcelona işçilerinin başını çektiği İspanya işçi sınıfı, bu radikalleşmesini, anarşistlerin başında bulunduğu anarko-sendikalist CNT sendikasına akın ederek gösterdi. 1930’larda CNT’nin üye sayısı 1 milyona ulaşmıştı. Şimdi burada, madenlerdeki vb. vahşi grevlere falan değinmeyeyim ama Barcelona işçileri, Franko darbecilerine karşı çekiçlerle ve diğer savunma aletleriyle olağanüstü bir direniş gösterip darbecileri 18 Temmuz 1936’da yenilgiye uğratarak büyük bir tarihi olay gerçekleştirmişlerdir. Ne var ki, ülkenin genelinde Cumhuriyetçi taraf, Stalinistlerin de dahliyle, Franko darbecileri karşısında yenilgiye uğramış ve İspanya Devrimi’nin bu yenilgisiyle birlikte İspanya işçi sınıfının olağanüstü devrimci kabarışı son bulmuştur. Anarşistlerle işçi radikalizminin, sonunda yenilgiyle biten bu buluşması da tarihteki nadir buluşmaların önemli örneklerinden biridir.
Buna benzer başka örnekler de vardır ama ben burada en belirgin bu iki örnekle yetineyim.
Bu somut buluşmaların dışında, “işçi sınıfı” söylemi, gerçek, somut işçi sınıfının sırtından bir illüzyon yaratarak iktidara hamle yapmak isteyen siyasi grupların üretimi olan işçi sınıfı mistifikasyonundan başka bir şey değildir. Kısacası, işçi sınıfının söylemi vardır ama kendisi yoktur ortada. İşçi sınıfı, “kendisi adına” hareket eden grup ve partilerin 200 yıldır kendisinden en fazla söz ettikleri, mürekkep tükettikleri sınıftır ama gerçek hayattaki işçi sınıfıyla (tek tek işçiler demiyorum) bu grup ve partilerin bir araya geldiği, buluştuğu örnekler çok azdır. Eğer devrim, işçi sınıfının kendi eseri değilse sahte bir devrimdir ya da iplerin gerçek işçi sınıfının ellerinde olmadığı ya da ellerinden alındığı koşullarda, kısa sürede işçi sınıfını da ezen bir karşıdevrime dönüşmeye mahkûmdur.