Doğan Özgüden
İslamcı führerin cihanşümul seferi…
Sabahın köründe haftalık yazımı yazmak için ekran karşısına geçtiğimde Korona’nın ikinci saldırısının Avrupa başkentinde yaptığı hasarı ve yarattığı paniği ayrıntılı olarak paylaşmayı düşünüyordum. Evet, Belçika ilkbahar döneminde olduğu gibi, bugün de Korona virüsüne yakalananların ve ölenlerin sayısı nüfusa oranla en yüksek olan ülke… 10 milyonluk bu ülkede dünkü 104 ölümle salgının başından beri yaşamını yitirenlerin sayısı 11.000’i aşmış durumda.
Bu gelişmeler tüm çalışma ve ilişkilerimizi olduğu gibi, özellikle Brüksel’in merkezinde her gün 50’yi aşkın milliyetten 200’ü aşkın göçmen ve siyasal mültecinin, 100’e yakın genç ve çocuğun eğitim gördüğü, yaratıcı atölyelere katıldığı Güneş Atölyeleri’nin faaliyetlerini de etkiledi…
Hem federal hükümetin, hem de Brüksel bölge hükümetinin Korona’ya karşı empoze ettiği önlemlere uygun olarak, tıpkı ilkbaharda olduğu gibi, bu haftadan itibaren Güneş Atölyeleri de kitlesel katılımlı faaliyetleri askıya almak zorunda kaldı.
Ancak ikinci salgın dalgasının geleceği beklendiği için gerekli önlemler zamanında alındığından tüm eğitim çalışmaları bu haftadan itibaren internet üzerinden yürütülmeye başlandı. Evinde bilgisayarı olmayanların da birer ödünç tablet edinmeleri sağlanarak tüm yetişkin ve genç öğrenciler bu yeni çevrimiçi eğitime dahil edilmiş bulunuyor.
Korona’nın ilkbahardaki birinci darbesinde genç Ermeni dostlarımızdan Sarven Kolukısaoğlu’nu yitirmenin acısını yaşamıştık. Bu satırları yazarken Güneş Atölyeleri’nde eğitim çalışmalarına katkıda bulunan Belçika’nın seçkin insan hakları ve laiklik savunucularından Sergel Noel’i kaybettiğimiz haberi geldi.
Serge’i Türkiye’de 12 Eylül faşist darbesini izleyen 80’li yıllarda yakından tanımıştım. Sanat ve edebiyat çalışmalarının yanısıra Belçika Komünist Partisi’nin günlük gazetesi Le Drapeau Rouge (Kızıl Bayrak) da dahil olmak üzere düzen karşıtı gazete ve dergilere sürekli yazıyor, Türkiye’nin ve insan haklarının ihlal edildiği diğer ülkelerin sorunlarını dile getiriyor, daha da önemlisi yabancı düşmanlığına karşı duran ve laikliği savunan örgütlerde militanlık ve yöneticilik yapıyordu.
Serge, iki yıldır Güneş Atölyeleri’nde de dünyanın çeşitli yörelerinden gelmiş kadın-erkek göçmen ve mültecilere özellikle insan hakları konusunda eğitim vermekteydi.
Serge gibi bir laiklik savunucusunu yitirmiş olmamız, Türkiye’nin İslamcı führeri Recep Tayyip Erdoğan’ın ardı arkası kesilmez provokasyonlarla başlattığı ve giderek cihanşümul bir mahiyet alan laiklik düşmanlığının sadece Müslüman çoğunluklu ülkelerde değil, Fransa, Belçika, İngiltere, Almanya gibi müslüman göçmenlerin yaşadığı ülkelerde de ne kadar tehlikeli boyutlara ulaştığını görmemizin acısını daha da yoğunlaştırdı.
TBMM çatısı altında Tayyip’in tüm sınır ötesi saldırılarına ve komplolarına destek verdikleri için daha önceki yazılarımda Mahşerin Dört Atlısı diye adlandırdığım dört partinin, özellikle de 6 ilkesinden biri laiklik olan CHP’nin laikliği savunan Macron’a Tayyip ağzıyla saldırarak Fransız mamullerini boykot kampanyasına da destek vermiş olması acımızı infiale ve isyana dönüştürüyor.
Hemen bir vurgulama yapmalıyım… Özellikle Müslüman ülkelerden göçmen ve mülteci almış bulunan Avrupa ülkelerinde ekonomik sorunların çoğaldığı 70’li yıllarda yabancı düşmanlığının başladığı, bunun özellikle Müslüman göçmenlere karşı aşırı sağcı partiler ve örgütler tarafından körüklendiği bir gerçektir.
Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’nin henüz üniversite, Erdoğan ve Akşener’in ortaokul ve lise sıralarında bulundukları o dönemde Avrupa’daki yabancı düşmanlığına karşı ilk tavır koyanlar Müslümanlıkla da, Hristiyanlıkla da pek ilgisi olmayan laik aydınlardı. Bunu demokratik değerlere, insan haklarına saygılı oldukları, ırkı, rengi, inançları ne olursa olsun tüm insanları fark gözetmeksizin sevdikleri için yapıyorlardı.
Örneğin Belçika’da, Fransızca RTBF Televizyonunun yabancı düşmanlığı konusundaki bir programında Schaerbeek Belediyesi’nin ırkçı belediye başkanı Roger Nols’un saldırılarına karşı Belçika’daki Müslüman göçmenleri Faslı laik sendikacı bir arkadaşla birlikte ben savunmuştum.
Bugün sabah akşam "İslamofobi… İslamofobi…" diye kıyameti kopartan Tayyip ve benzerleri, müslüman karşıtlığının Avrupa’da yaygın hale gelmesinde göçmen gönderen ülkelerin despotik yönetimlerinin oynadığı rolü kuşkusuz herkesten daha iyi bilirler… O yönetimler değil midir, Müslüman göçmenlerin tasarruflarını alabildiğine sömürenler, onları Ermeni ve Yunan aleyhtarı lobi faaliyetlerinin kitlesel gücü olarak kullananlar, dahası zamanla bulundukları ülkelerin vatandaşlığına da geçerek siyasal ve sosyal planlarda söz sahibi olmaya başlayan genç Müslümanlara kaleyi İslam adına içeriden fetih misyonu yükleyenler?
Avrupa ülkelerinde İslam’a ve İslam militanlarına karşı aşırı sağcı olmayanlarda dahi bir güvensizlik oluşmuşsa, bundan Türkiye’de Müslüm Kardeşler’i ilk kez devlet kadrolarına sızdırtan Demirel, 1971 ve 1980 darbelerinin cuntacı generalleri, cuntalar arası ve sonrası dönemlerde koalisyon hükümetleri oluşturan partilerin liderleri ve nihayet 2002’den beri Tayyip’in one-man iktidarı sorumludur.
Mahşerin Dört Atlısı’nın Tayyip’i desteklemek için Makron’a saldıran ortak bildirisine dönüyorum… "Macron’un İslam’a, onun aziz peygamberi Hz. Muhammed’e ve Müslümanlara yönelik kışkırtıcı, saygısız ve tehlikeli söylemini şiddetle tel’in ve teşhir ediyoruz" diyorlar.
2015’te İslamcı teröristlerin Paris’te Charlie Hebdo dergisini basılıp yaratıcılarının nerdeyse tamamını hunharca katlettiğini, aynı katliamın sayısal olarak daha da büyüğünün aynı yılın sonunda yine Paris’te İslam adına nasıl alçakça tekrarlandığını medyadan izledik.
Ondan bir yıl önce, 2014’te Avrupa’nın başkenti Brüksel’de yine İslam adına Yahudi Müzesi’nin basılarak dört kişinin katledilmesine, 2016 başında da yine İslam adına hem Brüksel Havaalanı’nın, hem de bir metro istasyonunun basılarak onlarca insanın canına kıyılmasına tanık olduk.
TBMM’deki Mahşerin Dört Atlısı o zamanlar nerelerdeydi, İslam adına işlenen bu alçakça cinayetleri "şiddetle tel’in ve teşhir etmek" için neden bir ortak bildiri yayınlamadılar?
Hele hele 16 Ekim’de Fransız öğretmen Samuel Paty İslamcı bir terörist tarafından kafası kesilerek katledildiğinde neden suspus kaldılar?
AKP, MHP ve de İYİP’in İslamcı tutumu hiç de şaşırtıcı değil… Her üçü de 60’lı yıllarda oluşturulan Türk-İslam Sentezi camiasının ürünleridir.
Ya CHP?
Aslında Türkiye’nin yakın tarihini yaşamış olanlar için CHP’nin Tayyip’e, onun şahsında İslamcı faşizme destek ve teslimiyeti pek de şaşırtıcı değil.
Unutulmasın, ABD emperyalizminin ve onun Ortadoğu’daki Petro-dolar beslemesi müttefiklerinin desteğiyle Türkiye siyasal yaşamına nüfuz eden Müslüman Kardeşler’in niyetlerini ve iktidar hesaplarını daha 60’lı yılların ikinci yarısında Ant Dergisi’nde belgeleriyle açıklamıştık.
Erdoğan’ın hayran olduğu süper mürşit Necip Fazıl Kısakürek’in Bâbıâlide Sabah Gazetesi, 10 Ekim 1967 tarihli sayısında açıkça şu tehditleri yayınlayabiliyordu: "Ey Allahsız, kitapsız, dinsiz, imansız, kızıl köpekler! Ölüm, sizlere ölüm... Ey kızıl sürüleri! İslam arslanları, Türk yiğitleri kükredi. Hudutlarımızın içinde size ve sizin bütün şer organlarınıza ölüm yağdıracağız, ölüm!"
Yine Erdoğan’ın hayran olduğu ve cenazesini bizzat kaldırdığı Mehmet Şevket Eygi de 31 Ekim 1967 tarihli Bugün Gazetesi’nde açıkça katliam fetvası veriyordu: "Türkiye'de komünizmin himaye edildiğine, islamiyetin ise baltalandığına dair apaçık deliller vardır. Artık müslümanlara düşen vazife, uyanık ve hazırlıklı olmaktır. Önümüzde taze ve ümit verici bir örnek vardır. Endonezya'daki komünist kıyımı. Yüzbinlerce komünist öldürüldü. Karadaki hayvanlar, denizde balıklar insan etine doydu. Korkunç bir komünist kıyımı oldu. Fakat Endonezya kurtuldu."
Bunu bile bile 12 Mart darbesini izleyen görece açılım döneminde, 1974’te, MSP’yi iktidar ortağı, Necmettin Erbakan’ı başbakan yardımcısı yapan, İslamcıların devlet kadrolarına sızarak kilit noktaları işgal etmelerine göz yuman CHP’nin Kıbrıs fatihi lideri Bülent Ecevit’tir.
Üzerinden 28 yıl geçtikten sonra, sadece Türkiye’nin başına değil, dünyanın başına İslamcı despot kesileceğini bile bile 2002 yılında Recep Tayyip Erdoğan’a başbakanlık yolunu açan zamanın CHP lideri Deniz Baykal’dır.
Kimse CHP lideri Baykal’ın Tayyip’e iktidar yolunda kırmızı halı döşemesini onun bilgi noksanlığına ya da saflığına vermeye kalkışmasın.
Erdoğan’ın hangi yolun yolcusu olduğu, Türkiye’de İslamcı faşist bir rejim kurma hırsı taşıdığı aktif politikaya girişinin daha ilk yıllarında yaptığı konuşmalarla ayan beyan ortadadır.
Kısaca anımsatalım… 1954'te İstanbul'da doğan Erdoğan 1973 yılında İstanbul İmam Hatip Lisesi'nden mezun olmuş, o yıllarda faşistlerin kümelendiği MTTB’de ve İslamcı kuruluşlarda militanlık yaptıktan sonra 1976 yılında Milli Selamet Partisi (MSP) İstanbul Gençlik Kolları Başkanlığı'na seçilerek siyasal kariyerine başlamıştır.
1984 yılında Refah Partisi Beyoğlu İlçe Başkanı, 1985 yılında ise RP İstanbul İl Başkanı ve Merkez Yürütme Kurulu üyesi olan Erdoğan, 27 Mart 1994 yerel seçimlerinde bölük pörçük olan "Ortanın Solu"nun oylarının bölünmesi sayesinde İstanbul'un Büyükşehir belediye başkanlığına seçilmiştir.
Daha RP İstanbul İl Başkanı iken, 1994’te partinin Ümraniye ilçe teşkilatının açılışında yaptığı konuşmadan siyasette gerçek amaçlarının ne olduğunu açık seçik ortaya koymuştur:
"Tutturmuşlar laiklik elden gidiyor... Yahu bu millet istedikten sonra, tabii elden gidecek yahu! Sen bunun önüne geçemezsin ki... Millete rağmen bu yürümez zaten. Sonra nedir bu laiklik Allah aşkına?
"Hem laik, hem Müslüman olunmaz. Ya Müslüman olacaksın, ya laik. İkisi bir arada, ters mıknatıslanma yapar. ‘Ben Müslümanım’ diyenin tekrar yanına gelip bir de ‘Aynı zamanda laikim’ demesi mümkün değil. Niye? Çünkü Müslümanın yaratıcısı Allah, kesin hâkimiyet sahibidir. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir, koskoca bir yalan. Egemenlik kayıtsız şartsız Allah’ındır.1.5 milyarlık İslam âlemi Müslüman - Türk milletinin ayağa kalkmasını bekliyor. Kalkacağız. Işıkları göründü. Allah’ın izniyle bu kıyam başlayacak."
Bunlar da Ekşi Sözlük’ün Tayyip’in farklı zamanlardaki konuşmalarını yansıtan gazete kupürlerinden seçmeler:
"Bütün okullar imam hatip yapılacak." (Cumhuriyet, 17.9.1994)
"Elhamdulillah şeriatçıyız." (Milliyet, 21.11.1994)
"Yılbaşına karşıyım." (Sabah, 19.12.1994)
"Ben istanbul'un imamıyım." (Hürriyet, 8.1.1995)
"İmamlar da nikah kıysın." (Milliyet, 9.5.1995)
"Ben, meclis'in dua ile açılmasından yanayım." (Milliyet, 8.1.1996)
"Cumhurbaşkanı'nın imam hatipli olacağı günler yakındır." (Akit, 5.2.1996)
Sadece CHP ve uzun yıllar "Türkiye’yi demokratikleştirecek" diye Tayyip’e destek veren bazı solcular değil, neyin nesi olduğunu Türkiye’deki misyonları aracılığıyla pek iyi bildikleri halde ona Avrupa Birliği’nin kapılarını aralayan Avrupa devletleri yöneticileri de bugün varılan yürekler acısı durumun sorumlularıdır.
Erdoğan’ın 1994’teki Ümraniye konuşmasında "Avrupa Topluluğu’na girmek için koşturuyorlar. Onlar da bizi almamayı düşünüyorlar. Eee!... Biz de girmemeyi düşünüyoruz. Avrupa Topluluğu’nun asıl adı Katolik Hıristiyan Devletler Birliği’dir" dediğini bilmiyorlar mıydı?
Evet üzerinden tam 26 yıl geçti… Tayyip Erdoğan söylediği bu sözlere hep sadık kalmış, "Katolik Hıristiyan Devletler Birliği" dediği Avrupa Birliği’nin tüm devletlerine bugün İslamiyet adına savaş açmıştır.
Üstelik de kendisi Türkiye’de tüm muhaliflerine gözü dönmüşçesine her türlü faşizan baskıyı uygularken büyük bir pişkinlik ve cüretle Avrupa devlet ve hükümet başkanlarını "faşist" olmakla suçlayarak…
Tayyip "Bizim kitabımızda faşizm yok!" diyor… Gayet net, şecaat arzederken fıtratın söylüyor! Çünkü faşizm, yaptıklarıyla sabit, onun kendi fıtratında!