Doğan Özgüden
'İslamofob' diye damgalanmaktan korkanlar!
27 Mart’ta başlayan 14 günlük oy verme gerilimi diğer ülkelerde olduğu gibi Belçika’da da 9 Nisan’da sona erdi. Dört kilitli kapılar ardında iki gün boyunca korumaya alınan kırmızı oy torbaları THY’nın tahsis ettiği uçakla Köln üzerinden Türkiye’ye gönderildi. Resmi verilere göre Belçika’daki 137.675 seçmenin yüzde 53’ü oy kullanmış bulunuyor. 1 Kasım 2015 seçimlerindeki yüzde 42’lik oy oranına göre katılımda ciddi bir artış olduğu kuşkusuz. Yurtdışında genel katılım oranının yüzde 48’de kaldığı göz önünde tutulduğunda da Belçika’da oy kullananların sayısındaki artış daha da dikkat çekici...
Bu artışta şimdiye kadar Türkiye siyasetiyle pek ilgilenmeyen yurttaşların da bu kez AKP ve MHP dışındaki partilerin Tayyip diktasına karşı başarılı bir "Hayır" kampanyası yürütmesi sayesinde sandık başına koşması kuşkusuz önemli rol oynadı... Ancak katılımın artışının nedeni tabii ki sadece bu değil.
Her zaman olduğu gibi Avrupa’nın başkentini Türk lobisinin vitrini olarak gören AKP iktidarı Belçika’da "Evet" oyu kullanacakların sayısını artırmak için bu kez ortağı MHP’nin de desteğiyle şiddet uygulaması dahil her yola başvurdu. Terör Brüksel Başkonsoluğu’nda Kürt seçmenlerin bıçaklanmasına kadar vardırıldı.
AKP-MHP ittifakının referandum kampanyasında kullandığı en önemli silah ise hiç kuşkusuz olayı İslam’ın "gavur"a karşı cihadının, hilal’in haç’a karşı kavgasının önemli bir aşaması olarak sunmasıydı. İlk kez Brüksel’deki Ak Parti Belçika’nın afişlerinde kullanılan bu kin ve nefret dolu söylem, AKP temsilcilerinin Almanya ve Hollanda’da propaganda yapmasının yasaklanmasından sonra bizzat Erdoğan tarafından "Evet" kampanyasının ana şiarı haline getirildi.
Almanya’da konuşması engellenen bakan eskisi Taner Yıldız’ın Belçika’daki kampanyayı aynı gün hem Beringen’deki Fatih Camii’nde hem de Türk kökenli sosyalist belediye başkanı Emir Kır’ın hoşgörüsüyle Brüksel’in göbeğinde dinsel ağırlıklı konuşmalar yaparak açması "Evet"çiler için büyük bir destek oldu.
Almanya ve Hollanda yöneticilerinin aksine Belçika’dakilerin AKP propagandacılarının cihadına ses çıkartmaması, Diyanet Vakfı’nın talimatıyla casusluk yaptıkları belgelenen imamların Türk camilerinde beyin yıkaması, bazı işadamlarının kamyonetlerini Tayyip posterleriyle donatarak önemli kentlerin meydan ve sokaklarında sefere koyması, birçok Türk işyerinin vitrinlerinde sadece Tayyip posterlerine yer verilmesi Türk yurttaşlarının oylarını önemli ölçüde etkiledi.
Bununla da yetinilmedi, oy verme süresinin son günlerinde hem AKP’nin Belçika’daki anteni Avrupa Türk Demokratlar Derneği (UETD), hem de MHP’nin yan örgütü Belçika Türk Federasyonu (BTF) Brüksel ve Anvers dışında yaşayan Türk seçmenleri konsolosluklara taşımak için onlarca otobüsü seferber etti.
Referandumda seçmenlerin herhangi bir seçim sandığında oy kullanmaları mümkün olduğu için Belçika’daki "Evet" performansını yüksek göstermek üzere komşu ülkelerden de otobüslerle seçmen taşındığı söyleniyor.
UETD ve BTF temsilcileri birlikte yürüttükleri bu kampanyanın etkinliğinden öylesine emin ki, oy sandıklarının kapandığı gün Türk medyasına verdikleri demeçlerde Belçika’da yüzde 70-80 arasında "Evet" oyu beklediklerini söyleyebiliyorlardı.
Ülke dışındaki ve Belçika’daki yurttaşların neyi tercih ettiklerini, Tayyip’in cihatçı kampanyasının onlar üzerinde ne denli etkin olabildiğini 16 Nisan Pazar akşamı öğrenebileceğiz.
Şu anda kesin olarak bildiğimiz tek şey, bu kampanya sırasında Belçika yöneticilerinin ve siyasetçilerinin Tayyip propagandacıları karşısında takındığı pasif ve teslimiyetçi tavrın, bu kez Belçika iç siyaseti planında da sürmekte olması.
Örneğin Flaman Bölge Hükümeti’nin İçişleri Bakanı Liesbeth Homans, Erdoğan propagandası yapılan Beringen’deki Fatih Camii hakkında işlem başlattığında sosyalist’iyle, hristiyan’ıyla, yeşil’iyle tüm partiler kendisini "İslamofob" olmakla suçlayarak camileri denetleme yetkisinin elinden alınması için seferber oldular.
Belçika Federal Hükümetinin Kürt kökenli devlet bakanı Zuhal Demir de Belçika’daki islamist yapılanmaya karşı tavır koyarak Tayyip’i destekleyen Türk kökenli siyasetçileri eleştirdiği ve bunlara sahip çıkan CD&V’yi "müslümanlar partisi" olarak nitelendirdiği için yer yerinden oynadı. Kendisinin bakanlıktan düşürülmesi için yoğun bir kampanya başlatıldı. O da "İslamofob" damgası yemekten kurtulamadı.
Bu karşı kampanyaya Türk medyası da "PKK’lı bakan Belçika’yı karıştırdı!" suçlamalarıyla katılmakta gecikmedi.
Flaman gazetelerine yaptığı açıklamalarda Demir, Türk aşırılarından sürekli tehdit mesajları aldığını da vurguluyor.
Öyle görünüyor ki, Belçika’nın en demokrat ve ilerici çevrelerinde dahi islamcı yapılanmaları ve propagandaları eleştirmede biraz cesur davranılınca "islamofob" damgası yeme korkusu gittikçe daha ağır basmakta.
Bunları söylerken Belçika’da diğer demokratik göçmen ve sürgün örgütleriyle birlikte 40 yılı aşkın süredir verdiğimiz mücadelenin ilk günlerine gidiyorum. Belçikalılar artık madenlere inmediği, ağır ve pis işlerde çalışmayı reddettiği için Fas ve Türkiye’den getirtilen müslüman işçilerin eşit haklardan yararlanması, Belçika sosyal ve siyasal yaşamına aktif olarak katılmalarının sağlanması için yürüttüğümüz kampanyaları düşünüyorum...
O günlerdeki mücadele, inancı ne olursa olsun Belçika toprağında yaşayan, çalışan her kişinin birey olarak, yurttaş olarak eşitliğinin tanınması, seçme ve seçilme hakkına sahip olabilmesi mücadelesiydi.
Suudi Arabistan’ın, Türkiye ve Fas’taki gerici yönetimlerin müslüman yurttaşlar üzerindeki etki ve baskılarının artması sonucundadır ki bu eşit haklar mücadelesi kısa sürede İslam kurallarını Belçika toplumuna dayatma mücadelesine dönüştü.
90’lı yıllarda Almanya’da demokratik hakların tanınması için komünistlerin, sosyalistlerin, dindarların da katılımıyla yapılan geniş kapsamlı bir toplantıyı anımsıyorum. O sırada Avrupa Milli Görüş Teşkilatı’nın genel sekreteri olan Ali Yüksel de toplantıdaydı. Tayyip’in de çocukluk arkadaşı olan üç eşli bu kişi o sırada Milli Görüş tarafından "Avrupa Şeyhülislamı" ilan edilmişti.
Göçmenlerin topluma entegrasyonu konusu tartışılırken Ali Yüksel söz alarak göçmenlerin kişi olarak entegrasyonuna karşı olduklarını, İslam’ın tüm kurumlarıyla Avrupa toplumlarına entegre edilmesi gerektiğini söylemiş, bu nedenle aramızda sert tartışmalar olmuştu.
Son gelişmelere bakılırsa "Şeyhülislam" efendinin görüşünün Avrupa toplumlarında nasıl etkin olduğu ayan beyan... Evet, İslam sadece entegre olmakla kalmadı, kendi kurallarını, yaşam biçimini yerel kurumlara, partilere, medyaya, sivil toplum örgütlerine de dayatmayı başarmış bulunuyor.
Bu dayatmayı kabullenmeyen her kuruluşu, her kişiyi "İslamofob" olarak damgalamak cihatçıların, onların ağa babası durumundaki Suudi’lerin, Tayyip’lerin en etkin silahı...
Evet, Tayyip bu silahı son derece başarıyla, tehdit ederek, göz korkutarak, şantaj yaparak alabildiğine kullanıyor. Özellikle Belçika’da...
Hele 16 Nisan referandumunda Belçika’daki Türk’lerin çoğunluk oyu "Evet" çıkacak olursa, hiçbir Belçika partisinin Tayyip dayatmalarına direnmesi mümkün olamayacak... "Naziler", "Gavurlar" diye ettiği küfürlere rağmen... Olamayacak, çünkü bir yıl sonra yapılacak yerel seçimlerde, 2019’daki Fedederal Parlamento, Avrupa Parlamentosu ve özellikle de bölge meclisleri seçimlerinde bu partilerin herbiri özellikle Brüksel’in Saint-Josse, Schaerbeek, Molenbeek belediyelerinde Türk kökenli seçmenlerin oyuna muhtaç... Bunun için de Tayyip despotizmine karşı asla ağzını açmayan Türk kökenli adaylar yine liste başlarına yerleştirilecek.
Bu nedenledir ki, birkaç hafta önce Avrupa başkentinde özel harekatçı polislerin temsilcisine konferans verdirdiğini belgelediğimiz Brüksel Parlamentosu’nun Türk kökenli başkan yardımcısına ne Parlamento yönetiminden ne de üyesi bulunduğu Sosyalist Parti’den tek eleştiri ve uyarı gelmiş değil... Bu parti, Taner Yıldız’a Brüksel’in göbeğinde propaganda konuşması yapma olanağı tanıyan Saint-Josse Belediye Başkanı Emir Kır’ın bu Tayyipçi tavrı karşısında da suspus...
Daha önceki yazılarımda da vurgulamıştım. Belçika’da Tayyip anayasasına "hayır" oylarının çoğunluk olması sadece Türkiye’nin demokratikleşmesine mütevazi de olsa bir katkı sağlamakla kalmayacak, Belçika’da "islamofob" damgası yemekten ödleri patlayan siyasal liderleri de bir nebze kendine getirecektir.
Umalım 16 Nisan hem Türkiye için hem de Belçika için hayırlı bir gün olsun!