ispanya alevilere teslim

şu yangın yerinde haber alma, haber verme, ifade özgürlüğü haklarımıza ve cezaevlerindeki meslektaşlarımıza sahip çıkamamanın vebali de az şey değil.

türkiye en fazla sayıda gazetecinin cezaevinde olduğu ülkeler arasında. dünyanın birçok yerinde gazeteci, yazar ve insan hakları örgütleri yayınladıkları bildirilerde ülkemizdeki basın ve ifade özgürlüğüyle ilgili endişelerini ifade ediyor.

aslında türkiyeliler basında okudukları, duydukları konusunda hep bir şüphe payı taşır, haklı olarak. bu ülkede basın hiçbir zaman tamamen özgür ve tarafsız olmadı. ama bugün yaşadığımız bambaşka bir durum. çoğu gazete artık –ama siyasi ama ticari- basın bültenlerinin bir toplamı olarak yayınlanıyor demek haksızlık olmaz.

aslında internetin bu kadar genişlediği ve yaygınlaştığı bir dünyada ifade özgürlüğünün kullanılmasını engellemek mümkün değil. ama internet, bir yayını finanse etmenin çok zor olduğu bir mecra. ayrıca baskıdan tamamen muaf da değil. çeşitli sitelere sürekli olarak engelleme geldiğini, tekrar tekrar açıldıklarını biliyorsunuz; örneğin sendika.org en son 41’deydi. ama bu başka sorunların yanı sıra her seferinde masraf etmek anlamına geliyor.

ekonomik baskı bununla sınırlı değil tabii. patronlara yönelik olan boyutu çok yazıldı. ama emekçiler üzerindeki ekonomik baskı daha önemli. yüzlerce gazeteci son dönemde işten atıldı. çoğu hâlâ işsiz. bu da birçok gazetecinin sosyal güvenceden uzak, zaman zaman asgari ücretin altında çalışmaya razı olması anlamına geliyor.

öte yandan internet, herhangi bir editoryal müdahaleden geçmemiş, herhangi biçimde sağlaması yapılmamış bilgilerin, yanlış dilbilgisi ve kötü bir türkçeyle boca edildiği bir veri, hikâye ve enformasyon yığını barındırıyor.

sadece internet de değil. başlıkta gördüğünüz cümle, geçtiğimiz günlerde, bir televizyon kanalında ispanya’daki yangınla ilgili bir haberde altyazı olarak geçti. bu bir tesadüf ya da kaza değil, her ay onlarca böyle örnekle karşılaşıyoruz, sadece komik ve çarpıcı olanlar gündeme geliyor. yani baskılar, aynı zamanda bir meslek olarak gazeteciliğin de sonunu getiriyor. ayrıca insanlar dili en çok televizyon ve radyo yayınları, gazete ve dergilerden öğreniyor. o yüzden bugünkü kötü türkçeden sadece akıllı telefon kullanımı sorumlu değil.

öte yandan şunu da unutmamalı. basına yönelik baskıları ifade özgürlüğüyle sınırlamak doğru değil. basın özgürlüğü her şeyden önce halkın haber alma, gerçeğe ulaşma hakkıyla ilgili. ve türkiye nüfusunun ezici çoğunluğu internet kullanmıyor, kullansa bile hangi bilgiyi nerede bulacağını bilmiyor, haber ve görüş olarak akşamları ekranda gördüklerini dikkate alıyor.

yani gazetecilerin hapiste olmasının, basın üzerindeki baskıların hayatımızı boydan boya kesen ve toplumun tamamını etkileyen sonuçları var.

ama bunun bütün gazeteci kuruluşları tarafından dikkate alındığını söylemek zor. geçtiğimiz hafta disk basın-iş adına bükreş’te avrupa gazeteciler federasyonu’nun yıllık toplantısına katıldım. toplantı öncesinde italyan delegasyonunun türkiye ile ilgili harekete geçilmesi için verdiği önergeye basın-iş olarak bazı eklemeler yaptık. federasyonda teamül, söz konusu ülkenin gazeteci örgütlerinin önerge üzerinde anlaşması yönünde. ancak tgs temsilcisi, bizim eklemelerimizin olduğu önergeye yol vermeyi, tek başına karar veremeyeceği gerekçesiyle reddetti; oysa hepimiz, her delege, çeşitli önergelere o salonda yapılan eklerle ilgili kendi inisiyatifimizle oy kullanıyorduk. sonuçta iki önerge –yani italyan delegasyonunun ilk versiyonu ve bizim eklemelerimiz olduğu versiyon- ayrı ayrı oylandı, ve ikisi de salt çoğunluğun oyunu almadığı için kabul edilmedi. bunun üzerine salonda tepki gösterenler oldu; içlerinde beni en fazla etkileyen, türkiye ile yakın ilişkiler içinde olan bir ülke (arkadaşı korumak için adını vermeyeceğim) delegesinin söyledikleri oldu: "benim hükümetim türkiye ile işbirliği içinde, türkiye’de hapiste olan gazetecilerle dayanışma gösterisine katıldığım için tutuklandım, özel hayatımda çeşitli sıkıntılar yaşadım. burada bir karar çıkaramamamız utanç verici." iki önerge de değerlendirilmek üzere yürütme kuruluna verildi. bütün bunları sendikal bürokrasi ya da sendikal rekabetle açıklamak bana yeterli gelmiyor. ama şu yangın yerinde haber alma, haber verme, ifade özgürlüğü haklarımıza ve cezaevlerindeki meslektaşlarımıza sahip çıkamamanın vebali de az şey değil.

ayşe düzkan