israil’i normalleştirmeli mi?
doğrudan sivilleri hedef alan israil saldırılarını, iki silahlı güç arasında gerçekleşen bir savaş olarak tanımlamak mümkün değil. yani filistin ve israil konusunda adil talep barış olamaz.
geçtiğimiz günlerde eriha’da filistinli ve israilli kadınlar barış temalı ortak bir gösteri düzenledi. filistin direnişinin ikonlarından leyla halid de, filistin kadın komiteleri birliği de "normalleşme" çabalarına hizmet ettiği gerekçesiyle bu eylemle ilgili çok sert tepki verdiler. bu, özellikle filistin’i kürt meselesiyle simetrik okumaya çalışanlar için ilk bakışta şaşırtıcı görülebilir.
izninizle, çok yazılıp çizilmiş, benim de bu mecra da dahil olmak üzere ele aldığım birkaç temel noktayı hatırlatacağım. israil birleşmiş milletler kararlarını sürekli olarak çiğneyen, işgalle kurulmuş gayrı meşru bir devlet; hatta o kadar ki israil’den devlet değil bir oluşum (entity) olarak söz etmeyi tercih edenler var. israil’in sınırları bile belirlenmiş değil, filistin toprağını sürekli işgal ederek genişliyor. o yüzden israil açısından normalleşme büyük bir önem taşıyor. bu sadece diplomasi ve siyasetle değil, kültür, sanat, spor vb alanlarla da sağlanıyor. filistinlilerin kültürel boykot vb. taleplerinin arkasında bu tespit var. (örneğin çok kısa bir süre önce hem filistinliler hem de israil vatandaşları tarafından nick cave’e israil’de konser vermeme çağrısı yapıldı.)
bu, israil’de işgale karşı güçlü bir muhalefet olduğunu düşündürmesin. malum, tarih, birçok ülkede muhalif grupların kendi devletlerinin sömürgeci politikalarına karşı çıkmadığını gösterir. aynı şey, israil’deki muhalifler için de geçerli ve işgalden değil, onun kendilerine getirdiği (militarize bir toplumda yaşamak vb.) külfetlerden rahatsızlıklarını dile getiriyorlar.
dünyanın en büyük askeri güçlerinden biri olan israil ile filistin direnişi arasındaki çatışmayı, durdurulması, son bulması gereken bir "savaş" olarak ele almak mümkün değil. çünkü başka örneklerden biraz farklı olarak, israil, sadece direnişi bastırmak için şiddete başvurmuyor. işgal askerleri, köy baskınlarıyla, her gün tutuklamalarla filistinlileri canlarından bezdirirken, genellikle silahlı da olan yerleşimciler filistinlileri evlerinden ve topraklarından atıp oralara yerleşiyor.
mesele bağımsız devlet mi?
daha önemlisi şu, filistin direnişinin taleplerini bağımsız bir filistin devletinin kurulmasıyla sınırlı görmek doğru değil.
bunu biraz ayrıntılandırmak istiyorum.
bugün filistinliler başlıca üç biçimde hayatlarını sürdürüyor; tarihsel filistin’de yani bir zamanlar tek bir filistin ülkesi olan topraklarda yaşayan iki grup var. birinci grup, gazze ve batı şeria ile sınırlı olan filistin toprağında bulunanlar. nasıl zor koşullarda yaşadıklarını az buçuk biliyorsunuz. ikinci grup, 48 arapları da denen ve israil sınırları içinde yaşayıp israil vatandaşı olan ve yahudi israillilerle yasalar önünde bile eşit olmayan yani apartheid’e maruz kalan filistinliler. bir de, 1948’de, israilli tarihçi ilan pappe’nin etnik temizlik olarak tanımladığı nakba sürecinde yerlerinden edilerek dünyanın dört bir yanına dağılmış olan filistin diasporası var. bu azımsanmayacak bir topluluk, nitekim suriye savaşına kadar dünyanın en büyük mülteci grubu filistinlilerdi. ve filistinlilerin yaşadıkları her şeyin müsebbibi israil’in varlığı, dolayısıyla bunu normalleştirmek kabul edilebilir değil.
dünyanın pek çok yerinde örgütlenen ve içinde yahudilerin de bulunduğu israil’e karşı boykot, yatırımların geri çekilmesi ve yaptırımlar hareketi, üç temel talep tanımlar:
-arap topraklarındaki işgalin ve sömürgeleştirmenin son bulması, apartheid duvarının yıkılması,
-israil vatandaşı olan filistinlilerin bütün vatandaşlık haklarının tanınması,
- birleşmiş milletler’in 194 sayılı kararına uygun olarak bütün filistinli mültecilerin yurtlarına ve mülklerine dönmelerinin sağlanması.
filistin islami bir dava değil
konu bununla sınırlı değil. filistin solu, ürdün nehrinden akdeniz’e uzanan tarihsel filistin toprağında her inançtan filistinlilerin birlikte yaşayacakları tek bir demokratik filistin devleti kurulmasını öneriyor. burada, bütün filistinlilerin müslüman olmadığını, israil’in hristiyan filistinlilere de baskı yaptığını, israil vatandaşı yahudilerin hristiyan ibadethanelerine zarar verdiğini de hatırlatayım. filistin davası bir islam davası olsaydı, israil’in örneğin ışid’le, suudi arabistan’la arasının iyi olması mümkün olur muydu?
ama bunun "gerçekçi" olmadığı, israil’in yanı sıra bağımsız bir filistin devletinin kurulmasının tek çözüm olduğu, özellikle geçtiğimiz yıl, uluslararası düzeyde sık sık dillendirilir oldu. oysa israil’in varlığını sürdürmesine dayanan "iki devletli çözüm" de işgali normalleştiriyor. ayrıca bilindiği gibi, bm’de gözlemci düzeyinde temsil de edilen bir filistin yönetimi var. ama bugün de birçok ülkenin resmen tanıdığı bu yönetimin bir resmi devlet statüsü kazanması, dünyanın en büyük silah sanayilerinden birinin sahibi, abd’nin bölgedeki en önemli ortaklarından olan, büyük bir sömürgeci gücü durdurabilir mi? birçok birleşmiş milletler kararını çiğneyen israil yeni anlaşmaları ve kararları tanımasını ne sağlayabilir?
direnişin geleceği belirleyici
o yüzden, geçtiğimiz günlerde filistin yönetimindeki en ağırlıklı siyasi güç olan fetih ile hamas arasında sağlanan ulusal mutabakatın büyük önemi var. burada da küçük bir hatırlatma yapayım. bilindiği gibi, 1987 yılında kurulan, islami direniş hareketi hamas, 2006 yılında düzenlenen genel seçimde gazze’de yönetimi kazanmış ancak batı şeria’yı kontrolü altında tutan filistin yönetimi’nin başındaki fetih, hamas’ı tanımamıştı. nitekim filistin solu uzun zamandır, filistin’de seçim yapılmasını talep ediyor.
aslında mutabakat süreci, hamas’ın mayıs ayında yeni bir siyaset bildirgesi açıklamasıyla başladı. bu bildirgede hem fetih’e yönelik tutumunda yumuşama vardı hem de, "nehirden denize özgür filistin" fikrinden vazgeçmemekle birlikte, kuruluş bildirgesinden farklı olarak 1967 sınırları içinde bağımsız bir filistin devletine, yani "iki devletli çözüm"e yol veren ifadeler yer alıyordu.
hamas ve fetih arasındaki anlaşma başta gazze olmak üzere filistinliler arasında sevinçle karşılandı. filistin yönetiminin gazze’ye yönelik yaptırımları, buradaki insani krizde büyük rol oynadığı için, bu uzlaşmanın her şeyden önce filistinlilerin yaşam koşullarını iyileştireceği muhakkak.
ancak filistinli hiçbir siyasi örgütünün işlevini "yönetim"le sınırlı görmek mümkün değil. bunların hepsi direnişin parçası oldukları oranda anlamlı (fetih’in bu açıdan eleştirilecek ve eleştirilen çok edimi var!) ve bu açıdan bakıldığında anlaşmada boşlukta kalan noktalar görülüyor; bunların başında silahlı direniş birimlerinin istikbali geliyor. fhkc genel sekreteri ahmad sa’adat’ın da bulunduğu hapishane birimi, konuyla ilgili yaptığı açıklamada, bir ulusal mücadele stratejisi çizilmesinin gerekliliğine dikkat çekerek direnişin silahlarının meşru olduğunu vurguluyor. nitekim hamas’ın da silahsızlanmayı kabul etmediği bilgisi kamuoyuna ulaştı.
bilindiği gibi israil’in gazze’ye yönelik son bombardımanı 2014 yılında gerçekleşti. doğrudan sivil nüfusu hedef alan bu ve benzeri saldırıları, iki silahlı güç arasında gerçekleşen bir savaş olarak tanımlamak mümkün değil. yani filistin ve israil konusunda adil talep barış olamaz.
biz feministler açısından taleplerimizin araçsallaştırılması yeni değil. hatırlarsınız, abd afganistan’ı işgal ederken "kadın özgürlüğü" temasını kullanmıştı. kadın barış hareketlerinin önerilerinin de zaman zaman bu şekilde araçsallaştırılması mümkün. hem (halen diasporada yaşayan ve doğup büyüdüğü filistin’e geri dönemeyen) leyla halid’in hem de (birçok kaynağın feminist bir eylemci olarak tanımladığı genel koordinatörü hitam el saafin’in üç aylık bir tutukluluğun ardından yeni serbest bırakıldığı) filistin kadın komiteleri birliği’nin tepkisini bu çerçevede anlamak gerektiğini düşünüyorum.