İstibdat üzerine

Neo-liberalizm iflas ederken 20. yüzyılın ideolojisi faşizme sarılıyor. Her ülkenin somut durumu özel ama Başkanların esin kaynağı aynı: Lider kültü, biat eden kitleler, gerçeğe karşı yalan…

Her ay Türkçe, Fransızca, İngilizce okumak istediğim herhalde yüzlerce kitap çıkıyor. Bunların arasından hem işlevsel hem de zevkime uygun olanları seçmek kolay değil. İlgilendiğim alanlarda yayınlanan kitap tanıtım ve eleştiri yazılarını izlerim, eş-dost bazen bir kitap önerir. Nadiren de olsa kitapçıda bir başlık cezbeder. Alırım. Timothy Snyder’in ‘’İstibdat Üzerine’’ (On Tyranny) başlıklı ve ‘’20. Yüzyıldan 20 Ders’’ altbaşlıklı 126 sayfalık kitabına (The Bodley Head, 2017) Köln’de bir kitapçıda rastladım. Arka kapak ve içindekileri okuduktan sonra kasaya gittim. Yazar, Yale Üniversitesinde Tarih profesörü. Avrupa tarihi uzmanı.

Sayfaları çevirirken önce herkesin bu kitabı okumasını istedim. Sonra da mutlaka Türkçeye çevrilmesi gerektiği kanaatine vardım.

Meslektaşımız Ece Temelkuran, adeta tek başına bir düşünce kuruluşu gibi çalışarak, birçok yabancı dile çevrilen kitabının (How to Lose a Country: The 7 Steps from Democracy to Dictatorship / Bir Memleket Nasıl Batar: Demokrasiden Diktatörlüğe Geçişte 7 Adım) Avrupa ve ABD’deki büyük kentlerde düzenlenen tanıtım toplantılarında, önemli gazetelerde yayınlanan söyleşilerinde, Türkiye örneğinden yola çıkarak mevcut neo-liberal, sağcı, popülist istibdat rejimlerini tahlil ediyor, irdeliyor.

Snyder de Trump’un ABD Başkanı seçilmesiyle, ülkesinde gelişen zulüm, baskı, gaddarlığın kökenlerini deşiyor. Sık sık Hannah Arendt’a, Victor Klemperer’e (LTI Nasyonal Sosyalizmin Dili, İletişim) atıfta bulunuyor. Gerek Nazi Almanya’sından gerek müteveffa Doğu Blokundaki uygulamalardan örnekler veriyor.

Kendisi Hoca olduğu için bazen çok didaktik bir tonda okurlarına, yurttaşlara müstebit rejimlere karşı neler yapabileceklerini, yapmaları gerektiğini de yazıyor. Öyle solcu bir akademisyen değil. Daha çok liberal, ama özgürlükçü bir teorisyen kimliğine sahip.

20 ders başlığı arasında en çok ilgimi çekenler – çünkü sanki Türkiye’yi anlatıyor- ‘’Önceden İtaat Etmeyin’’, ‘’Tek Parti Devletinden Uzak Durun’’, ‘’Gerçeğe İnanın’’, ‘’Soruşturun’’, ‘’Başka ülkelerdeki meslektaşlarınızdan öğrenin.’’

‘’Gerçeğe İnanın’’ bölümünün önemli bulduğum kısımlarını özetle çevireyim:

Olgulardan ayrılmak özgürlükten ayrılmak demektir. Eğer hiçbir şey gerçek değilse, o zaman hiç kimse iktidarı eleştiremez, çünkü bu eleştiriyi yapmak için bir temel yoktur. Eğer hiçbir şey gerçek değilse, o zaman her şey gösteri demektir. Bu ortamda da en çok parası olan en çok göz kamaştıran ışığın parasını öder.

‘’Duymak istediklerinizle aslında gerçekte olup biten arasındaki farkı reddettiğiniz zaman istibdata boyun eğiyorsunuz demektir’’ giriş cümlesiyle dersine başlayan Hoca, gerçeği reddederek insanların kendilerini doğal, hatta memnun hissedebileceklerini belirtiyor. Nazi döneminde tuttuğu günlüklerde, Nazi ideolojisinin nasıl bir söylem ve uygulama ile zihinlere kazındığını somut örneklerle açıklayan Klemperer’e göre, gerçeği öldürmenin dört yolu var ki, bu dört yöntemin somut tezahürlerine bugün başta ABD olmak üzere birçok ülkede tanık oluyoruz.

  • Denetlenebilir gerçeğe sırt çevirip uydurma sözleri ve yalanları olgu olarak kabul edip anlamak. Trump’ın mesela, 2016 yılındaki Başkanlık seçimleri kampanyası boyunca yaptığı konuşmalarda, yayınladığı bildirilerde öne sürdüğü 100 olgudan 78’i doğru değildi. Bu çok yüksek bir oran. Bu nedenle gerçeği ifade etmek, böyle bir ortamda, garip ya da marjinal konuma düşürebilir insanları. Çünkü Trump artık kendine uygun bir dünya - ki hakiki dünya ile %78 oranında çelişiyor- yaratmış ve bu temel üzerinden gerçek diye pazarladığı bir dizi yalanı kurgulamıştı.
  • İkinci yöntem, Şamanvari bir büyücü yaklaşımı. Klemperer’in de saptadığı üzere faşist üslup ‘’sonsuza kadar tekrar’’ üzerine kurulu bir yöntem. Bu tekrarlar, kurguyu gerçek yerine koymayı amaçlıyor. Faşist liderin dilinden düşürmediği bir dizi slogan ya da ibare, bir süre sonra onu izleyen kitlelerin söylemine de giriyor, dolayısıyla etki alanını genişletiyor ve yaygınlaşıyor.
  • Üçüncü yöntem sihirli düşünce ya da çelişkileri açıkça benimsemek. Mesela Trump, seçim kampanyası sırasında, bütün yurttaşlardan alınan vergilerden indirim yapacağını, kamu borçlarını azaltacağını, ayrıca sosyal yardımları ve savunma bütçesini artıracağını vaat etmişti. Böyle bir girişim mümkün değil, bu vaatler kendi içinde çelişkili. Başkanın bu tür radikal vaatlerini kabul etmek, gerçek olarak anlamak için akıl ve mantığı terk etmek gerekir. Hoca, burada yine Klemperer’den bir örnek veriyor: Bir öğrencim 1933 yılında bana dedi ki, ‘’Kendimi hislerime teslim ettim. Böylelikle içinde yaşadığım sıkıntılardan kurtulup her zaman Hitler’in büyüklüğüne odaklandım.’’ Savaş bitmiş ve Naziler açıkça yenilmişti. Ama ayaklarını kaybetmiş bir asker bana dedi ki, ‘’Hitler hiçbir zaman yalan söylemedi. Ben Hitler’e inanıyorum.’’
  • Nihayet son yöntem, yanlış konumlanmış inanç. Bu yöntemde, insanlar Başkan’ın kendisi için öne sürdüğü iddiaları olduğu gibi benimsemekle kalmıyor, bu iddiaları kendi iddiası olarak algılayıp kabul ediyor. Başkan, ‘’Ben bu meseleyi tek başıma çözerim’’ ya da ‘’Ben sizin sesiniz oldum’’ dediğinde Başkanperverler bu önermeleri sanki kendileri söylemiş gibi anlıyor ve kabul ediyor. İnanç, gökten bu şekilde yeryüzüne indiğinde, kendi yargı yeteneğimizle ve deneyimlerimizle ele alabileceğimiz küçük gerçeklere bile yer kalmıyor. Gerçek, olgusal olmaktan çıkıp, kehanetle ilgili ya da vahiy gibi bir şey olunca, herhangi bir kanıtın hiçbir anlamı kalmıyor. Savaş bittiğinde bir Nazi askeri, Klemperer’e şöyle demiş: "Anlamak yararsızdır, bizim inanç sahibi olmamız lazım. Ben Führer’e inanıyorum." Hoca, son olarak İonescu’nun Gergedan başlıklı eserine göndermede bulunurken, süreç içinde nispi dönüşüm, yani nispi Nazileşmeye bir örnek veriyor: "10-15 kişilik hoca, öğrenci, aydın grubumuzda tartışıyor, Nazizme karşı çareler arıyorduk. Aramızdan biri, ‘Yanlış anlamayın, ben Nazilere tamamen karşıyım, ama bir açıdan bakınca da Yahudiler hakkında söyledikleri…’ dedi. Bu kişi bir ay sonra tamamen Nazi olmuştu. Çünkü bir tek noktadan, konudan da olsa, aklının bir ucunu kaptırmıştı Hitler’e. Ardından devamı geldi. İşte bugün de gerçek sonrası ile alternatif olgular ile Nazilerin vakti zamanında radyo ile yaptığı propaganda yapılıyor. Gerçek sonrası, faşizmin başlangıcıdır."

Snyder’in kitabı önemli, okuyup tartışmak, Türkiye’deki olası tercümelerini, yansımalarını incelemek iyi olur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ragıp Duran Arşivi