Kaht-ı Rical! *

Hukuk hakkı, siyaset halkı koruyamıyor. Onun için bütün ezberlerin dışına çıkmak "şimdi yeni şeyler söylemek gerekiyor."

Anayasa değişiklikleri oylaması ve özellikle de oylamanın sayım süreci, uzun zamandır bildiğimiz, ama söylemeyi ertelediğimiz bazı çarpıcı gerçeklerle yüzleşmemize yol açtı.

Aslında halk, anayasa değişikliklerini kabul etmedi;

sandıkta 'Hayır'lı oylar fazlaydı. YSK'nın yasalara aykırı işlemleri sonunda açıklanan %51 Evet, %49 Hayır oyu olduğu kabul edilse bile, bu, değişikliklerin halk tarafından benimsenmediği gerçeğini değiştiremez. Çünkü kampanya süresince kullanılan bunca devlet imkanı, başta TRT olmak üzere tüm tv'lerin tek yanlı yayını, idarecilerin baskı ve tehditleri sonunda, sandıktan gerçekten -ve sadece- %51 çıkmışsa, bu ancak halkın değişiklikleri kabul etmediğinin kanıtı olabilir. Bu imkan ve zorlamaların olmadığı bir kampanyayı düşünün, sonuç ne olabilirdi?

Kaldı ki, YSK, Türkiye'nin seçim tarihinde görülmemiş uygulamalara imza attı. Aynı gün çelişik kararlar verdi. Yasaların açık ve kesin hükümlerini zorlama yorumlarla görmezden geldi. Yurt dışı oyların sayımı sırasında verdiği kararları değiştirdi. Yasaya açıkça aykırı biçimde mühürsüz zarfların ve oy pusulalarının geçerliliğini kabul etti. Kendi tarihinde ve Türkiye'nin seçim tarihinde, -1946 seçimleri gibi- unutulmayacak kara bir iz bıraktı.

YSK, sıradan bir kurum değil; ülkenin seçim güvenliğinin emanet edildiği, idari ve yargısal kararlar veren, kıdemli ve nitelikli olduğu var sayılan üst dereceli yargıçlardan oluşan bir yüksek kurul.

Yaptığı işlemlerin yasalara aykırılığı apaçık ve bu yasa dışılığa engel olmadığı gibi, süreçte 'asıl fail' olarak yer aldı. Bu vahim!

Daha vahimi, ülkede bunca üniversite, üniversitelerde hukuk fakülteleri, fakültelerde sözüm ona anayasa ve idare hukuku kürsüleri var. Birkaç gerçek bilim adamının bireysel çıkışı dışında hiçbirinden bu yasa dışılığa yüksek sesle itiraz gelmedi.

Öteki yüksek yargı organları da, devletin temelinin hukuk, hukukun özünün adalet olduğu gerçeğini bilmelerine karşın, olup bittiler karşısında sessiz kalmayı tercih ettiler. YSK'nın kararlarının kesin olduğu kuralının ardına saklanıp, tarihe uyarıcı bir not düşmekten kaçındılar; şekle sığındılar, özü feda ettiler.

Ülkenin iktidarı, demokrasilerde meşruiyetin temelinin en başta dürüst, şaibesiz seçimler ve herkes tarafından tartışmasız kabul edilecek sayım sonuçları olduğunu unutarak, tarihsel bir hata yaptı.

15 yıldan bu yana -haklı haksız eleştirilse de,- meşruluğu sorgulanmayan seçim/sandık başarılarına, ilk defa hukuk dışılığın, geçersiz oy ve şaibeli sayım sonuçlarının gölgesini düşürdü.

Bu anayasa oylaması sonucunda kullanılacak yetkilerin meşruluğunu tartışmalı hale getirdi.

Büyük ve telafisi imkansız bir hata yaptı.

Ülkenin muhalefeti evlere şenlik! Önce oylama sonuçlarını saygıyla karşıladıklarını söyleyip, tv'lere dizilmiş gedikli yorumculardan 'devlet adamı' nişanı aldılar. Ardından sayım sonuçlarının tartışmalı olduğunu söylediler. Ertesi gün sonuçların kabul edilemeyeceğini ilan ettiler.

Oysa onların 'saygıyla karşılıyoruz' dediği saatlerde millet sandığa giren hayırlı oyunun, nasıl bir şere kurban gittiğini çoktan anlamış, verdiği oya sahip çıkmak için uğraşmaya başlamıştı. Ancak bizim ananevi muhalefetimiz, YSK'nın önünde toplanmayı da, ertesi günlerde meydanlarda demokratik protesto hak ve taleplerine kalkışmayı da uygun görmedi.

Onlar şimdi -Kadı hikayesindeki zavallı gibi- haklarını mahkeme kapılarında arıyorlar.

YSK, 16 Nisan oylamasının kesin sonuçlarını açıkladı mı, bilmiyorum, çok da merak etmiyorum.

Bana göre 16 Nisan'ın asıl kesin sonuçları belli oldu ve gelecek için önemli olan da budur. 16 Nisan'ın kesin sonuçlarına göre:

  1. Türkiye'de kurumlar oluşamamış; eski deyimle söylersek, 'adliye, ilmiye, seyfiye' hepsi iktidar rüzgarıyla eğilip bükülen yapılar konumunda..Oysa çağdaş devlet, kurumlar ve kurallarının olgunluğu ve mükemmelliğiyle ayakta durur. Türkiye o yüzden siyasal, hatta kişisel kriz anlarında yalpalayan, savrulan bir ülke haline geldi.
  2. Kurumların tümünün durumu vahim. Ama vahametin en önemlisi hukuk alanında yaşananlar. Çünkü hukuk, adaleti sağlamakla yükümlü ve adalet devletin temelidir. Temel sarsılınca her şeyin düzeni bozuluyor. Son on yılda yaşadığımız sorun ve sıkıntıların altında yatan da bu. Türkiye'de hukuk hakkı, haklıyı koruyamıyor, adaleti sağlayamıyor.
  3. Bütün bu yanlışları düzeltecek, devletin bozuk, eksik, aksak

iş ve işleyişine karşı halkı koruyacak olan siyaset.

Siyaset, iktidarı ve muhalefetiyle Meclis'te bir koltuk kapma yarışına dönmüş. İktidar devletle bütünleşmiş, halkla arasında, her güç sahibinin çevresini saran pervaneler, zırhlı araçlar ve binlerce koruma görevlisi var.

Muhalefet de bir türlü halkın safında cesaretle yer alamıyor.

Onlar aslında devletin gerçek sahibinin kendileri olduğu iddiasında.

Kriz anında millete değil, hemen devlete dönüyorlar.

İkisi de devlet çarkının yıpranmış dişlileri haline gelmiş.

Siyaset halkı koruyamıyor.

Bütün bu 'vaziyet ve manzara-i umumiye' gerçekten elim ve vahim. Bu durum karşısında, artık düne ait sözlerin bir değerinin kalmadığını, bütün ezberlerimizi unutmak gerektiğini ve "şimdi yeni şeyler söylemek gerektiğini" düşünüyorum.

O cümleleri onun için yazdım.

*Kaht-ı rical: Nitelikli insan kıtlığı

Ertuğrul Günay