Katilin ve zulmün kahkahası

Zalimin kahkahasına karşı mazlumun, masumca gülümsemesi var. Gülümseme iyiye dair umut taşır içinde. Hayatı çekilir ve anlamlı kılar. Ali İsmail Korkmaz diye bir çocuk vardı. Ağzında karanfil büyüten çocuk. Berkin Elvan. Pala kaşlı çocuk

Filmlerdeki kötü insanlar sadece kötülük yapmazlar, ayrıca kötü, itici gülerler, çoğu davranışlarıyla aşırıyı temsil ederler. Bu film figürleri (Türk sinemasında Erol Taş, Tecavüzcü Coşkun) kötünün kişiselleştirilmiş halleriydi adeta. Bu kahkaha sadece kötü olmakla yetinmeyip kötülükten haz alma ve kötülüğü kutlamak demek. Bazen bu kötü olma hazzına oral bir sahne ilave edilirdi. Film kahramanı izleyicinin de iştahını kabartacak bir şekilde yemeğini yer, içkisini içer, yediğini ve içtiğini üzerine döker, eli, dudakları yağ içinde kalırdı. Sıvamak, bulaştırmak anal hazza işaret eder. Çocuklar iki/dört yaş arası dönemde bulaştırmak ve sıvamaktan haz alırlar. Ressamların da bu dönemden boyama, sıvamadan zevk almalarını çocukluktan kalma bir anal hazla ilişkilendirebiliriz.

Filmlerdeki kötü yemeği büyük bir hazla yerken oral bir keyif yaşar ama aynı zamanda ağzına, eline bulaştırdığı için de anal haz alır. Yani oral ve anal bölgeler hazla o an iç içedir. Çocukların çok içten ve kontrolsüz gülmeleri vardır. Sadece kendileri o an istedikleri için ve henüz içselleştirilmiş bir “el alem” yokken güldükleri an. Çok samimi, çok sahici ve gerçek gülme. Katilin katliam/kötülük anındaki gülmesi çocuğun yoğunluğundadır ama hem eylem hem de algılanış olarak çok zıt yerlerdedir bu tür gülme.

Çocuğun birkaç aylıkken öğrendiği “sosyal gülümseme” olarak da adlandırılan bir hali vardır. Çocuğun sosyal gülümsemeyle kendisine yaklaşan yabancının niyetini bilmediği için onu olumlulaştırmak için kullandığı bir gülümsemedir. Yetişkinler de karşılaşmalarında sosyal gülümsemeyle kötü niyetli olmadıklarını gösterirler. Yani gülümseme kötülükten korunmak için ya da kötü niyetli olmadığımızı göstermek için kullandığımız evrensel bir semboldür. İşte bu pozitif sembol radikal kötü tarafından kullanıldığında iritasyona sebep olur. Alışılmamış değildir fakat yabancı, ürküten bir şeyler vardır.

Gülme kötünün maskesi, örtüsüdür. Ayrıca sadistik, kötüden haz alma ve bunun abartılı dışa vurumu da var bu tür gülümseme de. Kötü’nün kahkahası çocukluk dönemine bir regresyon gibi görünse de öyle değildir. Çünkü çocuklukta haz varken, çocuk ile gülünen olay, obje arasında bir bütünleşme varken kötülük kahkahasında ayrışma, farklı olmaya vurgu, asimetrik güç ilişkisinin sergilenmesi var. Kötülük kahkahası gülen kişinin eğlencesinden çok gülünene bir mesaj niteliğindedir ki burada mesele gülmek değil de aşağılamadır.

Kötülüğün aşağılamaya bulanması ve bunun dışa vurumu ve teşhirini düşünelim. Haz gibi görünen aslında keyifsizliğin hissedildiği an biraz da. Bu kahkaha değil de kötünün stilize edilme biçimidir. Sanat abartır, evet sanattaki abartıda (absürd diyelim hatta) bir içiçelik, bir bütünlük varken kötülüğün kahkahasında mesafeye işaret edilir. Yani gülme ile ruh hali arasındaki fark görünür şekilde çok abartılı ve belirgindir; sahnelenir ve abartı olduğu anlaşılsın istenir adeta. Yetişkin olmak biraz da çocuk gibi gülememek değil mi? Yetişkinlik gülmede yoksullaşma değil mi? Yetişkin olmak sahte gülümsemede ustalaşmak değil mi?

Theweleit, faşizm ile erkek fantezileri, erkek bedeni ve erkeğin kendi bedeninden korkusu arasında ilişki kurarak ses getiren bir çalışma yayımlamıştı.[1] Daha sonra bu tezlere ek olarak erkeğin korkusunun kendi içinden geldiğini anlattığı başka bir çalışma yayımladı.[2] 1960’lı yılların ortalarında kravatlı ve takım elbiseli katiller Endonezya’da komünist avına çıkmışlardır. 1965/1966’da 500 bin ila 3 milyon arası insan katledilmiştir.[3] Bir ülkede bu kadar cinayet işleniyorsa bu caniliğin adı mutlaka kahramanlık olarak konmuştur ve kahramanlık cezadan kurtulmak, cezadan muaf olmak, canilik dokunulmazlığı anlamına da gelir…

Bu kadar insanı katletmek cinayeti oyuna dönüştürerek, adeta cinayet oyununda hiçbir şey hissetmeden mümkün olabilmiştir. Kahraman katil, yasalardan daha üstün bir konumdadır. Tanrı insanın doğumundan ve ölümünden sorumludur. Kimin öleceğine tanrı karar verir. Bu kadar insanı öldürmeye karar vermek tanrısal bir güce sahip olmak gibi narsistik bir yanı da içerir. Ve bu katil kahramanlardan bazılarının yüzünde kötülüğün kahkahası var. Ölüm bir çok kültürde acı, keder ve yas demektir de. Gülmek ölümü ölüm olarak görmemek demek de. Belki de bu kahkahayla mağdurun can çekişen sesini bastırmak istiyor katil. Kötülüğün kahkahası insan olmaktan kendini sakınmaya yarar belki de.

Yıl 2014, yer Irak. Sincar yakınlarında bir Kürt köyü ve İslamcı teröristler… 19 kişilik bir ailenin 7’si kaçmayı başarıyor. Kurtulanlar geride bıraktıklarını telefonla arıyorlar. Telefona bir yabancı çıkıyor. Tecavüzcü kahkahası, katil kahkahası… Kız kardeşine ne yapacağını keyifle anlatıyor… Normal durumlarda suç ve yüz kızartıcı bir davranış olan tecavüz açıkça söyleniyor.[4] Bu tür tecavüzlere, işkenceye, keyfi katliamlara savaşlarda yaygın bir şekilde rastlansa da askerler uluslararası kurumlarda bunu inkâr eder ve bunu kabul etmekten kaçınırlar, çünkü bu tür şiddet savaş suçları kapsamına girer. Teröristler ve bazı faşist gruplar ise bu tür davranışları sergilemek, filme almak ve dolaşıma sokmaktan kaçınmıyorlar. Ezidiler bunu en yakından yaşayanlardan oldu.[5] Tecavüz en dehşetli savaş silahıdır… Kadınlara uygulanan tecavüzler sadece kadınları değil kadın tecavüzleri üzerinden o halkın onurunu kırmak, aşağılamak için de uygulanır. Katilin, tecavüzcünün aşağılayan travmatik kahkahası… Katil telefonda ‘bacına tecavüz edeceğim’i kahkahayla anlatıyor… Sadece katliamı değil, bu kahkahayı da hafızaya arşivlendi…

Tecavüzle ulaşılmaz olana, ayıp olana, günah olana bu şekilde ulaşma ve bu zulmün kahkahası… Anormalin, sapıklığın en normal olduğu durum. Bu bir senaryo, bu bir film. Katiller kurbanlarıyla poz veriyorlar, canlı yayında esirlerinin boğazını kesiyorlar ve bu durumu kutluyorlar… Soykırımlarda kötülük ve zulüm kahkahaları ‘normal’dir. Milo Rau, Ruanda’da soykırımda bir babanın komşunun kızına kendi çocuğunun gözü önünde tecavüz etmekten kaçınmadığını anlatır.[6] Cinselliğin mahrem olduğu, tecavüzün suç, ayıp, günah olduğu bir toplumda tecavüz düşmana verilen ceza niyetiyle uygulandığında sıradan hafif bir ceza olarak görülebiliyor. Tecavüz edebilmek için erkeğin cinsel organının sertleşmesi gerek. Theleweit [7]bu tür cinselliğin sivil durumlarda geçerli olduğunu tecavüz anında cinselliğin hazzın ötesinde bir vazife, aşağılama aracı olduğunu yazıyor.

Haz, cinsel arzu öne geçtiğinde tecavüz olamıyor. Burada cinsellik gibi görünenin cinsellikten öte bir sapıklık olduğunu görürüz. Tecavüz artık suç ve ayıp olmadığı için yapılıyor. Tecavüz, öldürme ve bunları yaparken de kahkaha atmak serbest yani. Prodiakrise kavramı ağır bir patolojiyi ifade etmek için kullanılır:[8] bir insanın ölü veya canlı olmasının kişi için fark etmemesi. Ölüyle canlı arasında hiçbir fark görmeme, fark etmeme hali. Oysa mağdur için travma değişmiyor, azalmıyor…

Tüm bunlar kutsal dava, inanç, vatan, millet için… Ve kutsal bu kahkahanın örtüsü… Kötünün kahkahası bu kontekstte kutsalın kahkahası aynı zamanda. Bu kahkaha soykırımlarda bir festival, eğlence gibi. Devletin açıkladığı resmi verilere göre Ruanda’da yüz gün içinde 1.174.000 insan öldürülüyor.[9] Bu canice kahkaha bu eğlencenin sanki bir parçası.

CANİLİK KURSLARI

İnsanlar aniden ve manasızca cani olmuyorlar, tüm olanların bir geçmişi, hikâyesi var. Robi Friedman, bu canilik eğitimini “asker matrisi”yle (Die soldaten Matrix) açıklar.[10] Matris, Sigmund H. Foulkes’in [11] grup terapisinde grup üyelerinin birbirleriyle dolaylı ve dolaysız ilişkilenme, etkileme ve etkilenmelerini tanımlamak için kullandığı bir terimdir. Friedman askeri olanın sadece orduyla ilişkili olmadığını, eğitim, kültür, sosyalleşme ve sosyal ilişkilerinde askeri olabildiğini ve bu askeri içselleştirilen tutumdan ötürü savaşların çıkabildiğini yazar.

Askerin, ordunun yüceltilmesi… Mesela Ruanda’da soykırımdan onlarca yıl önce “düşmanlarını” hamamböceği olarak adlandırıyorlardı ve okullarda bu insanlar hakkında sürekli olarak negatif anlatım vardı.[12] Naziler iktidara gelmeden önce Yahudiler de hain, çıkarcı, Almanya’yı yok etmek için fırsat kollayan insanlar olarak anlatıldı. Bu tür anlatıların yarattığı askeri psikolojik bir atmosfer var. Irkçılık komplo teorileri üzerine kurulur. ‘Dışarıda birileri bizim kötülüğümüzü istiyor’dur. Rahat edebilmek için işte bu grubun ortadan kaldırılması gerekir. Kötülüğümüzü isteyen, açığımızı arayan, bizi yok etme plan yapan düşman komşularımız. Ötekileri düşman öteki olarak kurduğunuzda ve bu kurguyu kendi mağduriyetiniz ve bu mağduriyete direnmeyi de kahramanlık olarak inşa ettiğinizde düşman ötekiyle ilişki çok duygusallaştırılıyor. Bu komplo da eklenince –yani ötekinin bizi yok etmek için hazırlık yaptığı ve fırsat kolladığı–savunma amaçlı saldırganlığın, masum pozisyonundan failliğin suçluluk duymadan, kendini sorgulamadan, meseleye eleştirel yaklaşmadan yolu açılıyor.

Bu konuya ilişkin Welzer “koordinat kaydırma”dan[13] söz eder. İnsanlar ben’i sen üzerinden, bizi de siz üzerinden inşa ederler. Burada biz-siz oluşturulurken koordinatlar kaydırılarak öteki cani, düşman, hain olarak kurgulanır. Bu, ötekiyle ilişkiyi öteki olarak kurmayı imkânsızlaştırır. “Biz” iyi bir aile, grup, millettir. “Öteki” adi, vahşi, yabancı, cahil, hoyrat, hayvan, böcek, pislik, mikrop. Böcekleri temizlemek, mikrobu yok etmek, pisliklerden kurtulmak da en “doğal” reaksiyondur… İşte caniliğin güzellemesi ortaya böyle çıkar.

Son yıllarda asker matrisinin ortadan kalkmadığını ama dönüştüğünü de gözlüyoruz. Sembolik savaşlar spor karşılaşmalarına aktarılıyor.[14] Kutsal sayılan üniformalar aksesuara dönüşüyor. Askerlik kutsansa da paralı olanı ve profesyonel ordu daha çok tercih ediliyor. Uzaya gönderilen astronot generallerden daha çekici ve kompüterle SİHA’yı kumanda eden masa başı çalışanlar artık birer kahraman. Asker matrisinin günümüzdeki subayları sporcular, politikacılar, sosyal medya fenomenleri… Kaç muhabere kazandın’dan çok kaç beğeni/kupa aldın sorusu soruluyor. Öpülüp alına değdirilen, başa konulan bayrak milli spor müsabakalarında tişörtlere ve şortlara çiziliyor. Ama milli mücadele ve rekabet devam ediyor ve asker matrisi canlı tutuluyor.

Theweleit başka bir kitabında yüzlerce sayfa faşizm erkek fantezisiyle ve erkeğin bedeninde, içinde oluştuğunu anlatıyor.[15] Naziliğin erkek asker mantalitesi var ve yenmek erkeksi bir özellik gibi adeta. Militerleşen erkek bedenine cephede asker öldürmek yeterli gelmiyor ve bu erkekliğin gereği cinselliğe de yansıyor. Savaşlardan sonra toplu tecavüzler… Böylece düşman ‘radikal bir yenilgi’ye zorlanıyor. Bu katiller, tecavüzcüler bu vahşetle kendilerini radikal galip sayıyorlar.

Naziler 1. Dünya Savaşı’nın yenilenleriydi. Radikallikten önce küçüklük kompleksi, radikal bir yenilgi ve bunun ürettiği tükenmez bir hınç vardı. Radikal mağluplar/yenilenler (radikaler Verlierer) Enzensberger’in İslamcı teröristler için kullandığı kavram.[16] Maçlardan sonra da görürüz. Kazananlar ilgi odağı olur, kaybedenler değil. Galip gelenlerin kendilerine güvenleri artarken mağluplar özdeğeri ve özgüveni sarsıntı geçirir. Yenilen sadece iyi yenildiği için (yenilgiyi centilmence kabul ettiği, mertçe, dürüstçe mücadele ettiği için) takdir edilir ve genelde acıma duygusuyla karşılaşır. Bazı yenilgilerin anlamı varoluşsaldır. Düelloda yenilmek ya da bir gladyatörün yenilgisi ölümü de demektir. Bazı yenilgiler hayatın ıskalanması anlamına gelebilir. Mesela toplumsal hiyerarşide yükselme, yer edinme hayatın güvencesi eğitimle oluyorsa ve bir kişinin eğitim hayatı bitiyorsa bu kişi “radikal yenilmişlik” duygusu yaşayabilir. İşte hayatın içinde radikal yenilmişlerin yeniden hayatı anlamsız bulmalarının sonucunda Enzensberger insanların başkalarının hayatlarını da anlamsız görmeye eğilimli olduğuna dikkat çeker.[17]

Hayat benim için anlamsızsa başkalarının hayatı da benim için anlamsızdır. Ve ölmeleriyle yaşamaları arasında da bir fark yoktur. İşte bu duyguyu yaşayanlar yani kendi hayatını başaramamış, hayatın anlamını yitirmişlere ya da ergenlikte hayata anlam arayanlara kutsal bir amaç sunulduğunda hayatlarına anlam bulduklarını sanıyorlar. Ve bu kutsal anlam için de öldürmek, canileşmek anlamın bir parçası adeta. Yani hiçlerin en önemli olukları ve bu caniliğin önemsenmesi o insanların her şeyi yapmalarını mubah kılabiliyor. Hiçliği yüceliğe evirmek ve kutsal anlama dönüştürmek için her türlü kötülük kahkahası atılabiliyor. Yaşamak için enerjisi olmayanlar kutsalın da verdiği enerjiyle canilik üzerinden eğlenebiliyorlar. Bireysel radikal yenilmişlik duygusu, hayatı başaramamış olmanın getirdiği hiçlik duygusu ideolojiyle yücelik duygusuna tranforme edildiğinde radikal şiddetin önünü açabiliyor.

VAHŞET SERGİSİ

Televizyonda birkaç kez gördüm. Bir traktörün römorkunda cesetler vardı. Köyün ortasında duruyor traktör ve köylülere “Bu canileri, bu teröristleri tanıyor musunuz?” diye soruluyordu. Absürd, hatta sapıkça… Ama normalimiz de vahşetin sergilenmesi… Haberlerde öldürülen “teröristlerin” iç çamaşırlarının açılarak sünnetli olup olmadıklarını dahi öğreniyorduk. En gizli olan, kamusal alanda en mahrem olan, çıplaklıktan en kaçınan, inancından ötürü örtünmeyi dinsel erdem sayan bir toplumda yaşandı bunlar… Ölenlerin tüm duyguları ölür diye düşünülüyor. Her ne kadar ölenleri aşağılamak isteseler de ölenler çıplaklıklarından utanmıyorlar. Utanmak, yerin dibine girmek ölenlere son görevimiz. Ölenler artık terör, hırsızlık, alçaklık yapamazlar. Ölümle her film biter. Hiçbir insan öldükten sonra alçak, terörist olamıyor. Ama cesetler yapılanlarla geride kalanların insanlığı test edilir… Yani iç çamaşırları çıkarılanlarla, römorkla köy meydanına getirilenlerle sınanırız biz. Bu ceset Bağdadi’nin de olsa, Usame Bin Ladin’in de olsa o cesede yapılanla sınanırız… Ölüler utanamıyorsa utanma ve suç bize bırakılmıştır. “Modern medyadaki arkaik resimdir[18] bu vahşetin sergisi. Cesetlere davranış o toplumun uygarlık, olgunluk seviyesini de ölçer bir anlamda. Aysel Tuğluk’un annesinin cesedine mezar bulunamamıştı mesela.

1980’de Guatemala’da bir performans sanatıyla cesetler sergileniyor…[19] Sergileyenler sergiyi izleyenlerin yüzündeki ifadeye bakarken gülümsüyorlar: Vahşetin gülümsemesi. İnsanlığın katledilmesine gülümseme. Kendini hiç sayanlar cinayet anında bir dönüşüm yaşıyorlar. Hiç olanlar, anlamsızlar öldürebilecek güce sahip tanrısallaşıyorlar… Bu performans aslında iç dünyadaki, sistemin içindeki terörü görünür kılmak içindir. Kafa kesmenin kültürleştirilmesi, cesetlerle nekrofil bir ilişki. Cesetleri sergilemek, cesede tacizde bulunmak olsa da asıl amaç soykırım gibi vahşetlerde olabildiğince çok öldürmek ve öldürme anının keyfini yaşamak. İnsanın en radikal objeleştirilme anı.

NEGATİF KAHRAMANLAR

Yaşadığımız çağda insanlar toplumsal hiyerarşide kendi yerlerini kendileri bulmak, oluşturmak durumundalar. Bunun anlamı aynı zamanda bireyselleşme ve acımasız bir rekabet, birbirini görmezden gelme ve önemsizleştirme. Her insanın görülmeye, beğenilmeye ve takdir edilmeye gereksinimi var. İnsanlar kendi psikolojilerini sağlıklı bir narsizm üzerinden dengeleyebiliyorlar. Rekabet, kendini yaratma kendini toplumda konumlandırma ama narsizmi dengelemeyi zorlaştırıyor. Bunun anlamı bazı insanlar da canavarlaşarak, canileşerek kabul görüyorlar. Bağdadi’yi tanımayan yok. Yani bu tür insanlar düşünülmeyen canilik üzerinden de ün yapabiliyor ve pozitif ün artık mümkün olmadığından negatif kahraman olmayı deniyor.

Charles Manson’u çoğumuz caniliğinden ötürü tanıyoruz.[20] Manson’un mahkemede mağdurların akrabalarına gülümsemesi… Andres Breivik… 22 Temmuz 2011. Sosyal demokratlar Finlandiya’da bir gençlik toplantısı organize ediyorlar. 77 kişiyi sırayla öldürüyor. Bazı kurbanlarına gülümsüyor. Bazı kurbanlarının korku dolu gözlerine bakıyor. Bazen bu korkuyu azaltmak için kurbanına gülümsüyor. Gülümseme ‘ben kötü niyetli değilim, benden korkman gerekmiyor’ demektir sembolik olarak. Mağdur bağışlanacağını düşünüyor belki de ve korkudan kurtulmaya çalışıyor. Katil şaşırtıyor kurşunu sıkarken. Öldürme ve gülümseme sürprize dönüşüyor bu an. Sürpriz olarak canilik… Mahkemede Breivik gülücükle ölenlerin yakınlarını kurşunluyor bu kez. Artık elinde silahı yok ve mahkemede ama bu kez başka bir silah kullanıyor. Yani gülümsemeyi elindeki son silah olarak kullanıyor. Zulüm alaya dönüşüyor bu sahnede.

Bu tür kahramanlar devletin göz yumması, hatta teşviki ya da devletin egemenlik alanının dışında, “kurtarılmış bölgeler” de oluşturabiliyor. Theleweit bu noktada caniliğin bir boşlukta olduğuna dikkat çeker.[21] Zulmün olduğu yerde devlet yoktur, ya da görünmez olur ve böylece zulme destek verir. Çoğu kez de devlet zulmün asıl oyuncusudur. Bazen dinselle ilişkilidir zulüm. Normal koşullarda din ve yaşam iç içedir. Birbirlerinin devamıdırlar. İşte hayatla din arasındaki bağ koparılınca dinsel olan anlamsızlaşıyor ve radikalleşiyor. Dinsel terörün anlattığı din hayatla bağı kopmuş bir dindir bir yanıyla. Din insana için hayata bulunan anlamdır da. Hayatla bağı koparılmış din anlamsızlaşıyor. Din insanların soru(n)larına kendince cevaplar bulan ve toplumsal yapıların oluşmasını sağlayan bir olgu. Bunlar olmayınca din radikalleşiyor ve anlamını da yitirebiliyor. İşte anlam krizi yaşayanlar böyle kültürsüz, dogma ve hayatla ilişkisiz bir dini kendilerine yuva bulunca, facianın önü hızla açılabiliyor.[22]

Kriminal ve kriz aynı kökenden gelen sözcükler. [23] Kriminal olan mutlaka bir krize de işaret eder. Bu bireysel, toplumsal ya da ikisinin aynı anda olması demektir. Her insanın kötüye yatkındır ve iyi olmak bu kötüyle sürekli bir iç mücadeleyle mümkün galiba. İnsanları şiddete yönelten toplumsal veya bireysel krizlerdir… Bazen de zulüm hiç’ten doğar. İktidar, narsizm, anlamsızlık… Psikopatlar için kötü ve iyi arasında fark yok, ikisi de aynı. Kültürde kötü/ zalim canavarlaştırılır ve böylece içimizden biri olmaktan uzaklaştırılır. [24] Kötü ben değilim uzağımdadır. Kötü’nün tanığı da kötüdür…

Bir de çok tanıdık ve gördükçe içimiz acıtan ‘kötünün gülümsemesi’ var. Hrant’ın katili henüz kahraman olmamış. Bazen bir gülümseme çocukluktan çıkma anına işaret eder. Bu bir çocuk. Hiç… O güne kadar sadece ‘hiç kimse’. ‘Hiç’ olduğundan, hiçlikten katil olarak çıktığı ve katile dönüştürüldüğü an. O an… Metamorfoz anı. Yüzünde biraz korku, biraz kuşku, biraz tedirginlik. Ve ‘kahramanlaştırılırken’ yüzündeki korkunç gülümseme. Gülümseme olarak şaşkınlık… Deniz Poyraz’ın katilinin de ‘katilin kahramana dönüştürülürken’ yüzündeki kötünün gülümsemesi…

Bebek dünyaya geldiğinde ilk gördüğü, tanığı oluğu şeydir gülümseme. Gülümseme bir bebeğe ‘hoş geldin’dir yani. Mutluluğun belirtisi… Gülümsemeyi kirletmek aslında temel olana, asıl olana, ilk olana, ananın ‘hoş geldin’ine, dünyaya merhaba’ya bir saldırıdır. Bir gülümseme iki radikal kutbu içinde barındırabiliyor. Sevgi ve şiddet…

Gülümseme bazen rol icabı, bazen poz olabiliyor… Zalim kahkahası katıksız, arı olamıyor hiçbir zaman. Zulüm kötülük katıyor kahkahaya, gülümsemeye… Zalimin kahkahasına karşı mazlumun, masumca gülümsemesi var. Belleğimizde kalan.… Hasret Gültekin’in gözlüklerinin ardına gizleyemediği kocaman gülümsemesi… Mazlumun da gülümsemesi var… Kemal Kurkut’un elinde müziğiyle çekilmiş bir fotoğrafı… Ali İsmail Korkmaz diye bir çocuk vardı… Ağzında karanfil büyüten çocuk… Gülümseme vardır iyiye dair umut taşır içinde. Hayatı çekilir ve anlamlı kılan… Berkin Elvan… Pala kaşlı çocuk…

[1] Klaus Theweleit, Männerphantasien (Band 2, DTV, 1995), s. 104.

[2] Das Lachen der Täter [Faillerin Gülümsemesi], (Residenz Verlag, 2021).

[3] age, s. 14.

[4] age, s. 18.

[5] age, s. 19.

[6] Milo Rau, Hate Radio (Verbrecher Verlag, 2014), s. 22.

[7] age, s. 112.

[8] age, s. 115.

[9] age, s. 38.

[10] Die Soldatenmatrix (Psychosozial Verlag, 2018), s. 9.

[11] Gruupenanayltische Psychotherapie (Klett&Cotta Verlag, 1992).

[12] Milo, age, s. 114.

[13] Harald Welzer, Täter. Wie aus ganz normalen Menschen Massenmörder werden [Failler. Sıradan normal insanlar nasıl toplu katliamcı olurlar] (S. Ficher, 2021), 9. Basım, s. 248.

[14] Benedict Anderson, “Mutation des Nationalisnus” [Nasyonalizmin Mutasyonu], Lebensmodell Diaspora, ed. I. Charim &G. A. Borea (Transcript Verlag, 2012), s. 37.

[15] Theweleit, age.

[16] Hans Magnus Enzensberger, Schreckensmänner, Versuch über den radikalen Verlierer (Suhrkamp Verlag, 2016), s. 9.

[17] age, s. 24.

[18] Theweleit, 2021, s. 52.

[19] age, s. 50.

[20] Theweleit, 2021, s. 63.

[21] age, 80.

[22] age, s. 177.

[23] Farnco ‘Bifo’ Berardi, Helden=kahramanlar, Matthes &Seitz Verlag, s. 95.

[24] Heidi Kastner, Schuldhaft, 2012, Verlag Kremayr & Schrieau, s. 11.


Şahap Eraslan: 1980'de cunta öncesi Almanya'ya gitti. Berlin Teknik Üniversitesi’nde psikoloji bölümünü bitirdi. Daha sonra Humbold Üniversitesi’nde etnoloji okudu. Eş ve aile terapisi, klinik hipnoz eğitimlerini bitirdi. Daha sonra uzun bir eğitim sonrası psikanalist oldu. Uzmanlık alanı kültür psikanalizi ve psikanalitik kültür karşılaştırmaları. Analist/psikoterapist olarak Berin'de çalışıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Şahap Eraslan Arşivi