Tuğba Sivri
"Kedicik" kime ne diyor, neyi gizliyor?
140 Journos'un Kedicik belgeseli, son iki gündür Twitter'da (evet, hâlâ X demek garip geliyor) en çok konuşulan konulardan biri oldu. 40 senedir varlığını sürdüren ve son yıllarda bir televizyon fenomeni halini alan Adnan Oktar tarikatının aslında nasıl bir kadın ve çocuk sömürüsü örgütü olduğunu anlatan belgesel, bir yandan önemli bir meseleyi gündeme taşırken diğer yandan ele almadıkları, göstermedikleri ve söylemedikleriyle bir "üstünü örtme" işlevi de görür gibi. Tarikatın 40 yıllık siyasi ve ekonomik ağlarına değinmeden, itirafçıların neden şimdi konuştuklarına dair soru sormadan, sadece kısmi bir sömürü ifşası yapan belgesel "devlet sizin yanınızda" mesajı veriyor.
Yazıya belgeselde olmayanlardan, gösterilmeyenlerden başlamak istiyorum. 20 yıl kadar önce İslami eğitim veren okullarda "Harun Yahya" takma adıyla hazırladığı evrim karşıtı filmleri izletilen, siyasetçilerden kültür sanat sektörü "büyüklerine", iş adamlarından gazetecilere ülkede gücü olan kesimin büyük kısmının bir şekilde etkileşimde olduğu Adnan Oktar hakkında bir belgesel hazırlamak riskli bir iş, kabul ediyorum. Ancak böyle bir işe kalkışırken bu riskin ne kadarını göze alabileceğini, alamazsa tam olarak neyin üstünü örtmüş olacağını, hatta henüz çözülmemiş ağlarının "konu kapandı" gibi bir mesajla tamamen hasıraltı edilip edilemeyeceğini hesap etmek gerekiyor.
Adnan Oktar'ın siyasi bağlantılarına dair belgeselde geçen tek ciddi ifade, tarikata yönelik operasyonun dönemin İç İşleri Bakanı'ndan gizlendiği bilgisi. Bundan birkaç ay önce asla sarf edilemeyecek böyle bir cümlenin tam da şu an edilebilmesi de başka bir siyasi çatışmanın ürünü gibi duruyor. Oysa yıllardır büyük bir kadın ve çocuk ticareti ağı olarak işleyen, sistematik cinsel saldırı ve fiziksel şiddetle kadınların kontrol altında tutulduğu, daha önce de operasyon yapılmak istendiği halde yapılamayan bu tarikatın siyasi bağlantıları, emniyetle olan ilişkileri, bu yapının 40 yıldır nasıl ayakta durduğunu anlamak için çözülmesi gereken en önemli ayak olarak karşımıza çıkıyor.
Belgesel bu haliyle "hipnoz eder gibi" insanları etkisi altına alan bir tarikat liderinin kahraman emniyet güçlerince nasıl çökertildiğini gösteren bir reklam filmi hissi veriyor.
'KEDİCİK DİYEREK DALGA GEÇTİĞİMİZ KADINLAR...'
Tüm bunlara rağmen belgeselin gündeme getirdiği mevzular hiç de küçümsenecek, "magazin malzemesi" denip geçecek boyutlarda değil. Seneler boyunca yüzlerce kadının "turnike sistemi" denen bir sistemle avlanarak örgütün erkekleri tarafından nasıl istismar edildiğinin ifşa edilmesi, belki kulaktan kulağa yayılan ama bir şehir efsanesi olarak görülen bu ağın belgelerle ortaya konması az bir iş değil bana kalırsa.
Seneler boyunca bir televizyon fenomeni olarak ünlenen, "kedicikler" denerek sosyal medyada mizah malzemesi yapılan ve itiraf edelim, biz feministler tarafından bile ciddi bir mesele olarak görülmeyen bu kadınların yaşadıklarını anlamak, öğrenmek ve yaymak diğer tarikatlara olan yaklaşımı da belki değiştirebilir. Zira sosyal medyada pek çok "Kedicik diye dalga geçtiğimiz kadınlar neler yaşıyormuş, utandım" şeklinde yorum görmemizin bir tesadüf olmadığını; kadınların yaşadığı her türlü sömürü, aşağılama ve şiddetin bir şekilde doğallaştırılarak mizah malzemesi yapılmasının ataerkil sistemin bir ürünü olduğunu fark etmek gerek.
Belgeselin anlattığına göre 11-40 yaş arası yüzlerce çocuk ve kadın mağdur söz konusu. 15-16 yaşındaki kızların, zengin ve yakışıklı iş adamı imajıyla karşılarına çıkartılan "avcılar" tarafından aşk ve evlilik vaadiyle nasıl kandırıldığını, sonrasında toplu tecavüzlere maruz kaldıklarını dinlemek bile çok ağır geldi. Durum böyleyken belgeselin söylemediklerine odaklanan (haklı) eleştirilerin, kadın ve çocukların yaşadıklarını küçümseme, yeniden görünmez kılma tuzağına düşmemesi gerekiyor.
Son yıllardaki dizilerde karşımıza çok çıkan zengin iş adamı-fakir ve masum genç kız anlatılarının örgüt tarafından bir av yöntemine dönüştürülmüş olması, özellikle neoliberal ekonomik koşullar ve muhafazakâr baskı altındaki genç kızlar için aşk ve evliliğin bir kurtuluş yolu olarak sunulmasının tehlikeli boyutunu ortaya koyuyor bence. Burada kültürel alanla ekonomi politiğin iç içeliğini fark etmek gerek diye düşünüyorum.
'KADINLAR KENDİLERİ İSTEMİŞ...'
Belgeselde yaşadıklarını anlatan kadının sık sık "Belki benim salak olduğumu düşüneceksiniz, neden inandın diyeceksiniz, ama 15 yaşında bir genç kızın yerine kendinizi koyun" gibi kendini açıklama ihtiyacını dışavuran ifadeleri çok canımı yaktı. Çünkü evet, tecavüzcü erkekler sırf 20 yıl sonra itirafçı oldukları için bile kahraman ilan edilebilirken sistemin her türlü sömürdüğü kadınlar suçlu ilan edilebiliyor.
Burada bir feminist olarak kendi adıma da bir ders çıkardığımı söylemeliyim. Evet, dışarıdan bakınca bile çok garip görünen, işin içinde bir sömürünün olduğu aslında belli olan bu yapıya dair algım "Bu kadar akıllı kadınlar herhalde kendileri istiyor içinde olmayı" şeklindeydi. Nitekim belgeselin cevap vermediği sorulardan biri, örgüte 25 yaş civarında katılan, iyi eğitimli, üst sınıf ailelerden gelen kadınların nasıl ikna edildiği ve nasıl örgüt içinde tutulduğuydu. Sistematik şantajın bunda etkisi olduğunu anlamak zor değil, ancak yine de bu ailelere ve kadınlara nasıl ulaşıldığı, kimlerin aracı olduğu gibi konular aydınlatılmayı bekliyor.
Feministler olarak onlarca kadının aynı anda, aynı şekle girmek için operasyonlar geçirmesini, bir erkeğin karşısına geçip ona övgüler düzmesini, eğitimlerini ve birikimlerini kullanmak yerine birer magazin figürüne dönüşmesini sorgulamamız gerekiyordu. Belki birçoğumuz yaptı da, ama yine de bu örgüte dair sistematik bir tepki de yoktu, kabul edelim. Kedicik diyerek dalga geçmediysek de en iyi ihtimalle "kendileri istiyorlar, kendi seçimleri" diyerek sömürüyü liberal anlayışın örtmesine izin verdik.
Bu belgesel, umuyorum ki bir serinin ilk bölümüdür ve devamında örgütteki tecavüzcü erkeklerin sırf itirafçı oldukları için ceza almaktan kurtulup kurtulmadıklarını, siyasi ve bürokratlardan kimlerin bu ağın içinde olduğunu, örgütün ekonomik kaynaklarını vs. öğrenme şansımız olur. Ancak belgeselin "kahraman Türk polisi ve devletimiz çözdü" anlatısı, bu beklentiyi boşa düşürüyor.
Umarım "her şey çözüldü bitti" denerek bu kadınların yaşadıklarının bedeli üç beş erkeğin üç beş yıl hapiste kalmasıyla ödenmiş kabul edilmez ve hukukçular, gazeteciler bu işin peşini bırakmaz.