Ragıp Zarakolu
'Kengerler'
Kenger ilen, ilk kez 1969 yılı yazında hırçın ve öfkeli Zap suyuna asma köprü yapmaya gittiğimizde tanıştım sanıyorum. Boğos Tomasyan "Kengerler" adlı kitabının manuskriptini bana verdiğinde, belki de bu nedenle hemen ilgimi çekti. Dile kolay 700 sayfa metin, Kürtçe, Ermenice, Süryanice sözcüklerle, şiirsel metinler, masalsı anlatılar ile dolu. Gel de işin içinden çık.
kenger/gundelia/silifa/akkoub
Kendisi de kitabını "nasıl değerlendirmeli, roman mı, öykü mü, tarih mi, şiir mi?" diye soruyordu. Bu "kitap zaten ne romana benzer, ne öyküye benzer, ne tarihe benzer ve ne de şiir kitabı na benzer" diye devam ediyor. Dengbêj anlatılarının kökü çok eskilere antik zamanlara gider. "Zaten benim için bu isimler kitabın niteliğini tam olarak yansıtmaz" diyor. "Şöyle ya da böyle, adına ne diyorsanız deyin, göç mü, tehcir mi, savaş mı, yer değiştirme mi, imha mı, soykırım mı… Neticede ölenler ve öldürülenler kurtuldular, bir daha dünyamıza dönmezler. Hayatta kalabilenler ise tüm dünyaya."
Boğos Tomasyan’ın anlatılarını dinleyen Hrant Dink, "bunları mutlaka yazmalısın" demişti. O da yazdı, kitabı her nasıl değerlendirirseniz değerlendirin siz de:
"Ermeniler tüm dünyaya kenger hikâyesi gibi serpildiği için ve biz Ermeniler de kenger tohumuna benzediğimiz için elinizdeki kitabın adını da [Kenger] koydum!.. Neden Kenger? İşte dünyaya serpilen kengerler. Peki, kenger nedir? Doğduğum ve büyüdüğüm bölgenin halkı kengeri çok yakından tanır ve gayet iyi bilir. Ama kengeri görmeyip yemeyenler onu pek tanımazlar. Doğu Anadolu yörelerinde yaşayan hemen hemen herkes kengeri yakından tanır. Her bitkinin üstüne yakılmış bir şarkı, bir türkü ve bir hikâye var. Kengerle ilgili de Kürtçe dilinde çok manalı bir ifade vardır. Kengere sormuşlar, "Soyun aslı, neredendir?" Kenger cevap vermiş: "Babam rüzgârdır, anam da topraktır. Aslımı rüzgârdan sorun, o biliyor benim aslım neredendir." Doğuda hikâyeler, türküler çoktur bitkilerle ilgili, hatta kız isimlerinin çoğu bitki adıdır. Ermenilerde de "Manuş kınkuş" gibi kulağa hoş gelen ve kızlara verilen isimler Anadolu topraklarında yetişen bitkilerin isimlerinden alınmışlardır. Kengerin hikâyesi ise daha da çok manalıdır. Kenger doğada dağlarda, çöllerde kendi kendine yeşeren dikenli bir bitkidir. İlkbaharda Newroz’un gelmesiyle kar altında yeşermeye başlar. Doğu bölgelerinin hemen her yerinde bulunur. Ama Motkan (Mutki) bölgesinde daha çok bulunabilir. Kengerin üç cinsi vardır, bunlardan biri yenmez, ona kereng tel ve kerengê kerê (acı kenger ve eşek kengeri) derler. Diğer iki cinsi yenir. Birinin sütü acı olur, diğeri ise tatlıdır. Ve o tatlı olan cinsinden de taze iken sütü akıtılıp sakız yapılır. Onun sakızı diş etlerine çok faydalı gelir. Kengerde A, B, C, D ve E vitaminleri vardır. Bizim oralarda iklim azıcık ısınır ısınmaz bitkilerin hemen tümü filizlenip beyaz ziq çil verir. Toprağı yarıp toprağın dışına, ışığa çıktıktan hemen sonra rengi yeşile döner. Toprağın üstüne çıkan 4-5 santimlik bölümle toprağın altında kalan 10-12 santimlik bölüm Ermenice adode denilen bir demir sopanın ucuyla tüm olarak çıkarılır. Daha dikenleri sertleşmeden haşlanır ve bir baş soğan, bir kaşık tereyağı ve eğer bulunursa bir-iki yumurtayla kızartıp yenir. Bir de çorbası yapılır. Ama en lezzetlisi turşusudur. Turşusunun suyundan bir tas içtiğin zaman Fransa’nın kırmızı Bordeaux şarabı bile onun yanında halt eder. Bazen birileri rahatsız olup hastalandığı zaman hemen bir ufak kız çocuğu Margos’un evinin yolu tutar, Margos’un gelinlerinden turşu suyu almaya gelirlerdi. Çünkü ilaçtı. İçindeki vitaminler insanı rahatlatır. Toprağın dışına çıkan bölümler 30, 40, 50, 60 santim kadar boy atarlar. O da kabuğundan soyulup öylemesine yenir.
yoğurtlu kenger
Haziran ayının sonlarına doğru bitkinin kök ve dallarındaki sular azalır. Kenger başaklanır, bir ceviz büyüklüğünde kafa tutar ve giderek kurur. Davarlar dikeninden dolayı pek yaklaşıp yemezler. Kuruduktan sonra yuvarlak başakları çok hafifler. Rüzgâr kengeri kökünden söker, sürükleye sürükleye yuvarlar ta ki bir çukur buluncaya kadar ya da bir meşe ağacına veya bir çalıya takılıncaya kadar… Artık orada son durağını bulur. Memleketimizde çok kar yağmasından dolayı kengerin üstüne bir yandan yağmur bir yandan kar çöker ve ilk bahara kadar toprağa iyice yapıştırır. Artık rüzgâr baba kengeri toprak anasına bırakır. Çalılara takılıp kaldığı yerde kendi kendine yeni nesil doğurur. Kayalıklarda bile olsa o yine de kök salar. Yeter ki rüzgâr babası onu bir çukura sıkıştırabilsin ve bir avuç toprakla buluşturabilsin. Bakın, bugün Ermeni halkı da aynen kengere benzemiyor mu? Vardıkları ülkelerde hemen kök salmıyorlar mı? Ermenileri başka bir bitkiye ve bir ağaca benzetenler de var. Mesela, Mısi’li Mose Yêrezyan Ermenileri söğüt ağacına benzetiyordu. Ve şöyle diyordu: "Söğüt ağacını kes ve nemli bir yerde bırak, o gene kendi kendine yerde kök salar." Bazıları da Ermenileri bir çilek ailesinebenzetir. Çileğin kökü fazla toprağın derinliğine inmez, ama çabuk dal ve basamak atar.
İşte dikenli bir bitki olan kengerin kaderiyle Ermeni halkının kaderi birbirine çok benzediği için kitabıma "Kengerler" adını koymak istedim.
Bazen kendi kendime de soruyorum acaba İsviçre’ye de rüzgâr mı beni getirip serpti?
Düşünce derinliklerine daldığım zaman beni buralara rüzgârın getirdiği kesin. Ama bu rüzgârı yaratan kim? Neden rüzgâr? Başka bir araçla, başka bir sebeple gelseydim olmaz mıydı? Eğer Ermeni halkının yerinde başka herhangi bir halk olmuş olsaydı şimdiye kadar rüzgârdan dünyaya yayılan kenger bile olsa çöpü bulunamazdı. Tıpkı dinozorların dünyadan kayıp olmaları gibi o halklar da kayıp olmuş olacaklardı. Ama kengerler gibi tüm dünyaya serpilmiş olsak da gene de rüzgâr babamıza borçluyuz ki dünyanın her köşesine biz kengerleri serpmiştir. Onun için Ermeni kengerlerin kökleri ve tohumları dünyadan tükenmemiştir. İnsan bazen bir şeye kızar ve o şeye isyan eder. Ama farkına vardığı zaman belki benim için hayırlı oldu diye de sevinir. Ermeni halkı dünyanın her yerinde rahat ve ferah yaşasa da atalarının topraklarından uzak yaşadıkları için içlerinde bir hasret vardır. Atalarının toprağını hiç görmeyen üçüncü ve dördüncü kuşaktan insanların çoğu, atalarının memleketlerini yalnız resimlerde görmüşler. Tıpkı bir insanın bazı meyvelerin ismini duymuş ama ömür boyu o meyvelerden hiç yememiş olması gibi. O meyveden tatmak için, akh bir defaya mahsus yalnız bir tane o meyveden bir yiyebileydim diyen biri, o meyveden bulduğu zaman sevinir. İşte ikinci, üçüncü ve dördüncü kuşaklar için aynen öyle; yabani meyve ve bitkilerden bir şeyler arayıp midesine atmaya çalışır. Kır ağacından ve yabani armutlardan bir şeyler bulduğu zaman çok sevinir. Birkaç tane dişinden de sert olsa gerek yedikten sonra şükür eder ve o yabani armut için dua eder, seni dikeni Allah kadim etsin, seni yeşerten Allah’a hamdolsun, der. Veyahut meyve zamanı daha gelmemiş ama çoban acıktığında gene de açlığını gidermek için bir şeyler bulması gerek yoksa midesi zır zır zil çalar öter. Yamuk değneyiğlen bir kök kenger bulur onu çıkarıp kabuklarıylan midesine atar. Rüzgârlara dua eder, hey kenger seni bu çöllere eken daima var olsun, der. İşte rüzgâra şükürler olsun ki biz rmeni-kengerleri dünyaya serpmiştir ama bizi, kengerleri bitirmemiştir."