Fehim Işık
Kerkük için umut var mı?
Kürdistan bölgesinin en kritik bölgelerinden biri Kerkük. Saddam iktidardan gittikten sonra 1961’den beri sistemli bir biçimde Kerkük’ten sürülen Kürtler peyder pey kente geri dönmeye başlamıştı. Bu durum 2017’ye kadar sürdü. Kürtlerin bir kısmı 2017’de yaşanan hezimetten sonra bir kez daha Kerkük’ten çıkmak zorunda kaldı. Şu anda Kerkük kenti Irak ordusunun denetiminde. Kentin dış giriş ve çıkışlarında ise Haşdi Şabi denilen İran yanlısı milis örgütünün güvenlik noktaları bulunuyor.
Hewlêr’e indiğimin ertesi günü Süleymaniye’ye geçtim. Saddam dönemi hariç 2003’ten sonra Hewlêr’den Süleymaniye’ye daha kısa ve daha düzgün olan Kerkük otoyolu üzerinden gidiliyordu. Bu gidişimde yaklaşık 1 yıldır kapalı olan Kerkük yolu yeni açılmıştı ve Kürdistanlılar -eğer bir sorunları yoksa- Süleymaniye’ye Kerkük üzerinden gidebiliyorlardı. Ancak bu benim için risk olabilirdi. Hewlêr garajından bindiğim şehirlerarası taksinin sürücüsü de aynı kanıdaydı. "Kentin giriş çıkışları Haşdi Şabi’nin kontrolünde. Sizin geçişinize izin vermezler" diyerek yaklaşık 1 saat fark eden Dokan yolunu kullanmamız gerektiğini söyledi. Dolayısıyla Kerkük’e uğramadan Süleymaniye’ye gitmek zorunda kaldık.
Hewlêr Garajı
Bugün Kerkük’te yaşananları anlamak için geçmişe kısaca bir göz atmakta yarar var.
Irak yönetimi tarafından kent geçmişte Kürt kimliğinden koparılıp Sünni Arap bir kente dönüştürülürken kent nüfusunun azımsanmayacak bir bölümünü oluşturan Türkmenler de Türkiye’nin telkinleriyle Irak’ın ve daha sonrasında ise Saddam’ın politikalarını destekliyorlardı. Rejime muhalif Türkmenler ise ya peşmergeye katılıyor ya da Türkiye’ye göç ediyordu.
Saddam döneminde demografiyi değiştirme girişimleri arttı. Baskı ve ölümler yaşamın bir parçası oldu. Kent nüfusunda Sünni Arap ağırlık giderek artıyordu. Bu arada Türkmenlerin nüfusu da korunuyordu. Ağırlıkla sistem ile uyumlu davranan Türkmenlere dönük politikalar ile Kürtlere dönük politikalar arasında büyük farklar vardı. Bunun temel nedenlerinden biri Türkmenlerin Irak iktidarı ile karşı karşıya gelecek yönelimlerden özenle kaçınmalarıydı. Türkiye, Türkmenlerin iktidar karşıtı olmalarının kendi lehine olmadığını bildiği için Türkmenlere dönük politikasında pasifizasyonu esas alıyordu. Türkmenler ancak son yıllarda silahlanabildiler. Türkiye hiçbir zaman Türkmenlerin silahlanmasını istemedi. Ancak bölgede savaş yaygınlaştıktan ve Türkiye bölgeye daha fazla müdahil olmaya başladıktan sonra ise silahlanmalarını örgütlüyor.
1958'de Moskova'dan Bağdat'a dönen Mele Mustafa Barzani 1961'de dağlara geri döndü
Türkiye daha Cumhuriyet’in ilk yıllarından başlayarak Kürtlerin Irak’ta Türkiye’yi etkileyecek bir statü elde etmelerine de karşıydı. 1958 Abdülkerim Kasım darbesinden sonra Irak’a dönerek Kürdistan’ı otonom bir şekilde 3 yıl yöneten KDP’nin kurucu lideri Mele Mustafa Barzani, 1961’de silahlı mücadeleye yeniden başlayıncaya kadar Kürdistan’da bazı adımlar atılmış, Kürtçe resmileşmiş, Kürdistan bölgesinde Kürtçe eğitim devreye girmiş ve Bağdat Üniversitesi’nde Kürtçe bölümler açılmıştı. Irak yönetimi Nasır milliyetçiliğinin etkisiyle savrulup yeniden Kürt siyasetini bastırmaya kalkınca KDP bir kez daha silahlı mücadele kararı aldı ve 1961’in Eylül’ünde peşmergeler tekrar dağa çekildi.
O yılların bir başka ilginç anekdotu daha var.
Türkiye’de iktidar, Kürtlerin Irak’ta yönetime gelmesini gündemine alır ve etkilerini tartışır. Bu gelişmelerin Türkiye’yi etkilememesi için öncelikle Kürtçenin Kurmanci lehçesinin eğitimde kullanılmasının engellenmesi kararını alır ve Bağdat’la iletişime geçer. Bağdat, bu durumu Kürtlere de kabullendirir. Eğitimde ve bürokraside Kürtçenin Sorani lehçesi kullanılır. Bağdat yönetimi eğitim ve bürokraside Sanskrit alfabenin Farsça ile aynı sembollerle Sorani lehçesine uyarlanarak kullanılmasına karşı çıkmaz ancak Kurmanci’nin engellenmesi için her türlü adımı atar. Çünkü Türkiye kuzeydeki Kürtleri Türkiye aleyhine etkileyecek her adımı savaş sebebi sayacağını iletmiştir, Bağdat’a. Türkiye’nin bu tutumu, Kürdistan’ın güneyindeki siyasi liderliği de etkilemiş ve onların Türkiye ile karşı karşıya gelmekten kaçınmalarına ve Türkiye ile ilişkilerde özenli davranmalarına neden olmuştur.
1961 silahlı mücadelesi 1970 Otonomi Analaşması ile sonuçlandı. Mele Mustafa Barzani ile Saddam Hüseyin, 11 Mart 1970’de Kürdistan Otonomi Analaşması’nı imzaladı ve ‘Irak Kürdistanı Bölgesel Parlamentosu’ kurularak faaliyete başladı. 1975 Cezayir Anlaşması ile İran ve Irak uzlaşınca Kürtlere dönük operasyonlar başladı ancak Otonomi Anlaşması feshedilmedi. Saddam ‘müsteşarlara’ yani koruculara yeni bir ‘Kürdistan Demokrat Partisi’ kurdurarak kendisine biat edenlerle Kürdistan bölgesini teslim almaya dönük adımlar attı. Bu dönem KYB’nin kuruluşuna da denk gelmiştir. KDP 1975’te silahlı mücadeleyi bıraktığını açıklarken aynı yıl kurulan KYB silahlı mücadeleyi sürdüreceğini açıklamıştır. KDP ise 1 yıl sonra 1976’da yeniden silahlı mücadele kararı almıştır.
KDP ile KYB’nin zaman zaman kendi aralarında çatışmalarına kadar giden bu rekabetçi dönem, çok açık ki Kürdistan bölgesindeki bağımsızlık referandumundan sonra Kerkük’ün İran ve Türkiye’nin desteğiyle yeniden Irak merkezi yönetiminin denetimine geçmesinin belki de en önemli nedenidir.
Kerkük ve çevresinde kontrol Irak ordusu ile Haşdi Şabi'nin denetiminde
Kerkük son yıllara kadar hep KYB yanlısıydı. KDP çok istemesine rağmen bu kentte ağırlığını kuramıyordu. Ancak KYB içindeki dalgalanmalar ile hareketin lideri Celal Talabani’nin rahatsızlanmasıyla KYB aleyhine gelişen durum, KDP lideri Mesud Barzani’nin Kerküklüler arasındaki sevgi ve sempatisinin de giderek artmasını beraberinde getirdi. 2014’te Musul’u işgal ettikten sonra Kerkük’e yönelen IŞİD’in Kürtler tarafından engellenmesiyle kentte KDP’nin etkinliği daha da arttı. Salt Kerkük’te değil, ‘Tartışmalı Bölge’ diye tabir edilen ve Irak Anayasası’na göre nereye bağlanacağının bir türlü yapılmayan referandumla belirlenmesine karar verilen, IŞİD sonrasında ise tümü fiili olarak Kürdistan bölgesi yönetimine bağlanan kentlerin tümünde KDP’nin gücü artıyordu. Eğer Kerkük’te Irak ordusu ile Haşdi Şabi’nin işgaline karşı KDP lideri Mesut Barzani’nin öncülüğünü yapacağı bir direniş hareketi gelişseydi -ki kanımca bu olasılık vardı- KYB kentteki tüm gücünü kaybedebilirdi. Kerkük’ün işgaline neden olan bir durumun da bu olduğu kanaatindeyim.
Bir kısım KYB’li -ki Celal Talabani’nin oğlu ve bazı yakınlarının bunlar arasında olduğu bölge basınına da yansıdı- açık ki Irak merkezi hükümeti ile anlaşarak Kerkük’ün denetimini onlara verdiler. Türkiye ve İran’ın tehditleri, Irak merkezi hükümeti ile uzlaşan KYB’lilerin yanı sıra başka KYB ve KDP yöneticilerini de etkilemiş olacak ki hiç umulmayacak kadar kısa bir sürede, sadece bir gecede Kerkük Haşdi Şabi ile Irak ordusunun kontrolüne girdi.
Haşdi Şabi ve Irak ordusu kente girdiğinde kentteki yerleşik Kürtler Hewlêr'e kaçtı
Irak’ın ilk yaptığı şey Kerkük’ten Kürtlerin izlerini silmek oldu. Kerkük’e gidip gelen Kürdistanlılar kentte bir tek Irak bayrağının asılı olduğunu, tüm Kürdistan bayraklarının kaldırıldığını, Irak cumhurbaşkanlığı yapmış Celal Talabani’nin resimlerinin bile kentte asılı olan yerlerden indirildiğini söylüyor. Ayrıca Kerkük’te bulunan tüm peşmerge birlikleri kenti terketmişken Türkmenlerin Türkiye desteğiyle silahlandırıldığı ve eğitildiği de basına yansıdı. Bu da gösteriyor ki kent Irak, Türkiye ve İran arasında yeni bir paylaşıma sahne olmuş.
Türkmenler, Kerkük'te Türkiye'nin desteğiyle silahlandırılıyor
Kerkük’ün Kürt yönetiminin yeniden etkili olması, Kürtlerin kenti Kürdistan bölgesi yönetimine bağlaması mümkün mü?
Kerkük'te Kürt ylönetiminin yeniden etkili olması mümkün. Siyasal süreç olumlu işler ve Kürtler kendi çelişkilerini bir yana bırakarak yekpare davranma konusunda adım atarlarsa bu süreç çok hızlı bir şekilde de ilerleyebilir. Ancak kent Kürtlerin yönetimine geçse bile o kadar kolay Kürdistan bölgesel yönetimine bağlanmayacak.
Güneydeki Kürtler basiretsiz yönetimin, ekonomik darboğazın, bölge devletleri ile girilen kirli pazarlıkların, Irak’a karşı yekpare davranamamalarının bedelini topraklarının en az yüzde 40’ını kaybederek ödediler. Daha da ötesi IŞİD’e karşı mücadelede tüm dünyanın sempatisini kazanmış Kürtler, özellikle Kerkük konusunda hala tek bir destek alabilmiş değiller. ABD’de, Irak merkezi hükümetini kontrol edebildiği sürece Kerkük’ün Kürdistan bölgesi yönetimine bağlanmasından yana tutum almayacak görünüyor. Hal böyle olunca Kerkük için kısa vadede çok umutvar olmak mümkün görünmüyor.
Bir sonraki yazımda Kürdistan bölgesinin önemli direniş merkezlerinden olan Süleymaniye’deki değişimi, özellikle Saddam’ın işkence merkeziyken şimdi Müze’ye dönüştürülen Emni Sor’a yapılan yeni eklemeleri ve bunların etkilerini yazmak istiyorum…