Gün Zileli
Kılıçdaroğlu!?
Seçimden önce, her türden muhalif olarak, topluca iyi “havaya girmiştik” doğrusu: Otokratı seçimle devirecektik. Tamamen imkânsız mıydı bu? Hiç de değil. Otokrasinin ne kadar korktuğu ortada. Devrilmesi hayal ürünü olsaydı bu kadar korkarlar mıydı!
Seçimler sonrasında bazılarımız, anket şirketlerinin abartılı anketler yayınlayarak “millete gaz verdiğini” ileri sürdü. Bu da, her şey olup bittikten sonra bir günah keçisi yakalayıp afiyetle “mideye indirmek” isteyenlerin iddiası. Milyonlarca insan sandık başına, anket şirketlerinin “dolduruşuna” geldiği için koşmadı. Gerçekten bir umut ışığı gördüğü için koştu ve bu hiç de sahte bir ışık değildi.
CEPHE SİYASETİNİN BAŞARISI
Seçimden sonra bazılarımız en büyük günah keçisi olarak Kılıçdaroğlu’nu yakaladı. Onlara göre, Kılıçdaroğlu, muhafazakârlarla ittifaka girerek hata yapmıştı; onlar muhalif cepheye ne kadar oy getirmişti ki? Muhafazakârlara tanınan kontenjan ulusalcı seçmeni küstürmüştü vb. vb.
Elbette söylenen her şeyde bir miktar gerçek payı vardır. Yukardaki argümanlar da öyle. Ancak, genel olarak bakacak olursak, Kılıçdaroğlu’nun izlediği cephe siyasetinin esasen doğru, yerinde ve hatta tarihe iz bırakacak bir siyaset olduğunu düşünüyorum.
Birbirine bu kadar zıt güçleri aynı noktada buluşturmak kolay iş değildir. Kılıçdaroğlu’nun cephe siyaseti bunu başarmıştır. Düşünsenize, bir tarafta bir ucu eski ülkücülere ve Zafer Partisi’ne kadar uzanan muhafazakâr bir blok var, diğer yanda CHP’nin kendi gücü sayılabilecek Atatürkçüler ve ulusalcılar bloku; öte tarafta sol partiler bloku ve Kürt hareketi (YSP). Ve bunların hepsi Kılıçdaroğlu’nun çevresinde birleşerek %50’lere varan bir muhalefet sinerjisi yarattı. Normal koşullarda, eski ülkücüler ve muhafazakârlar, solcularla ve Kürt hareketiyle aynı cephede yer almazdı; hatta ulusalcılarla da aynı yerde görünmek pek istemezlerdi. Keza ulusalcılar, solcular ve Kürtler de öyle. Normal koşullarda ulusalcılar Kürtlerden ve muhafazakârlardan, Kürtler ulusalcılardan haz etmezlerdi, Ne var ki, otokrasiyi yenme arzusu ve Kılıçdaroğlu’nun birlik siyaseti bu güçleri zımni bir ortak cephede birleştirdi. Bu, az buz bir başarı değildir ve bence tarih bu başarıyı kaydetmiştir.
KOLTUĞA YAPIŞMAK!
Ne var ki, bu tarihi bloka rağmen Kılıçdaroğlu, küçük bir farkla seçimi kaybetmiştir. Cephe siyaseti ne kadar başarılı olursa olsun, bu bir seçimdir ve seçimi kaybedenler bizzat kendi cephesi ve seçmeni tarafından topa tutulur. Sonuç olarak, seçimi kaybeden bir lider, bu parlamenter seçim oyununun kuralları gereği istifa etmek ya da çekilmek zorundadır. Fakat gördüğümüz tam tersi olmuş, o herkesi birleştiren büyük siyasetin temsilcisi, alelade bir kasaba politikacısı gibi “koltuğuna” sarılmış, “bırakmam da bırakmam” demiştir. Yani küçük kasaba politikacılığı, ne yazık ki “büyük lideri” bir anda yemiş ya da alaşağı etmiştir.
Oysa Kılıçdaroğlu’nun yapması gereken, seçimin kaybedildiği günün ertesinde istifa etmek olmalıydı. İşte o zaman, izlediği büyük politikanın hakkını vermiş olacaktı. Bunu yapmadı. Neden yapmadı?
Her iktidar mücadelesi, kaçınılmaz olarak liderin çevresinde bir iktidar tutkunu çete yaratır. Belki de bu çete önledi Kılıçdaroğlu’nun gereken istifa adımını atmasını. Bunu bilemiyoruz ama Kılıçdaroğlu çekilme ferasetini göstermiş olsaydı, tarihî bir lider olduğunu kanıtlamış olacaktı.
Eh ne de olsa, herkes İsmet İnönü değil! İsmet İnönü, genç rakibi Ecevit karşısında yenilgiyi kabul edip çekilebilmişti. Ve tarihe de böyle geçti. İsteseydi, kongre delegelerini manipülasyon ve engellemeler yoluyla “seçtirebilir” ve rakibinin kendisini devirmesini engelleyebilirdi. Genelde hep böyle yapılır. 50 yıllık değişmez parti başkanlarının kongre delegelerini nasıl “ayarladığı” bilinen bir şeydir.
Gerçek liderler, Hitler’in yenilmesinde önemli rol oynadıktan sonra ilk seçimde kaybeden, Muhafazakâr Tory’lerin lideri Churchill gibi, herhangi bir tarihi anda devrilmeyi sineye çekebilen liderler, diğerleri ise irili ufaklı otokratlardır. Temelde, böylesi liderleri yaratanın, o ülkenin demokratik gelenekleri olduğunu da unutmamak gerekiyor, tabii.
Gün Zileli: 24 Ekim 1946, Ankara doğumlu. 1968 gençlik hareketinde yer aldı. 1990 yılında İngiltere’de sığınmacı oldu. 1992 yılında anarşizmi benimsedi. 2000’li yıllarda altı kitaptan oluşan otobiyografisini yazdı. Romanları, özellikle Sovyetler Birliği’ndeki Gulag kampları hakkında biyografik çevirileri var.