Cem Erciyes
Ömer Koç’un harikalar diyarı
Sonlarına yaklaştığımız bu yıl içinde önemli sergiler gördük. Bunlardan biri, önceki hafta sözünü ettiğim Taviloğlu Koleksiyonu, ‘Bir Koleksiyoner Hikayesi’ adlı görkemli sergi. Diğeri ise Ömer Koç koleksiyonundan seçilen eserlerle Arter’de açılan müthiş sergi ‘Farz Et Ki Sen Yoksun’.
İki sergi arasında epey fark var tabii. Bu durum koleksiyonculuk kavramı ve Türkiye’deki koleksiyonculuk hakkında da epey fikir yürütme imkanı veriyor. İlki tamamen Türk resminden oluşuyor. Koleksiyonun sahibi Mustafa Taviloğlu verdiği söyleşilerde her ne kadar yabancı sanatçı almamaktan pişmanlıkla bahsetse bile bu koleksiyonun önemi, Türk resminden gelmiş geçmiş neredeyse herkesi kapsaması. Türk resim piyasasının da bir özeti gibi Taviloğlu koleksiyonu.
Mustafa Taviloğlu, ömrü boyunca biriktirdiği eserlerin tamamını adeta son bir gayretle görkemli bir sergiyle topluma açtı; yedi dev mekanda şehre yayılan sanki bir ‘Mudo Bienali’ izledik. Sergiler hala sürüyor. Yıl boyunca açık kalan ve bu ay sonunda bitecek olan Ömer Koç koleksiyon sergisi ise epey farklı. Bu bir türün, tarzın ya da dönemin değil bir koleksiyoncunun öne çıktığı bir sergi. Kaynaklık eden koleksiyon hakkında bize fikir veren, gördüğümüz şeyin görebileceklerimizin küçük bir temsili olduğunu bize hissettiren, bir anlamda tadımlık, çok güzel bir sergi. Sergiyi ilginç kılan Ömer Koç’un efsanevi koleksiyonundan bir seçki olması, güzel kılansa dünyanın ve Türkiye’nin en değerli sanat eserlerini ünlü edebiyatçılara ait mektuplar, zamansız sandalyeler, geçen asırdan kalma takma gözler ve kitaplar ve fotoğraflar ve heykellerle birlikte geziyor olmak.
Ömer Koç’un erken yaştan itibaren iyi bir ‘toplayıcı’ olduğu biliniyor. Çok önemli bir kitap ve klasikten çağdaşa kapsamı epey geniş sanat eseri koleksiyonları var. ‘Farz Et Ki Sen Yoksun’ sergisi de bize gösteriyor ki ileride bu koleksiyon tek başına bir müzeyi donatıp ayakta tutabilir. Ama nasıl bir müze? İşte bu sorunun muhtemel cevapları da Arter’de izlediğimiz sergide aranıyor.
Sergi alanındaki tanıtım yazılarından ve çok güzel hazırlanmış sergi kitabından anladığıma göre Ömer Koç bu muazzam koleksiyonuyla birlikte aynı mekanda yaşıyor. Yani küratör Selen Ansen sergiyi adeta Ömer Koç’un evinden seçip müze mekanına taşımış. Bu nedenle geniş müze mekanında odalar, ev atmosferinde köşeler, kütüphane dekorları oluşturulmuş; mobilyalardan yardım alınarak eserler izleyiciyle buluşturulmuş. Bazen bir eski vitrinin raflarına bazen yerlere sehpaların, halıların üstlerine konmuş eserler. Ama tabii ki bir müze intizamı içinde. Gezilip görülebilecek bir düzenlemeyle, birbiriyle ilişkili işleri yan yana üst üste aynı mekana koyarak… Bu anlamda küratör Selen Ansen koleksiyonun kişiselliğini ve çeşitliliğini korurken bize hazmedilebilir anlamlı bir bütün sunmayı da başarmış.
Bütünlüklü, ama yine de bunun kendine özgü bir sergi olduğunu hatırlatalım. Eserlerin hepsinin altında etiketler yok mesela. Hiçbir hiyerarşi ve kronoloji ve türsel ayrım gözetmeden hep birlikte sergilenen eserleri takip etmek de o nedenle hiç kolay değil. Birer bulmaca çözer gibi etiket kartonlarını elinize alıp merak ettiğiniz eserin künyesini arıyorsunuz. Buluyorsunuz, bulamıyorsunuz… ama sonunda bu sergiyi öyle bir sanat müzesi gibi titizlikle gezmenin değil, bir tanıdığın evindeki harikalar arasında hayranlık ve şaşkınlıkla dolaşmanın daha iyi olacağını fark ediyor ve kabulleniyorsunuz. (Orhan Pamuk’un da bu sergiyi büyük bir merak ve zevkle gezdiğini tahmin ediyorum.)
Sergi kitabındaki yazısında Amerikalı sanat tarihçi Claudia Swan ‘Bir harikalar diyarı’ olarak adlandırdığı Ömer Koç koleksiyonunu şöyle tarif ediyor: “Panoramik ve kapsayıcı olmakla beraber, tasnif mantığına meydan okuyan, engin ve bir o kadar büyüleyici, kavraması güç bir koleksiyon. Bir dolu kitap ve antika eserin, her çağdan resmin, minyatür mobilyalarla açık saçık heykellerin, İznik seramikleri ve gergedan temsillerinin, nakış örneklerinin, anatomik modellerin ve daha pek çok harikulade nesnenin bir araya geldiği, bileşenleri birbirini yankılayan ancak nadiren tutarlı bir resim çizen, çarpıcı bir birikim bu.”
İşte bu birikim koleksiyonerin kimliğini oluşturuyor. Koleksiyonerin kimliği ve beğenisi seçip almasını, biriktirmesini yönlendiriyor. Biz de sergide o kimliğe dair birtakım ipuçları görüyoruz: Eskiye, güzel, ilginç ve şaşırtıcı olana meraklı edebiyatın ve sanatın büyük yaratıcılarına hayran ve saygılı esprili, neşeli bir toplayıcı. Bu kadar kişisel bir koleksiyonun sergisi, koleksiyoncuyu ele verdiği için olsa gerek Ömer Koç’un mesela Mustafa Taviloğlu gibi her şeyini ortaya dökmek istemeyeceğini tahmin edebiliyorum. Ama yine de sahip olduğu harikaları paylaşma, gösterme dürtüsüne zaman zaman, parça parça teslim oluyor. Belki Koç ailesinin kurduğu sanat kurumlarındaki uzmanların da ısrarıyla Ömer Koç koleksiyonundan parçalar John Craxton sergisindeki resimler, Göz Alabildiğine İstanbul sergisindeki eski eserler olarak karşımıza çıkıyor…
‘Farz Et Ki Sen Yoksun’da evet sanat eseri dışında nesneler de var, ama tabii ki büyük ağırlığı çok değerli eserlerden oluşan bir sergi bu. Sergilenen dört yüz sanatçı arasında bir tablosuyla Picasso da var, beş asırlık bir gravürüyle Albrecht Dürer de... Chagall da var, Andy Warhol, Balthus, Louise Bourgeois, Maurizio Cattelan, Anselm Kiefer, Nan Goldin ve Man Ray de... Türk sanatından Fahrelnisa Zeyd de, Nuri İyem, Yüksel Arslan, Hale Tenger, Yaşam Şaşmazer, Semiha Berksoy, Selçuk Demirel, Osman Hamdi Bey, Şahin Kaygun, İrem Tok, Erinç Seymen ve hat levhalarıyla Emin Barın da… Serginin bir sürprizi de Nâzım Hikmet, Mustafa Kemal Atatürk, Charles Baudelaire, Oscar Wilde, Marcel Proust gibi isimlerin el yazılarıyla not ve mektuplarından örnekler bulunması.
Türkiye’deki en büyük koleksiyonlardan biri Ömer Koç’a ait. Bu sergiye bakınca Ömer Koç koleksiyonunda daha ne harikalar olabileceğini insan hayal edip meraklanıyor. Öte yandan ülkemizdeki göz kamaştırıcı koleksiyonlar Ömer Koç ve Mustafa Taviloğlu’ndan da ibaret değil. Zaman zaman bir sergi, katalog ya da müze açma dedikodusuyla gündeme gelen bu koleksiyonların da gün yüzüne çıkmak için fırsat kolladıklarını tahmin ediyorum. Kim bilir Türk ve dünya sanatına dair ne harikalar var o koleksiyonlarda da... Bakalım nerede nasıl karşımıza çıkacaklar…