Ümit Kardaş
Küresel eril sistemin mağdurları: Kadınlar - 3
Yürütmeyi tek başına temsil eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmayı gerekçelendirirken iç hukuktaki mevzuatın kadını korumada yeterli olacağını vurguladı.
İstanbul Sözleşmesi’nin şiddeti önleme, koruma, ceza yargılaması ve politikası ilkeleri bakımından toplumsal cinsiyete dayalı şiddete karşı bir şemsiye oluşturduğu, çatı görevi gördüğü açık. Nitekim Sözleşme, 6284 sayılı yasanın hazırlanması ve kanunlaşması bakımından zorlayıcı bir referans oldu. Sözleşme, kadının güçlendirilmesi, toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin önlenmesi, etkin yargısal süreçlerin yürütülmesi, destek ve koruma mekanizmalarının oluşturulması konularında sözleşmeye taraf devletlere yol haritası çizmekte.
6284 sayılı kanun temelini İstanbul Sözleşmesi’nden alırken, gerekçesinde Sözleşme’ye atıflar içermekte. O halde iç politik çıkarlar dışında bu sözleşmeden çekilmenin hiçbir anlamı ve yararı bulunmamakta. Daha önce belirttiğimiz gibi sözleşmeden çıkma kararı fonksiyon gaspı nedeniyle hukuki anlamda yok hükmünde.
Ayrıca AİHM kadına şiddete ilişkin kararlarında BM bildirgesi, İnter-Amerikan sözleşmesi ve İstanbul Sözleşmesi’nin ortak yaklaşımını benimseyen kararlar vermekte. Anayasa Mahkemesi de Sözleşme’ye referans vererek bu Sözleşme’nin şiddet mağduru olan kadın ve çocukları etkin biçimde korumaya yönelik olduğuna ilişkin vurgu yaptı.
6284 sayılı kanun evli olmayan bireyleri de koruması, şiddet uygulayan kişinin ve şiddetin tanımının genişletilmesi ve önleyici, koruyucu tedbirleri içermesi gibi birçok iyileştirmeyi kapsamakta. Ancak 4320 sayılı kanunun uygulama sürecinde ortaya çıkan aksaklıklar halen geçerli. Bu da sorunun kanun temelli olmaktan çok zihniyet sorunuyla ilgili olduğunu, bu konudaki kurumlaşmanın ve uygulamaların da yetersiz kaldığını göstermekte. Çünkü Türkiye bu konuda en olumsuz noktadaki yerini korumakta.
Uygulamada ortaya çıkan tebliğ sorunu, infaz sorunu, altyapı yetersizlikleri, delillerin değerlendirilmesi meselesi, uygulayıcıların farklı yorumlara dayalı uygulamaları gibi sorunlar bu kanunun etkili bir şekilde hayata geçirilmesini engellemekte.
Uygulayıcıların yetersizliğini ortadan kaldırmak için kadına yönelik şiddet alanında çalışan tüm meslek gruplarına ve özelde 6284 sayılı Kanun’un uygulanmasında önemli rol oynayan hâkim, savcı ve avukatlara yönelik meslek içi eğitimler verilerek bu alandaki uzmanlığın geliştirilmesi gerekmekte.
Bu konuda gelişme sağlanabilmesi için Türkiye’nin toplumsal-ekonomik-kültürel yapısının da değişmesi gerekmekte. Kadın-erkek eşitsizliğinin ortadan kaldırılabilmesi ve kadına yönelik şiddetin önlenebilmesi için kadınlara ve erkeklere yüklenen toplumsal-ekonomik cinsiyet rollerinin değişmesine ilişkin politikalar geliştirilmesi önem göstermekte.
Erkeklik, sürekli başka konumların ne olması gerektiğini belirleme hakkını kendi elinde tutan ve bu sayede kendi bulunduğu konumu sorgulama dışı bırakan bir iktidar odağı. Bunun için bu egemenliğe karşı farklı duruş sergileyebilecek farklı erkeklik deneyimlerini açığa çıkartmak, bu farklı deneyimlerin nasıl oluştuğunu anlamak gerekir.
Sorunun sadece 6284 sayılı kanunun metin olarak var olmasıyla çözülemeyeceği ortada. Kanunun ve ilgili mevzuatın nasıl hayata geçirildiği, destekleyici altyapı kurumlarının inşa edilip edilmediği, uygulayıcıların, özellikle hakim ve savcıların zihniyeti, bütçeden ne kadar kaynak ayrıldığı hususları çözümün belirleyicisi durumunda.
İstanbul Sözleşmesi, ilk kez psikolojik şiddet ve ekonomik şiddeti erkek şiddeti olarak tanımladı. Kadına yönelik şiddetin kadınlarla erkekler arasındaki tarihten gelen bir eşitsizliğin yansıması olduğuna vurgu yaparken de yapısal sorunlara işaret etmekte. Bu nedenle mücadeleyi ekonomik-siyasi-toplumsal alanda ve idari yapıda yani her alanda yaparak kadın erkek eşitliğinin sağlanması gerekmekte.
Yapısal sorunlar giderilmeye çalışılırken meydana gelen şiddet vakalarında mağdurların korunması, şiddeti uygulayanların kovuşturulması, gereken cezaların verilmesini sağlayacak yapıların acilen geliştirilmesi zorunlu.
İspanya’da uygulanmakta olan özel eğitimli 600 hakimin görev aldığı “Kadına Yönelik Şiddet Mahkemeleri” kurulması örnek alınabilir. Fransa’da olduğu gibi “Kadın-Erkek Eşitliğinden Sorumlu” bakanlık oluşturulabilir.
Kadına yönelik şiddetin çoğunlukla aile ve aileye yakın ilişkilerin içinde üretildiği gerçeği göz önüne alınarak kadın üzerinden muhafazakâr ve dini değerlerin yaygınlaştırılması değil, kadınların insan haklarından eşit bir biçimde yararlanabileceği ve güçlenebileceği imkanların sunulması sağlanmalı.
Tüm yaygın ve örgün eğitim müfredatının toplumsal cinsiyet ayrımcılığı içeren ifadelerden arındırılması ayrıca ilkokuldan başlayarak insan hakları ve ayrımcılık konularında zorunlu dersler konulması temelden atılması gereken adımlar.
Şiddete maruz kalan kadınlarla çocukları genel sağlık sigortasından yararlandırılması , ücretsiz kreş hakkı sağlanması önemli bir husus.
İstanbul Sözleşmesi'nin öngördüğü standartlarda hem kırsal bölgelerin, hem kentlerin ihtiyacını karşılamayı esas alan yaygınlıkta ve sayıda cinsel şiddet kriz merkezi açılmalı, bu merkezlerden göçmenler, mülteciler, engelliler yararlanmalı.
Engelli ve göçmen kadınlar ile LGBTİ+’ların farklı sorunlarına ilişkin politikalar geliştirilmeli, şiddeti önleme ve izlemede etkili ve sürdürebilir sığınak modelleri oluşturulmalı, ihtisaslaşmış acil şiddet yardım hattı kurulmalı. İnsan ticaretine maruz bırakılan kadınlara hizmet veren kadın örgütlerinin sığınakları için yeterli bütçe ayrılarak kapanan sığınakların yeniden açılması sağlanmalı.
Ayrımcılık yasağına ilişkin özel bir kanun çıkarılarak, LGBTİ+’lara ve ayrımcılığa uğrayan herkese karşı işlenen nefret cinayetleri başta olmak üzere tüm hak ihlallerini de kapsayacak şekilde bir düzenleme yapılmalı. Amerikan Hukuku’nda mağdurun ırkına, rengine, dinine, ulusal kökenine, cinsiyetine, cinsel tercihine veya özürlü olmasına dayanılarak uygulanan ve ölüm veya müessir fiil ile sonuçlanan şiddet eylemleri “nefret suçu” olarak ayrıca düzenlenmiş durumda.
Sonuç olarak, İkinci Dünya Savaşı sonrası “refah devleti”, 90’lı yılların Yeni Dünya Düzeni vaatleri ve günümüze kadar gelen neoliberal politikalar savaşsız, tam hak eşitliğine dayalı, çatışmasız ve şiddetsiz bir dünya sağlayamadı.
Bu sistemde yaşayan her insan hem cellat hem kurban olma potansiyelini taşıyor. Dünya ve Türkiye anomalilerle dolu bir cehennem. Medyanın büyük bir kısmı ise bu sapmaların üstünü örtüp gizleyerek gerçeklik yanılsaması yaratıyor. Öncelikle bu cehennemi sorgulamamız gerekiyor.
Küresel anlamda eril zihniyetin mağduru olan erkekler de var. Bu nedenle kadın ve erkeklerin dayanışma içinde küresel ve yerel mücadeleyi birlikte yapmaları gerekmekte. Çünkü toplum ancak o zaman özgürleşip demokratikleşebilir.