Kobani davasına giden süreç -1-

Kobani olayları, sadece Kürtler veya Güneydoğu bölgesi için değil, tüm Türkiye için önemli bir dönüm noktası. Bu acı olayların yaşanmasında siyasi varsa cezai sorumluluk kimde?

Kobani davası sürecini anlamak için Kobani olaylarının çıkmasına neden olan siyasi, tarihi, sosyal ve hukuki gelişmelere bakmak gerekir.

Kobani’nin dahil olduğu Kuzey Suriye bölgesinde, yerel halkın çoğunluğunu oluşturan Kürtlerle birlikte az da olsa Araplar, Türkmenler ve soykırımlardan sağ kurtulan Ezidi, Ermeni ve Süryani azınlıklar yaşamakta. Bölge halklarının anadilleri, siyasi ve kültürel hakları, 1960’tan sonra iktidara gelen Arap milliyetçisi Baas rejimiyle yasaklandı.

Suriye iç savaşında ordu birlikleri ülkenin kuzeyinden çekilmek zorunda kalınca, Kürtlerin kurduğu sosyalist Demokratik Birlik Partisi (PYD) ve onun askeri kanadı Halk Savunma Birlikleri (YPG) Afrin, Kobani, ve Derik kasabalarını içeren Rojava (“Batı” Kürdistan) bölgesinde özerklik ilan etti.

İç savaşta bir devlet kurduğunu ilan eden şiddet yanlısı cihadist Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütü ise Suriye’nin Türkiye sınırını tamamen kendi kontrolü altına almak için 15 Eylül 2014’te Kobani’ye ağır silahlarla bir saldırı başlattı.

O dönemde iktidarda bulunan AKP, IŞİD’e doğrudan destek vermemekle birlikte, Suriye devlet başkanı Beşar Esad’ın devrilmesini bir öncelik, sınırın diğer tarafında kurulacak kalıcı Kürt özerk yönetimini ise bir tehdit olarak görüyordu. Hükümet, IŞİD saldırısından kaçan Kürtlerin sınırdan girişine izin verirken, Türkiyeli Kürtlerin Kobani’ye geçmesine izin vermedi.

Eylül 2014'te, IŞİD, PYD'nin kontrolündeki köylere saldırmaya başlamış, Aralık ayına kadar 350'yi aşkın köyü ele geçirmiş, saldırılardan kaçan 150 bini aşkın Kobani sakini, sınırın karşı tarafındaki Suruç ilçesine sığınmıştı.

IŞİD saldırılarının yoğunlaşması üzerine 4 Ekim’de PYD Eş Başkanı Salih Müslim, diğer Kürt kantonlarındaki silâhların Kobani'ye Türkiye toprakları üzerinden aktarılması için koridor açılması talebinde bulunmak üzere Ankara’ya geldi.

Görüşmelerin zeminini Başbakan Ahmet Davutoğlu ile HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş arasındaki görüşme oluşturmuştu. Demirtaş, Davutoğlu ile 1 Ekim’de yaptığı görüşmeye ilişkin gazetecilere, “Biz, PYD ile temas kurmalarını hep arzu ediyoruz. Silah yardımı için koridor açılması konusunu PYD ile görüşmeleri gerektiğini söyledik. Bunu, onlar da değerlendireceklerini ifade ettiler. PYD ile temasa kapalı değiller, bunu anladık” şeklinde bir açıklama yapmıştı.

Başbakan Davutoğlu da ATV’de katıldığı canlı yayında, Kobani’nin, IŞİD’in eline geçmesini Türkiye’nin istemediğini, bunun için gerekenleri yapacağını belirtmişti.

IŞİD, Ekim ayında Kobani'de ciddi bir ilerleme kaydetmeye başlayınca, Türkiye'nin farklı kentlerinde "Kobani'ye destek" eylemleri başladı. HDP yetkilileri krizin başından itibaren Türk yetkililerle çeşitli görüşmelerde bulundu.

HDP'lilerin en önemli taleplerinden biri, Suriye'nin kuzeyindeki diğer bölgeler ve Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) üzerinden gelecek askeri yardımın ulaşması için Türkiye toprakları üzerinden Kobani'ye bir koridor açılmasıydı.

HDP MYK’sı , Kobani’nin IŞİD’’in eline geçmesinin yaratacağı vahim sonuçları öngörerek, askeri yardımın yapılmasına destek vermekte çekimser kalan iktidarın bu politikasını etkilemeye yönelik bir niyetle tabanını gösteri, itiraz, protesto hakkını kullanmaya davet etti.

Bunun ardından önemli bir bölümü Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki kentlerinde olmak üzere, Türkiye çapında 3 gün süren kitlesel sokak eylemleri başladı.

8 Ekim'e gelindiğinde gösterilerde şiddet olayları arttı, Muş, Diyarbakır Batman, Siirt, Van, Gaziantep, İstanbul gibi kentlerde eylemler ölümle sonuçlandı. Olaylarda güvenlik güçleriyle göstericiler bazı yerlerde de göstericilerle onlara karşı çıkanlar arasında çatışmalar yaşandı.

Güvenlik güçlerinin yer yer gerçek mermi de kullanarak müdahale ettiği; göstericilerin ise taş, sopa, molotof kokteyli ve havai fişek kullandığı görüldü. Bazı kentlerde göstericilerle HÜDA-PAR yanlıları arasında çatışmalar yaşandı.

Selahattin Demirtaş, 9 Ekim'de Diyarbakır'da bir basın açıklaması yaptı. Protestoları savunurken, şiddet olaylarını eleştirdi, Abdullah Öcalan’ın mektubuna referans vererek eylemlerin durmasını istedi. Bu çağrı üzerine olaylar sona erdi.

Ölenler arasında HDP’nin temsil ettiği Kürt siyasi hareketine mensup vatandaşlar, PKK mensupları, İslamcı çizgideki Hüda-Par hareketinin takipçileri, Kürt göstericilere tepki için sokağa çıkan aşırı milliyetçi kesimler ve güvenlik görevlileri vardı.

Bugün üzerinde yürütülen spekülasyonlara ve tekrarlanan iddialara rağmen, Kobani eylemleri sırasında yaşanan ölümlere dair ayrıntılı pek çok haber ve insan hakları örgütleri tarafından hazırlanmış raporlar gerçeği görmemize yardımcı oluyor.

Bu raporlara göre ;Kobani olaylarında öldürülen 51 kişinin 26'sı HDP’ye, dokuzu Hüda-Par’a yakın kişiler olup iki kişi milliyetçi gruplar içinde yer almış. Yedi kişi eylemlerde yer almadıkları halde hayatlarını kaybetmiş. Olaylar sırasında hayatını kaybeden iki kadından biri pencereden giren kurşunla, diğeri evine atılan gaz bombası sonucu yaşamını yitirmiş.

Ölenler içinde ikisi polis, biri milli eğitimde görevli üç devlet memuru ve üç PKK (HPG) üyesi var. Ölenlerden ikisinin ise ne hangi gruba yakın olduğu, ne de failleri biliniyor.

Öldürülen 51 kişinin 16'sı polis ve askerler tarafından, beşi ise korucular tarafından öldürülmüş. Sokak çatışmaları sırasında 11 kişi PKK sempatizanları veya HDP/DBP gruplarıyla birlikte sokağa çıkmış olan kişilerce, beşi Hizbullah sempatizanları veya Hüda-Par üyeleri, dördü ise milliyetçi ve ırkçı gruplara yakın kişiler tarafından öldürülmüş.

Hüda-Par ve milliyetçi gruplar içinden öldürülenlerin neredeyse tamamı, çatışma veya saldırılar sırasında PKK sempatizanları veya HDP/DBP’li gruplar içinden açılan ateş, atılan taşlar veya linç sonucu öldürülmüş.

Hükümeti protesto için sokağa çıkmış olan Kürt siyasetine yakın kişilerinse yüzde 65’i güvenlik güçleri tarafından öldürülmüş. Yedi kişinin failleri ise belirsiz.

Yapılan tespitler, Erdoğan’ın “Benim Kürt kardeşlerimi bunlar öldürmedi mi?” önyargısının doğru olmadığını gösteriyor. Karşımıza çıkan tablo şöyle: sokağa protesto için çıkan HDP tabanına karşı alanlara inen karşıt HÜDA-PAR ve milliyetçi grupların provokasyonu, PKK sempatizan ve üyelerinin olaylara dahil olarak linçe varan fiillerde bulunmaları, güvenlik güçlerinin olaylarda protesto için toplanan kesime karşı paramiliter yapılanmalarla orantısız şiddet kullanmasının yarattığı katliam.

Bütün bu vahim olaylar yaşandıktan 10 gün kadar sonra , 20 Ekim 2014’te Erdoğan’ın Obama ile yaptığı telefon görüşmesi sonucunda, iktidar IKBY'ye bağlı Peşmerge güçlerinin destek amacıyla Türkiye üzerinden Kobani'ye geçmesine izin verdi.

HDP yönetimi Kobani için kaygılanmakta haklı mıydı ? Bölgede yaşayan Kürtlerin Kobani’de yaşayan Kürtlerle akrabalık ilişkileri dışında yakın duygusal bağları bulunmakta. Ayrıca ortada insani bir durumun olduğu da açık. Kobani’de yaşayan azınlıkların özellikle Ezidilerin IŞİD tarafından kadın, çocuk demeden rehin alınıp katliama uğratılması tehlikesinin varlığı Batı’nın hava operasyonlarına Türkiye’nin kara koridorunu açarak peşmerge ve askeri yardım geçişi sağlamasını zorunlu kılıyordu.

Nitekim o dönem HDP yönetiminde olan ve yargılandığı davada beraat eden Altan Tan, 17 Mayıs 2024’te Independent Türkçe'de yazdığı makalede niyetin ne olduğunu açıkça belirtmekte: “6 Ekim günü HDP Parti Meclisi Ankara'da toplandı. Sabah saatlerinden öğlenden sonra akşam üzeri 18.00'a kadar bu toplantı devam etti. Ve orada bulunan hemen hemen bütün arkadaşlar, söz alan herkes şu konuda ittifak etti: Bir şeyler yapmanız lazım. Eğer IŞİD, Kobani'ye girerse büyük bir katliam meydana getirecek.

Zaten bir hafta zarfında 200 binin üzerinde Kürt sınırları aşarak Urfa'ya iltica etmiş durumda, perişan bir vaziyette… Yiyecek, içecek çocuklar, yaşlılar, hastalar çaresiz. Mutlaka bir şey yapılması lazım.

E ne yapılması lazım?

İşte demokratik yollarla, protestolarla, gösterilerle hükümet daha kalıcı tedbirler almaya zorlanmalı. Alınan, konuşulan karar bu. Bu çağrıda asla şiddet, talan, ölüm, katliam böyle şeyler yoktu, mümkün değil. Yani sivil siyasetçiler böyle şeyler yapamaz.

Nitekim bu çağrılar sonuç verdi ve o dönemde Ahmet Davutoğlu'nun başbakanlığında, Tayyip Erdoğan'ın cumhurbaşkanı olduğu devlet, Irak Kürdistan Bölgesi'nin (IKB) Peşmerge güçlerinin ağır silahlarla, ağır teçhizatlarla Urfa üzerinden Kobani'ye girmesine izin verdi.”

Kobani olayları, sadece Kürtler veya Güneydoğu bölgesi için değil, tüm Türkiye için önemli bir dönüm noktası. Bu acı olayların yaşanmasında siyasi varsa cezai sorumluluk kimde?

Devam edeceğim.


Ümit Kardaş:: 1971'de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. 1975 yılında askeri hakim, 1985 yılında hukuk doktoru oldu. Çeşitli yerlerde savcılık, hakimlik ve adli müşavirlik yaptı. 1995 yılında emekli olup, serbest avukatlığa başladı. Çeşitli dergi, gazete ve kitaplarda yazıları yayınlandı. Halen internet gazeteleri Artı Gerçek ve Son Medya’da yazmaya devam ediyor. Bülent Tanör eser yarışmasında birincilik ödülü alan "Türkiye'nin Demokratikleşmesinde Öncelikler" isimli çalışması 2004 yılında yayınlandı. "Hukuk Devlete Sızabilir mi?", "Ötekiler İçin Sivil İtaatsizlik Rehberi", "Demokrasi ve Hukuk Krizi, "Zulüm Özür Uzlaşı", Kardaş’ın yayınlanmış kitaplarından bazıları.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ümit Kardaş Arşivi