Kürtler, İslâmcılar ve Filistin meselesi

Türkiye’deki İslâmcılar için savaş ve çatışmalarda sivillerin ölüp ölmemesi değil, öldürülenin kimliğidir önemli olan. Türkçü İslâmcılara göre kendi rejimlerinin bombaları zaten sivillere işlemez; hele hele Müslümanlara zinhar zarar vermez...

Susan Sontag “Başkalarının Acılarına Bakmak” kitabında “Savaşa karşı durmak, kimin, nerede, ne zaman bulunduğuyla ilgili bilgilere göre alınacak bir tutum değildir; acımasızca boğazlama eylemlerinin ne kadar keyfi biçimde yapıldığı yeterince açık bir şekilde ortadadır” diye yazıyordu yıllar önce.

Savaşlar sadece savaşanların değil, onları “izleyenlerin”, dinlerin, kimliklerin, ideolojilerin ve bir bütün olarak “insanlığın” da sınandığı zamanlar.

Bugün hem “medeni” dünyanın hem de İslâmcıların turnusol kâğıdı Filistin ve Kürt meselesi.

Türk İslâmcısı bir “yorumcunun” 10 Ekim günü X’te (Twitter’da) paylaştığı fotoğrafta bedeni fosfor bombasıyla yanmış, dehşet içindeki bir çocuk görünüyordu. İslãmcı “yorumcu” fotoğrafın altına İngilizce yazdığı notta, “Bunu İsrail yaptı. İsrail bu çocuğu yaktı. Bunu yasaklı bir silah olan beyaz fosforla yaptılar. İsrail Savunma Bakanı, canlı yayında bu eylemle övündü, çünkü bu çocukların Yahudilere göre ‘insanlık dışı yaratıklar’ olduğunu belirtti” diyordu.

Susan Sontag yazının girişinde aktardığım cümlesine şöyle devam ediyordu: “Bütün fotoğraflar, altlarına eklenen yazılar ya da üstlerine konan başlıklarla açıklanmayı veya çarpıtılmayı bekler. Son dönemdeki Balkan savaşlarının ilk aşamalarında Sırplarla Hırvatlar savaşırken, bir köyün topa tutulmasıyla öldürülen aynı çocukların fotoğrafları hem Sırpların hem de Hırvatların propaganda dosyaları içinde yer almıştır. Yazısını değiştirirseniz, çocukların ölümü kolaylıkla yeniden ve yeniden kullanılabilme özelliğine sahiptir.”

Sontag bu tespitleri yaptığında henüz Twitter diye bir platform yoktu. Fakat bahse konu kişinin “Filistinli çocuk” diye “yazısını değiştirdiği” o fotoğraf tüm Kürtlerin hafızasında dipdiri olduğu için, o çocuğun Türkiye’nin 2019’da Rojava’nın Serekaniye şehrine yaptığı operasyon sırasında yaralanan 13 yaşındaki Muhammed Hamid olduğu belgeleriyle hemen ortaya çıkarıldı.

Türk İslâmcısı bunun üzerine paylaşımını özür dilemeden, Kürt çocuğu Muhammed’e bunu yaşatanlara elbette tek laf etmeden sildi. Türkiye’deki İslâmcılar için savaş ve çatışmalarda sivillerin ölüp ölmemesi değil, öldürülenin kimliğidir önemli olan.

Türkiye’nin Rojava’ya yönelik bombardımanında devletten, İsrail’in Gazze bombardımanında sözüm ona “Filistinli çocuklardan” yana tutum takınan İslâmcıların ikiyüzlülüğünün özeti de bu. Türkçü İslâmcılara göre kendi rejimlerinin bombaları zaten sivillere işlemez; hele hele Müslümanlara zinhar zarar vermez, sadece “teröristlere” ve “kâfirlere” çarpar.

Dahası, mazlum halklar söz konusu olduğunda Türkçü İslâmcılar asla riske girmez. İktidar yarın İsrail yanlısı bir tutum alsın, Türkiye’deki Filistin yanlılarının üstüne polis salsın, Filistin lehine gıklarını çıkarmaz, “Ama Hamas’ın yaptığı da İslâm’a sığmaz, terörizmdir” demeye başlarlar.

DİLDE ÜMMETÇİ, FİİLİYATTA MİLLİYETÇİ

Türkiye’deki İslâmcıların çoğu dilde ümmetçi, fiiliyatta milliyetçi ve her zaman devletten, güçlüden, muktedirden, zenginden yana. (Saadet Partisi Sözcüsü geçtiğimiz günlerde katıldığı bir TV programında “Efendimiz Aleyhisselam yoksul değildi, tabiri caizse döneminin CEO’suydu” diyordu.)

Türkiye İslâmcılarının kahir ekseriyeti başka coğrafyalardaki İslâmcı örgütlerden yana “radikalken”, kendileri iktidar ve dünya nimetleri peşinde koşan cemaatler, tarikatlar kurar. Fakire acır, onların açlığını ve yoksulluğunu yüceltir, kendileriyse zenginin sofrasından gözlerini ayırmaz.

Devlet tarafından anti-Kürtlük ihalesi verilip de gücünün doruklarına ulaşan Fetullah Gülen onlar için “Hocaefendi”dir. Fetullah cemaati devletin kendisine verdiği anti-Kürtlük ihalesinde çizgiyi aşıp MİT’in o zamanki başkanı Hakan Fidan’ı yargılamaya kalkışınca, yargı ve ordu içinde devlete hiza vermeye yeltenecek kadar örgütlenince ve nihayet darbe yapmaya çalışıp devlet tarafından ezilince ancak, Türkçü İslâmcılarının gözünde artık “teröristtir”, “İslâm dışıdır”, “iblistir.”

KÜRTLERİ İSLAM'DAN DIŞLAMAK

Peki ya “İslâm dünyası?”

Saddam Hüseyin Kur’an referanslı Enfal Harekâtı sırasında “medeni Batı’dan” aldığı kimyasal gazlarla onbinlerce Kürdü soykırımdan geçirirken “İslâm dünyasının” sessizliği, hatta Bağdat’a desteği yeni kuşaklarca hatırlanmaz. Keza ABD’nin 2003’te Irak’ı işgal edip “Kürt kasabı” Saddam’ı devirmesi ve Kürtlerin göreli bir özerkliğe kavuşması döneminde Türk İslâmcılarıyla ulusalcı-milliyetçilerinin bir olup Mesud Barzani için “Yahudi kökenlidir” kampanyaları başlattığını, bu kampanyanın bir parçası olarak Hitler’in “Kavgam” kitabının otogarlarda o dönemin para birimiyle 1 YTL’den dağıtılıp “çok satanlar” listesine girdiğini de yeni kuşaklar bilmeyebilir. Egemenler Kürtleri ezmeye her kalkıştıklarında yaptıkları ilk iş, onları İslâmdan dışlamaktır. Kürtleri Yahudilikle, Ermenilikle, Zerdüştlükle, Hıristiyanlıkla kimliklendirmek, onlara reva görülecek muameleye dair de bir ima, hatta ilandır.

Daha dün, Kürt kızlarının başlarını keserek pozlar veren IŞİD’i, Sünnilere yapılan zulmün yansıması olarak meşrulaştırmaya çalışan İslâmcılar (sanki bu zulmü de zaten zulüm altında olan Kürtler yapmış gibi) henüz unutulmadı. Bu süreçte Türk İslâmcıları IŞİD’e karşı neredeyse tek kelime etmedi. Dahası, 10 Ekim 2015 Ankara-Gar Katliamı’ndan hemen sonra, 13 Ekim’de Konya’da yapılan Türkiye-İzlanda maçında futbolcuların hayatını kaybedenlerin anısına yaptığı saygı duruşu trübünlerden “tekbir” nidalarıyla protesto edilmişti!

İSLAMCILARIN FİLİSTİN DAVASI

Türkiye için bakarsak, geçmişten bu yana Filistin halkının mücadelesine omuz verenler sosyalistler ve Kürtler olageldi. Bazı istisnaları saymazsak, Türkiye İslâmcıları içinde Filistin davasını “benimseyenlerin” tarihi Hamas’ın kuruluşundan geriye gitmez.

Öte yandan, tarihsel olarak Filistin davasını kendi davalarıyla özdeşleştiren, Filistin halkıyla hep duygudaşlık kuragelen Kürtlerin, daha doğrusu Kürt hareketinin ilk defa Hamas’ın İsrail “operasyonu” karşısında mütereddit davranması gözlerden kaçmadı. Ancak, pek çok siyasi partinin aksine, Yeşil Sol Parti, savaştan bir buçuk gün sonra, en olgun açıklamayı yaptı.

YEŞİL SOL PARTİ’NİN TEMKİNİ

Peki Yeşil Sol Parti’nin açıklamasındaki “gecikme” ne anlama geliyordu?

Bir kere YSP’nin, yakınlarını kaybeden Filistinlilere de, İsraillilere de başsağlığı dilediği açıklamasındaki yaklaşım, aslında Kürt meselesinin çözümüne dair önerileriyle bire bir örtüşüyordu: “Ortadoğu’da milliyetçi ve dini bölünmelerin bitimsiz acılara kapı araladığına inanıyoruz. Halkların binlerce yıl bir arada ve barışçıl yaşama deneyimine sahip olduğu bu coğrafyada huzuru tekrar tesis etmenin en doğru yolu demokratik ve barışçıl çözümü esas almaktır. Bizler Ortadoğu’da şiddetin, ölümün ve iktidarcı anlayışların değil; halkların ve bir arada barışçıl yaşamın tarafıyız.”

Öte yandan, YSP’nin açıklamasının “gecikmesinin” de, Kürtlerin sosyal medyaya yansıyan mütereddit yaklaşımlarının da (bazıları açıkça İsrail yanlısı tutum içindeydi) arkasında birden fazla faktör var.

Bunlardan ilki, IŞİD vahşetinin hâlâ Kürtlerin hafızasındaki diri etkisi, diğeri genel olarak İslâmcıların Kürtlere yapılan zulüm karşısındaki ikiyüzlü tutumları ve nihayet en günceli de AKP’nin Türkiye’de mevcut seküler Kürt hareketine karşı bir nevi “Kürt Hamas’ı” inşa etme çabaları.

TÜRKİYE’NİN KÜRT HAMAS’I PLANI

Bu sonuncusu çok önemli.

Hatırlanacağı üzere, eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu 23 Mayıs günü Twitter hesabından paylaştığı bir TV konuşmasında şöyle diyordu: “Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve Türk siyasetinin en önemli attığı adım, son yıllarda bu konudaki, HÜDA PAR adımıdır. Bak bundan 10 yıl sonra göreceksiniz, HÜDA PAR adımının hangi stratejik adımla atıldığı ve kimlerin önünü tıkadığı ve Türkiye’de bu adımla beraber Doğu ve Güneydoğu politikasında muhafazakârlık aksının tekrar nasıl devreye gireceği ve Türkiye’nin bir kesiminin olduğu gibi… Bu öyle stratejik bir adım oldu ki, bu HÜDA PAR adımı; niteliği, sayısı, yani yüz bin olur, yüz elli bin olur, iki yüz bin olur, iki yüz elli bin olur, hiç önemli değil. Bazı adımlar devletler açısından, ülkeler açısından nicelik değil, nitelik adımlarıdır… Burada Türkiye Cumhuriyeti devleti çok önemli ve stratejik bir adım atmıştır. Ve bunun faydasını Türkiye’de on yıl sonra, ‘bunu Süleyman Soylu diye bir fani söyledi’ diyecekler. Ama bunu Tayyip Erdoğan yaptı.”

Hamas’ın İsrail “operasyonuna” karşı Diyarbakır’da kitlesel destek eylemi yapan, ama iktidarın halihazırda Rojava’da yürüttüğü askeri harekâta karşı tek kelime etmeyen Hüda Par, AKP’nin “Kürt Hamas’ı” projesi ise, Soylu’nun işaret ettiği 10 yıl sonrasında nasıl bir Kürt toplumu ve coğrafyasıyla karşı karşıya olunacağı, Filistin-Hamas örneğine bakılarak öngörülebilir.

NETANYAHU’NUN ARZUSU

7 Ekim’de başlayan felâketin özeti şu aslında; İsrail’in yıllardır devasa bir hapishaneye dönüştürdüğü ve gırtlağına basarak nefes bile aldırmadığı Gazze’den çıkan Hamas, İsrail halkına dehşeti yaşatırken, Filistin halkını da topyekün intihara sürükledi. Mecburiyeti, koşulların zorlayışı vs, ayrı mesele, ama bu hamle, stratejik olarak Filistin soluna ve yönetimine karşı Hamas’a yol vermeyi yıllardır benimsemiş olan Netanyahu’nun da epeydir arzuladığı şeydi. (Zaten Netanyahu’nun Hamas’ı özellikle Filistin’in tek aktörü haline getirmek istediği İsrail medyası tarafından da nihayet ifşa ediliyor.)

Ezcümle, Kürt hareketinin Türkiye sosyalist hareketlerinden farklı olarak, 7 Ekim’de apar topar veya ezberden açıklama yapmamasının önemli bir nedeni Soylu’nun açık ettiği stratejik hedefi hafızalarda diriltmesi olarak görülebilir. YSP’yi ilk anda frenleyen unsurlardan biri de Hamas “operasyonunun” ilk saatlerinde ortaya çıkan ve Kürtlerin hafızasındaki IŞİD dehşetini depreştiren görüntüler olabilir. Ayrıca, Rojava Türkiye’nin bombardımanı altındayken “İslâm dünyasının” gıkını çıkarmıyor oluşu da bu temkinli yaklaşımda pay sahibi.

TÜRK-ARAP İSLAMCILARI VE İSRAİL’İN KÜRTLERE ZULÜM YAPILIRKENKİ TARAFLARI

Kürtlerin penceresinden bakıldığında, Türkçü İslâmcılar da, Arap İslamcıları ve milliyetçileri de, Hamas da, (hatta ve ne yazık ki Yaser Arafat da ) İsrail de, Kürtlere yapılan zulümde esas olarak egemenlerin yanında yer aldı.

6 Ocak 2004’te, 57 yıl aradan sonra Türkiye’ye gelen ilk Suriye devlet başkanı olan Beşar Esad, ülkesine döner dönmez, 12 Mart 2004’te Qamişlo kentindeki Kürtlere saldırdı. Esad yönetimi Qamişlo’daki bir futbol müsabakası sırasında, tribünlerdeki 37 Kürdü katlederken AKP’yle canciğer kuzu sarmasıydı. Esad Qamişlo katliamından iki yıl sonra, 2006’da Fenerbahçeli olduğunu belirterek Erdoğan’ı Halep’teki yeni statta Fenerbahçe-Halepspor maçına davet etti. 2007 yılında da Erdoğan ve Esad’ın Halep Stadı açılış törenini müteakiben bu maç gerçekleştirildi.

Esad Kürtlere karşı zulüm uygularken değil, ancak İslâmcılarla savaşırken “Esed” oldu. Eğer “Esed” bugün kalkıp Rojava’da Kürtlere saldırırsa, Türk İslâmcılarının gözünde tekrar “Esad”a, hatta “kardeşim Esad’a” dönüşür.

Çözüm süreci sonrası Kürt şehirleri bombalandığı sırada da bu sefer Hamas lideri Halid Meşal, 24 Haziran 2016’da İstanbul’a gelip Yıldız Mabeyn Köşkü’nde Erdoğan’la sıcak bir görüşme gerçekleştiriyor, fakat şehirleri bombardıman altındaki Kürtlere dair tek kelime bile etmiyordu.

ERDOĞAN’IN SES TONU NEDEN DEĞİŞTİ?

Öte yandan, AKP’nin 7 Ekim’de başlayan İsrail-Hamas savaşının ilk günlerindeki “dengeli” tutumu ABD’den Rojava’ya karşı tavizler elde etmesi halinde İsrail lehine değişebilir. Erdoğan’ın ses tonu giderek değişiyor, İsrail aleyhine sertleşiyor. Peki neden?

Erdoğan’ın 10 Ekim günü Avusturya Başbakanı Karl Nehammer’le yaptığı ortak basın toplantısında “ABD’nin uçak gemisinin İsrail’de ne işi var” diye başlayıp “Suriye’de bugün 20’nin üzerinde Amerika’nın üssü var. Suriye’de Amerika’nın üslerinin ne işi var? Bu üslerle ne yapılıyor? 23 üs. Bütün bunları bir değerlendirmek gerekmiyor mu” diye sürdürdüğü açıklaması bir pazarlığın habercisi olarak okunabilir. Erdoğan devamla şöyle diyordu: “Bütün terör örgütlerini maalesef Amerika eğitiyor, yetiştiriyor, silahlandırıyor ve bunlarla da maalesef Suriye’de olsun, bu bölgede olsun, Ortadoğu’da olsun, buraları kan gölüne dönüştürüyor.”

TARAF OLUP İNSAN KALABİLMEK

Dönelim yazının başında naklettiğimiz Sontag’ın sözlerine…

Rojava’ya yönelik bombardımana karşı tek kelime etmeyen, dahası iktidarlarının yanında yer alan İslâmcılar, 7 Ekim günü aynı tutumu İsrailli sivillere yönelik katliamına karşı Hamas yanlılığında gösterdi.

Hiçbir İsraillinin aslında “sivil olamayacağı” teziyle Yahudiler sivil olmaktan dışlandı, “askerleştirilerek” kadınların, çocukların, yaşlıların öldürülmeleri meşru kılınmaya çalışıldı. Aynı pencere İsrail tarafında zaten “kurumsal olarak” var ve Netanyahu yönetimine göre, çocuklar dahil hiçbir Filistinli “sivil” değil, hepsi terörist. Hatta İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın neo-Nazilerinkini aratmayan söylemiyle, onlar “insansı hayvanlar.”

Az önce söylediğim gibi, Türkçü İslâmcıların derdi Filistin halkı değil, hiçbir riski göze almadan “radikalliklerini” gösterme aracı olarak işlevselleştirdikleri Hamas.

Baktığınız pencereye göre, Hamas’ı “Filistin’e yapılan zulmün dışavurumu”, “terörist” veya “Filistin davasını kullanan cihatçı bir örgüt” olarak tanımlayabilirsiniz. Oysa Filistin meselesi Hamas meselesinden büyük, İsrail faşizmi hepsinden daha büyüktür. Bunu iyi kavramadan yapılacak her açıklamanın altı boşluklarla dolu olur. Bununla birlikte, Hamas gerçeğini görmeden, Filistin solunun peyderpey marjinalize edilişinin arkasındaki etmenler hatırlanmadan Filistin’e dair kuracağınız her cümlenin de zemini kaygan olur.

Türkiyeli bazı sosyalistlerin Filistin meselesindeki tarihsel dönüşümden ve güncel yansımalarından hareketle değil, ezberlenmiş bir refleksle tutum aldıklarına dair eleştirilerin altında da bu boşluklar yatıyor.

Oysa Filistin’deki sosyalist hareketlerin İsrail’in de desteğiyle nasıl marjinalize edilip Hamas’a yol verildiği, böylece Filistin davasının uluslararası kamuoyundaki meşruiyetinin nasıl zedelenmeye çalışıldığı basit bir yakın tarih okumasıyla bile fark edilebilir. (Ayrıca Haaretz gazetesinde “Netanyahu Hamas'ı Neden Güçlendirmek İstedi?” başlıklı yazıya bakabilirsiniz.)

“Zulme karşı mücadele edilir ama zalim olarak yapılmaz” diyen Yeşil Sol Parti Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu çok önemli bir hat çiziyor: “İsrail işgalci zalim bir güç, insanlık tanımayan bir devlet. Ancak düşmana benzeyerek bir savaş kazanılamaz. Çoluk çocuk katlederek zafer kazanılamaz! Zalim kim olursa olsun karşısında mazlum kim olursa olsun yanındayız! “

Zaman hızlı akıyor. Dolayısıyla, artık 7 Ekim gününde değiliz ve iklim değişti. O gün İsrail sokaklarında akan kan, çoktandır Gazze sokaklarında göle döndü. Oysa dün katledilen Yahudi çocuklarını da, bugün katledilen Filistinli çocukları da savunmak ama aynı zamanda “taraf” olmak mümkündü. Dolayısıyla “doğru taraf”, Mehmet Eroğlu’nun tabiriyle, “taraf olup insan kalabilmektir”.

Fakat savaş karşıtlığının “pembe popolu liberal tavrı” olarak aşağılandığı, barış mücadelesinin ezilenler açısından politik ve devrimci gücünün görünmez kılındığı bir çağda, Filistinlinin de, Rojavalının da, İsraillinin de akan kanı herkesin eline bulaşıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
İrfan Aktan Arşivi