Hüseyin Çakır
Kürtler yok iken dış ve iç Kürtler oluverdi
Kürdistan referandumu dolayısıyla Türkiye’nin Kürt meselesi başka bir boyuta doğru yol alıyor. Dış ve İç Kürtler ayrımı kullanılmasa da pratik söylemlerde bu ortaya çıkıyor.
Yüzeysel bakanlar için dış Kürtler sınır güvenliği, biraz daha politik bakanlar "iç Kürtlere kötü örnek ve kışkırtıcı oluyorlar" diye basitleştiriyorlar.
Türk milliyetçileri tankla, topla, tüfekle girelim yok edelim derken; laik, Kemalist beyaz Türkler (CHP’li önemli bir kesim) ve sosyalistlikten CHP’liliğe terfi edenler Kürt lafını duyunca ilk akıllarına gelen "emperyalizmin oyununun parçası" oluyor. Ardından müesses devlet nizamı çizgisine girerek "devleti bölüp parçalayacaklar, yüz verilmemeli" demekle Türk milliyetçilerinin safında yer alıyorlar.
Perinçekçi nasyoneller "Atatürkçü bağımsızlıkçılık adına" iç ve dış Kürtleri emperyalizmin"uşağı" olarak görüyorlar.
Kürdistan referandumu dolaysıyla müesses nizam saflarına ÖDP, çakma TKP, KıvıKıvılcımcılarcımcılar… da katıldı.
AKP’ye oy veren mütedeyyinlerle, AKP’nin bugünkü yöneticilerinin Kürt meselesine bakışlarına ayrımlı yaklaşmak gerekir.
AKP’nin devletçi-milliyetçi söylemi mütedeyyinleri de etkiledi. Ama demokrat, özgürlükçü siyasal İslamcılar devletçi hizalamada yer almadılar.
Hatta Hüda- Par AKP’nin çizisinin karşısında yer aldı.
Çok değişik kesimlerden 100 Kürt aydının referandumu destekleyen bildirileri de bu koşullarda çok kıymetli.
Bu memleket çok ilginç; ne zaman önümüze tarihi nitelikli sorunlar geliyor bir ayrışma yaşanıyor. Aynı sosyal siyasal kesim içinde olup da somut bir sorun ve durum karşısında farklı düşünmek normal.
Türkiye’de durum böyle işlemiyor. Gerekçe o veya bu olabiliyor. Sonuçta "devletin müesses nizamının korunması " ideolojisinin yanında yer alanlar ve almayanlar olarak ayrışılıyor.
Devlet katında Kürt meselesinin anlamı ve mahiyeti değişirken önümüzdeki zamanlarda mesele çok farklı boyutlarla gündeme gelecek gibi görünüyor. Siyasetin sağı, solu ve merkezindeki ayrışmanın da bu anlamda konumlanacağı, Kürdistan referandumuna yaklaşımla uç vermiş oldu.
Nereden Nereye Gelindi?
Türkiye’nin devlet politikasında Kürtler var, varlıklarının Irak, Suriye ve Iran’da olduğu kabul ediliyor. Yok iken ki politika ile var iken ki politikanın aynı olmayacağı aşikâr.
Biz faniler bunu: Barış Süreci, Habur girişi, Şivan Perverli Diyarbakır mitingi, devletin Kütçe kanalı, Öcalan’ın Newroz mesajı… devlet erkanının asker, sivil bürokrat, diplomatlarının hatta milliyetçi, Türkçülerin "Kürt, Kürtler" sözünü telaffuzundan anladık. Ve sandık ki bu memleketin, dağlarına, ovalarına, şehirlerine kasabalarına bahar geldi.
Mesele çözüldü, "et ve tırnak yeniden birbirine kavuştu", "bin yıllık kardeşliğe dikiş atılıp kavileştirildi" iyimserliği yayıldıkça yayıldı.
Rüya gibi, Kürt illerinde tabelalarTürkçe, Kürtçe yazılıyor.
Kürt kimliğini sosyal ve siyasal olarak savunan, Kürtlerin kimlikleri, kültürleri dışında siyasal haklarının da verilmesini Meclis kürsüsünden , meydanlardan evrensen insan haklarının gereği olarak talep eden HDP gibi bir parti Türkiye’nin her yerinden yüzde 11 oy alıyor.
Kolay bir iş değil.
Düşünsenize 1990’larda Düşük yoğunluklu savaştan, topyekun savaşın yaşandığı bir dönemden on yıl sonra yaşananları.
Bunun nasıl olduğunu sonra anladık. Devletin içinden sivil, asker, siyasetçi, iş dünyasından bir kesim bu sorun "askeri yolla çözülemez, bu siyasal bir meseledir, siyaset yoluyla çözülmeli" diye diretmişler.
Allaha şükür ki! Devlet Kürt kimliğini tandı. "Kart-Kurt, Kuzey Iraklılar, bilinmeyen bir dil" den "Kürt kardeşlerimiz, Kürt kimlikli yurttaşlarımıza" gelindi.
"Bu memlekete komünizm gelecekse onu da biz getiririz" diyen devleti meğer unutuvermişiz. Bizim bahar ayı sandığımız meğer pastırma yazıymış.
Bu Kürtleri bırakırsak ya davulcuya, ya zurnacıya gider diye düşünen devlet: "Mademki Kürler var, onların nasıl Kürt olması gerektiğine hangi Kürt iyi hangi Kürt kötü buna biz karar veririz." demiş.
Nasıl Kürt olunacağına "biz" karar veririz
Devletin ve 2002’de kendileri de mağdurlar içinde yer alan AKP iktidarının nasıl bir yol yürüyeceğini görmek çok uzun sürmedi.
"Çıraklık dönemi" olarak ilan ettikleri döneme demokratikleşme adına umutla bakılırken, aslında bu dönemin müesses nizamı korumaya hazırlık olduğu daha sonra ortaya çıktı. "Kürtler iyidir, Kürt siyasetçiler kötüdür", "Barış marış yok, topyekûn imha" politikasına geri dönüldü.
1990’lardaki demokrasi ve siyasal alanın daraltılmasını mumla aratacak bir döneme girildi ve bu dönemin ruhuna uygun olacak biçimde devlet ve siyaset, otoriter olarak yeniden yapılandırılmaya başlandı.
Kürt meselesinin ulusal sınırların dışında bölgesel ve küresel sorun olarak ortaya çıkması, bölünme sendromu içinde olanların iktidarlarını güçlendirmenin kullanışlı bir aracı oldu.
Kobani ile başlayan Dış Kürtlerin iç tehlike görülmesi, Kürdistanın bağımsızlık referandumu ile devam ediyor.
Devletin derinliklerinde bu mesele uzun erimli stratejik bir sorun olarak tartışılıp belki de kısa, orta ve uzun vadeli politikalar oluşturuldu. Barış masasının devrilmesi ve sonrası böyle bir stratejinin oluştuğunu gösteriyor.
Küreselleşme ve özgürlükler mücadelesi devletin politik-ideolojik stratejilerinde değişikliğe gitmesini zorunlu hale getirdi.
Bugünün reel siyasası ve devlet politikası İç ve Dış Kürtleri kısa, orta ve uzun vadede devletin bekası için tehlikeli görüyor.
Galip Ensarioğlu, referanduma karşı çıkılmasının "devlet politikasına dönüşmesi halinde bölgede duygusal kopuşların yaşanacağını" söyledi. Bu söylem Kürtlerin haklarını savunuyormuş gibi görünüyor: Ensarioğlu Dış ve İç Kürtlere ikili yaklaşılması uyarısı yapıyor.
Milliyetçi, militarist, açık ve örtük ulusalcı popülizm öylesine kendinden geçmiş durumdaki bu ikili yaklaşımı anlayacak ruh halinde değil.
İroni gibi gelebilir ama Türkiye bölgedeki Kürtlere karşı güvenlikçi politikalarıyla Ensarioğlu’nun tespitinin aksine bölge Kürtlerinin "duygusal birliğine" katkı sağlıyor sanki!
Kürt Meselesi Bölgesel Olarak Türkiye’nin Önüne Geliyor
Kürdistan referandumu, Uluslaşamamış Kürtleri uluslararası arenaya "bir sorun" olarak taşıdı. Türkiye, Irak ve Suriye’de yaşayan Kürtler kimliklerinin kabulü veya reddinin ötesinde " bir milletin siyasal varlığı ve siyasal hakları" olarak gündeme taşındı. Bu durum güvenlikçi politikalarla veya iç politikada iktidar aracı ya da devlet içindeki iktidar kavgalarında kullanılacak kadar sığlaştırılmaya devam edilirse; uluslararası arenada sorun kar topu gibi büyür, büyütülür ve bugünkünden daha zor ve çetrefilli bir sorun olarak önünüze konuluverir.
Uluslararası ilişkilerde matematik ve duygusal hesap yapılırsa tükürdüğünü yalamak zorunda kalınır.
Türkiye’yi yönetenler son yedi yılda çok radikal söylemlerinden çark ede ede pervaneye döndüler. Bunun faturası da topluma çıktı.
Son zamların gerekçesi güvenlik harcamaları olarak açıklandı.
Güvenlikçi, savaşçı-militarist politikalar, demokrasiyi yok ediyor, sistemi otoriterleştiriyorken, ekonomik hayatı da zindana çevirmeye doğru doludizgin gidiyor.
Bu ikili sarmal sürdürülebilir mi? Bölge ve dünya konjonktürü böyle gider ve güçlü bir seçenek ortaya çıkmazsa, bu durum değişik formüllerle sürdürülebilir.