Ragıp Zarakolu

Ragıp Zarakolu

Kuzeyden güneyi yazmak

Mardin/Derik’in hemen altında yer alan Suriye Kürdistan’ı, 1. Paylaşım savaşından sonra haritada çizilen sınırlardan sonra Kürt rönesansının ve modern edebiyatının çimlendiği yöre oldu.

Stockholm. İsveç 100 küsur yıldır en sıcak yaz günlerini yaşıyor. Adeta Akdeniz kuzeye geldi. Yaz okumamda Fırat Cewerî’nin peşpeşe iki kitabını bitirdim.

"Maria Bir Melekti" ve "Birini Öldüreceğim". (Türkçesi: Muhsin Kızılkaya, Everest Yayınları, 2015, 2013.) İkisi de ince olmasına karşın, yükü taşınması kolay olmayan iki yapıt.

Kürt olmanın ağır yükünün omuzlarınıza indiğini hissediyorsunuz. Komşu halk Ermeni olmanın yükünü de.                                                                                                                                                                                                                                           Kuzeyde sevdiğinin ölü bedeni ile dolanmak.  

"Maria Bir Melekti" aynı zamanda kuzeyin romanı. Cewerî aynı zamanda Kuzeyli bir yazar. Güneyin, güneyde yaşanan vahşetin kuzeye yansımasını aktarmayı başarıyor. Kuzeyin kriminal roman tutkusunun izlerini, biraz da dalga geçerek hissediyorsunuz.

Her iki kitapta da, işkence ve vahşetin yarattığı travmanın ağırlığını ve bunun farklı coğrafyada da sürmesini, hatta tırmanmasını, kendine ve çevresine dönmesini hissediyorsunuz.

İkinci kitapta biraz da, "modern" Diyarbakır’ı yaşıyorsunuz, Cewerî’nin başarılı gözlemciliği ile. "Yazar" portresinde de ince bir sarkazmı yakalıyorsunuz. Ama bunların bütün karakterlerin fiktif olduğunu da aklınızda tutmanız gerek.

Bu coğrafya bu kadar ağır, peşpeşe birbirini izleyen travmatik yükleri nasıl kaldıracak bilemem.

Öte yandan Fırat Cewerî aynı zamanda çok kültürlü kadim bir coğrafyanın çocuğu.

Mardin/Derikli.

Derik’te hala açık olan bir Ermeni Kilisesi ve baki kalan son Mohikan var biliyor musunuz? Ve zeytin bahçeleri…

Fırat Cewerî iyi bir yazar olması yanında, iyi bir çevirmen ve iyi bir editör.

Hazırladığı İsveç Edebiyatı antolojisi de, kuzey edebiyatının tadına bakmada iyi bir işlev görüyor.

Kısacası yeraltı kütüphanesi ile bir kitapperest!

12 Eylül dönemi Vedat Türkali, Londra’daki fiili sürgün yıllarında, bir ara İngilizceye yoğunlaşmayı düşünmüş, sonra magnum opusu saydığı "Güven"i yazmasını engelleyeceği için bundan vazgeçtiğini anlatmıştı bana.

Anadilde yazmanın önemini vurgulamıştı.

James Joyce İrlandalıdır ama İngiliz edebiyatının medarı iftiharıdır. Oscar Wilde’dan Bernard Shaw’a, James Beckett’dan Bram Soker’a birçok İrlandalı yazarı ve şairi sayabiliriz peş peşe.

Ama onlar aynı zamanda İrlanda edebiyatının medarı iftiharlarıdır.

Herhalde büyük imparatorluklarındaki halkların kaderidir bu. Lingua franca diye diye adlandırılan, ortak konuşma dili aynı zamanda yazım dili olur.

Türkçenin de Osmanlı İmparatorluğunda böyle bir işlevi olmuştur. Kimi Ermeni, Rum bölgelerinin ana dili olmaya bile dönüşmüştür.

Bunun görece az başarılı olduğu bölge ise, baştan kısmi özerk statüsü olan Kürdistan olmuştur. Hatta egemen beyliklerin dili olduğu için, bölgedeki Ermeni ve Süryanilerin de Kürtçe konuştuğu görülmüştür.

Bu bakımdan İrlanda ile bir benzerlik kurulabilir. Bugün bağımsız İrlanda Cumhuriyetinde, İrlandacaya vakıf olanların yüzdesi yüzde 30-40'ı aşmıyor. Güçlü İrlandalı Kimliğine karşın, İngilizce bir İrlandalının dili olabiliyor.

Neyse, şimdi İngilizce dünyanın lingua franca’sı oldu da, bu sorun daha tali bir konu oldu.

Bir Yaşar Kemal, bir Ahmet Arif, bir Cemal Süreyya, Türk dilinin inceliklerini bir "Türk"ten daha iyi yakalayıp, bu dili zenginleştirebiliyor. Ama sonuçta onlar Türk edebiyatının bir parçası değil mi?

Bu çeviri bakımından da geçerli. Mehmet Uzun’un Türkiye’de tanınması, aynı zamanda Hakkarili Muhsin Kızılkaya’nın usta Türkçe kullanımına borçlu değil mi?

Mardin/Derik’in hemen altında yer alan Suriye Kürdistan’ı, 1. Paylaşım savaşından sonra haritada çizilen sınırlardan sonra Kürt rönesansının ve modern edebiyatının çimlendiği yöre oldu. Irak Kürdistanı da. İttihatçılığın Kürtlere biçtiği mutlak asimilasyon projesi çöktü. İngilizlerin İrlanda projesi gibi.

Dolayısıyla 1960-70 sonrası Kürt uyanışıyla birlikte suni sınırın öte yanıyla bağ kurulması kaçınılmazdı. İşte bundan dolayı Fırat Cewerî’nin Suriye’de çıkan ünlü "Hawar" dergisinin koleksiyonunu yayınlaması son derece önemli bir çabaydı. Ve bu zemin üstünde, 10 yıl boyunca kaliteli bir edebiyat dergisi olan "Nûdem" dergisini 10 yıl boyunca yayınlaması. Bunu Nûdem Werger tercüme dergisinin izlemesi…

Derik Belediyesinin üç dilli tabelası 2016 Eylülünde indirildi.

Yaşamının bir bölümü Derik’te geçen Cegerxwîn’in 1968-69’da MAY dergisinde ilk tercümesinin yayınlanmasının yarattığı heyecanı hatırlıyorum. O dönemde ANT da Şerefname’yi yayınlamaz mı? Gün Yayınları da, Mem û Zîn’i çıkarmaz mı? Hem de iki dilli! Her ikisi de Mehmet Emin Bozarslan’ın tercümesi. O da Kuzeyde gelecek yıl 40 yılını tamamlayacak.

Ve yine Derikli olan Edip Karahan’ın İstanbul Beyazıd Beyaz Saray’daki kitapevinde bu dergiyi alışımızı, Karahan’ın biz gençlere Kürt gerçekliğini anlatışını hatırlıyorum.

Derik bir korucu kasabasına dönüşmüştü. 2002 yılında Derik Belediyesi "kurtarıldığında" orayı ziyaret edişimi hatırlıyorum. Belediye Başkanı Ayşe Karadağ’ın kiralık ev bulamayışını hatırlıyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ragıp Zarakolu Arşivi