Ragıp Zarakolu
Kuzguncuk’un kurtarıcısı Cengiz Bektaş
İstanbul çok kültürlülüğünün hâlâ en önemli merkezlerinden biri olan Kuzguncuk’un kurtarıcısı diye tanımladığım Cengiz Abi (Bektaş) ile de vedalaşmak varmış kaderde. Son yazısını tamamlamayı başardı. O da Vedat Abi (Günyol) üzerineydi. 1971 Şadi Alkılıç ve arkadaşları davasından cürmüm.
Af Örgütü’nün, 27 Mayıs sonrasının ilk tutuklanan sosyalisti olan Şadi Alkılıç’a ilişkin yürüttüğü kampanya çerçevesinde, Vedat abinin de dahil olduğu hümanist aydınlar çevresi, Ant dergisi çevresi, Partizan dergisi çevresinden illegal bir örgüt çıkarmıştı 12 Mart cuntası. Darbeyi haklı kılacak, el altında en hazır dosya o olduğu için herhalde.
Ayşe Nur ile birlikteliğimiz başladığında ortak evimizi Kuzguncuk’ta tutmuştuk. 1972 sonbaharında. Terasımız Kuzguncuk’un birbirine komşu Ermeni Kilisesi/Camiye bakardı. İcadiye caddesinde Sinagog, biraz yukarısında karşı sırada Rum Ortodoks Kilisesi vardı.
Mahirlere yataklık yapmaktan dolayı eşiyle birlikte hapse giren arkadaşımız Elbey’in Erenköy’deki evini boşaltmış, eşyalarını Kuzguncuk’da bir bodrum katında depolamıştık.
Evden yukarıya tırmanıp Rum mezarlığına vardığımızda, Grek alfabesi ile Türkçe yazılmış mezar taşlarını hecelemeyi severdik. Demek Karamanlıların da semtiymiş Kuzguncuk bir zamanlar.
İstanbul’un eski ahşap evlerini kurtarma, yeniden kazandırma hareketini Cengiz Bektaş Kuzguncuk’ta başlattı. Daha sonra başka semtlerde de bunun izleri oldu.
Bodrum örneğinde olduğu gibi, entelektüeler açtı kapıyı, daha sonra varlıklı kesim hücum etti. Ortaköy örneğinde olduğu gibi. Bodrum’u keşfetme onuru bizim Mavi Yolculara aitti, yani 1971 yılından cürmüm Eyüboğlu, Erhat, Günyollara, elbette en başta Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir’e.
Mimarlık inşaat mühendisliğine oranla daha yaratıcı, daha entelektüel bir meslektir. Ama ülkemiz, mimarlığı da inşaat mühendisliğine dönüştürmeyi başarmıştır.
İşte Cengiz Bektaş mimarlık meslek onurunun, mimarlık kültür mirasının en kararlı savunucularından biri olmuştur.
Bütün ailevi olanaklarını Belge yuttuğu için, çok istediğim halde Kuzguncuk’ta üslenme hayali gerçekleşmedi.
1972 Aralık ayında, Selimiye Kışlasında duruşmaya gittim Kuzguncuk’tan ve tutuklandım. Ayşe Nur orada ancak 1 yıl kadar dayanabildi. Evi boşaltmak zorunda kaldı.
Talat Turhan, 72 yılında büyük bir operasyon ile gözaltına alındı bizim sokakta.
Eğer Şadi Alkılıç Davasından mahkûm olup, mahkemede tutuklanmasam, belki birkaç ay sonra yine tutuklanacak, bu kez Ziverbey’den geçme durumunda kalacak, belki de bu kez düzmece bir başka davanın sanığı olacaktım. Ünlü düzmece bomba davasının sanıkları ile Selimiye’nin özel dip koğuşları yerine Ziverbey’de buluşacaktık. Ergenekon ve KCK davaları gibi bu da şişirme, birbirinden farklı çevreleri, bir senaryo etrafında birleştirmişti. Kızıldere sonrası Mahir ve Deniz çizgisini birleştirme çabası da buna dahil edilmişti. AKM yangını, tersane yangınları, bu davanın sanıkları üzerine işkence ile yıkılmaya çalışılmıştı, "Kore Gazisi", daha sonra Demirel’in AP’sinden mebus olan NATO generali Faik Türün’ün sıkıyönetim tarafından. 9 Mart olayı da dühul edilmeye çalışılmış, İlhan Selçuk da Ziverbey’den geçenlerden biri olmuştu.
Bu arada Tersane-İş’e uğrayan herkes, bu arada Nabi Yağcı, Yücel Yaman gibi işçi sınıfı içinde yaşam boyu çalışma yürüten arkadaşlar da sanık yapılmıştı.
Kore gazisi General Faik Türün sıkıyönetimi. Şanslıydım yani. Hani beterin beteri vardır derler. Ziverbey işkencehanesinin tanıklıklarını, tahliye olan yayıncı bir arkadaş aracılığı ile dışarı iletmeye çalışacaktım da, inanılmayacaktı. Abartı sanılacaktı. 1973 Mart’ı olmalı.
Kavafis’in Ithaka’sı gibi ben de Kuzguncuk’a dönemedim.
2011 27 Ekim’inde, hayalimdeki evi buldum, tepeye yakın, Fethi Paşa korusunun hemen altındaydı. Ev sahibi ile de anlaştım hemen o gün.
Bütün bu işleri yaparken meğer takip altındaymışım. 28 Ekim akşamı Erenköy’deki evin bahçesine girerken tutuklanmadım.
2012 Nisan’ında serbest bırakıldım, ama sadece daha geniş bir alana sahip bir başka hapishaneye çıkmış gibi hissediyordum.
Kuzguncuk’ta her yaz annesinin yanına Pontos’a giden can bir arkadaşımın evini kiraladım, orada biraz huzur buldum, daha sonra bir süre Cengiz Bektaş’ın kazandırdığı gazeteci bir arkadaşın evinde kaldım, daha sonra Heybeliada’da, felsefeci Hüseyin Batuhan/şair Turan hanımın koruma altındaki evinde kaldım, sevgili avukatım Sennur sayesinde.
Daha sonra rehabilitasyona Hakkari dağlarında ve vadilerinde, Van kıyılarında devam ettim.
Biraz barış sürecinin bölgeye yansımalarını, "geri çekilme" olayını takip ettim gazeteci olarak.
Büyük şans oldu benim için Barış Süreci, muhteşem bir coğrafya ile vedalaşmak için. En son, 2014 yazı, Gülçiçek Günel Tekin’in "Özgürleşen Ruhlar" kitabının tanıtımını, Şemdinli’nin "ünlü" kitabevinde yapabildiğim için çok mutluydum.
Alan Yayınlarında en keyifle yayınladığım kitaplardan biri, Cengiz Bektaş’ın "Kimin Bu Sokaklar, Alanlar, Kentler" (1987) olmuştu. Belge’de Ertuğrul Aladağ’ın "Kentimin Öyküsü/Muğla’da Rum İzleri" (1993) gibi. Mimar oğlum Sinan Savaş da ilk öğrencilik stajını Ertuğrul’un bürosunda yapacaktı. Ve mezuniyetinden sonra, kuzeni Zeynep Zarakol’un mimarlık bürosunda Beyoğlu’ndaki restorasyon işlerinde çalışacaktı. Zaten daha ilkokulda ilk işi, Ömer Erzeren’in sokağında duvar resmi yapmak olmuştu. Kuzguncuk ile başlayan macera İstanbul’un diğer semtlerine de sıçrayacaktı. Ve Çelik Gülersoy’un RTE’nin şehremini olmasından sonra önü kesilen muhteşem çabasını da unutmayalım lütfen. İstanbul zaten ilk o zaman düştü!
Elbette Kuzguncuk kitabını da o yazacaktı. (Literatür Y. 2011); Hoşgörünün Adı: Kuzguncuk (Tasarım Y. 1996)
Evet, Cengiz Abi, Kuzguncuk’taki restorasyonları ile oraya bir çok şair, yazar ve sanatçının yerleşmesinin önünü açtı. Biz onun bu çabalarından önce Kuzguncuk’u ilk keşfedenlerden olduk, Babür Kuzucu sayesinde.