Nazım Alpman
Leylekler de Kürt olsaydı...
Adı Abdüllatif. Orta yaşlı bir Kürt. ‘İstiyorum ki, başkanlık kazansın! Ama Hayır diyeceğim' diyor ve neden başkanlık istediğini açıklıyor: Başkanlık kazansın birbirlerini yesinler. Ulusalcılar ile Hacılar."
Nazım ALPMAN
Bölgenin referandum nabzı için başladığımız yolculuğun üçüncü bölümünde de Diyarbakır ve çevresi var. İstanbul nasıl ki, Türkiye'nin küçük çaplı bir aynasıysa Diyarbakır da Kürtler için aynı özelliği taşıyor.
Ne kadar büyük acı yaşarlarsa yaşasınlar Kürtler ince mizah duygularını korumayı başarıyorlar.
Mesela isminin "Abdüllatif" olduğunu söylediği halde sıra soyadına geldiğinde "lütfen bu seferlik yazmayın" diyen orta yaşlı bir Kürt:
-Sizi tebrik ederim diyor.
-Neden?
-Diyarbakır'ın yakılıp, yıkılmamış bölgelerinde nabız tutuyorsunuz.
-????
-Yakılıp yıkılan yerlerini tercih etseydiniz, konuşacak hiç kimseyi bulamayacaktınız!
İktidarın kaba söylemli salvolarıyla bu ince mizahı karşılaştırınca kimin kazanan, kimin kaybeden olacağı konusunda bütün sorular bir anda yerli yerine oturuyor.
Aynı kişi iki tarafı da keskinleştirilmiş bir bıçak gibi konuşmaya devam ediyor:
-İstiyorum ki, başkanlık kazansın! Ama HAYIR diyeceğim.
-Nasıl olacak bu, hem hayır diyorsun hem de başkanlık istiyorsun?
-Başkanlık kazansın, birbirlerini yesinler istiyorum.
-Kimler?
-Ulusalcılar ile Hacılar!
Sonra öğle namazına gitmek için müsaade istiyor. Fazla uzaklaşmadan dönüyor 16 Nisan için son kararını dini inançları üzerinden açıklıyor:
-Hazreti Muhammed gelip dese ki, ‘Erdoğan'a ver oyunu' ben yine vermem!
***
Diyarbakır'ın kendilerini özgür hissedenler bölgesindeyim. Adını soyadını yazabileceğimi belirten Sadık Karabulut yıllardır buğday ekip biçmiş bir çiftçi. Sözlerine AKP'ye olan sandık sadakatinden başlıyor:
-15 yıldır her seçimde AKP'ye oy verdim. Ama bu defa HAYIR diyeceğim.
-Neden?
-Erdoğan'ı beğenmiyorum.
-Hangi konuda?
-İnsan hakları konusunda, ekonomi konusunda, demokrasi konusunda, sözlerini tutmaması konusunda… Hiçbir faydası yoktur.
-Ama bu seçim değil ki, anayasa oylaması…
-Bildiğim kadarıyla bu yeni anayasa Saddam'ın anayasasına benziyor.
Dertler dökülmeye başlayınca üniversiteyi yeni bitirmiş olan Baran da söz alıyor:
-KPSS sınav ücretini 180 TL'den 420 TL'ye çıkarttılar. Yılda üç kere sınava giren biri devlete 1260 TL kazandırıyor. Umut satıp, para kazanıyorlar.
Genç üniversite mezunu HAYIR demenin daha hayırlı bir tercih olduğunu da sözlerine ekliyor.
***
Ertesi sabah Diyarbakır'ın ünlü Bakırcılar Çarşısına uğruyorum. İlk selam da EVET'i alıp kürsüye (alçak tabure) oturuyorum. Bir yandan bakır tepsi döven Ramazan, bir yandan da oyunun gerekçeli kararını izah ediyor:
-Biz ailece EVET diyeceğiz. 2002'den beri AKP için çalışıyoruz. Dükkanımızı bırakıp gidecek halimiz yok ki…
Ancak bu "resmi" açıklama bir adım ötesinden geri dönüyor. Yeğeni Mahmut HAYIR oyu vereceğini söylüyor.
Mahmut henüz 20 yaşında, 16 Nisan'ın ötesine de karamsar bakıyor:
-Biz ne oyu verirsek verelim o bildiğini yapacak yine.
-Kim?
-Cumhurbaşkanı!
Ailenin ikinci EVET oycusu Hasan elinde çaylarla geliyor.
-EVETtir abi.
-Niye?
-Kötünün iyisidir!
***
Çarşı içinde ilerliyorum. Eski eşyalar satan bir dükkandan içeri giriyorum. Kısa bir "öz tanıtım" yapıyorum. Konuşacağını söylüyor. Ama adının yazılmaması şartıyla… Artık bu isteğe alıştım. Ben "elbette" diyorum o da anlatmaya başlıyor:
-Benim köyümde dört tabur asker var. Ben 12 Eylül'de böylesini görüp yaşamadım. Diyarbakır'da Fetöcü, PKK'li diye insanları işlerinden çıkarttılar. Şimdi yerine yeni elemanlar alıyorlar. 10 bin 15 bin lira rüşvet alıp öyle giriş yaptırıyorlar. Bunların hepsi açık seçik yapılıyor. Bizi TBMM'de temsil eden parti yok.
İsmini geride tutunca dili çözülüyor. HDP dışındaki diğer partilerin milletvekillerinin şehri ziyaret ettikleri söylüyor:
-Ama işadamlarına uğradıktan sonra dönüp gidiyorlar. Bizim derdimizi dinleyen yok. Sur esnafına 50 bin TL kredi vereceklerdi, onu da vermediler.
Ben "uzun sözün 16 Nisan'ı ne olur" diye sorunca o da gülümsüyor:
-HAYIR'dan başka ne olabilir ki?
Hamza İnci küçük esnaf tanımının prototipi gibi… Çok eski model tüplü TV alıcıları satıyor. En ucuzu 60 TL, en pahalısı 150 TL arasında değişen fiyat aralığında yaşama savaşı veriyor. Her esnaf gibi onun da işleri parlak değil:
-Üç günde bir tane satabilirsem ne ala…
-Siz kendi aranızda konuşuyor musunuz? Esnaf ne diyor?
-Çoğunluk HAYIR diyecek.
-Sen?
-Elbette HAYIR.
-Adını yazabilir miyim?
-Tabii yazabilirsin. Ben kimse ölmesin istiyorum. Polis de bizimdir, asker de bizimdir, gerilla da bizimdir!
***
Çalışanlarının çoğunluğu kadın olan bir işyerine giriyorum. Önce bir sessizlik oluyor. Karşılıklı olarak birbirimizi tanımaya ihtiyaç var. Öyle ya bu yabancının amacı ne olabilir? İmdadıma internetteki arama motorları yetişiyor. Biz tezgahın önünde ablasıyla konuşurken küçük kız kardeş arka tarafta Nazım Alpman ismini yazıp taratmış, gülerek yanımıza geliyor. Ablasına dönüyor "konuş konuş" diyor. Ablası da konuşuyor:
-Biz Kürt'üz ailecek HAYIR diyeceğiz.
Sonra hayatları söndüren gerekçelerini sıralıyor:
-Benim kardeşim fikirlerini ifade ettiği için 26 yıl cezaevinde yattı.
Son dönemi de tüm Kürtler üzerinden anlatıyor:
-Öldürülmüş bebeklerimizi buz dolabında sakladık. Gençlerimiz yakıldı. İhtiyarlarımız tank mermisiyle kahvaltı sofrasında vuruldu. Benim gençliğim silahların gölgesinde geçti. Katlandık. İstedik ki, çocuklarımız rahat huzur içinde büyüsünler. Ama onlar daha da beter bir ortamın içine düştüler.
Muhatabım nefes almadan anlatıyor. Özellikle din referanslı parti ve siyaset ilişkisinin insanları hangi boyutlara taşıdığını özel bir örnekle takdim ediyor:
-Bütün bu zulümleri de din adına yapıyorlar. Bakın ben inançlı biriyim. Sokakta dolaşırken ezan okunduğunda camiye giderdim namaz kılmaz için… Kaza namazı hiç kılmadım, her namazı vaktinde kıldım.
Duruyor, gözleri yaşarıyor ve bir itirafta bulunuyor:
-Ben bu adamlar yüzünden namazı bıraktım! Kızım bir başka şehirde okuyor. Ev arkadaşı ateist imiş… Aman diyorum ona sıkı sıkı sarıl… Bir ateistin taciz-tecavüz olaylarına karıştığını hiç duymadım. Dindarlar Allah korkusuyla iyi insan oluyorlar. Ama o korkularından sıyrıldıklarında yapmadıkları rezillik kalmıyor.
Öf!.. Kötü yola düşüren dindarlık temalı sempozyumdan çıkmış gibiyim. Bu kadar mı somut örneklemeler olabilir?
***
Bölgenin en iyi gazetecilerinden olan mihmandarım Refik Tekin'e haydi çıkalım artık Diyarbakır'dan diyorum. Bismil'e doğru yola koyuluyoruz.
Aklımda yıllar öncesine ait bir anı var. Genç bir gazeteci arkadaşımla Bismil'e uzanan düz yolda ilerliyorduk. Yolun iki yanındaki elektrik direkleri üzerine yapılmış leylek yuvalarını görmüş, aracı kullanan delikanlıya da göstermiştim. Leylek yuvalarına odaklanmış halde 90 kilometre hızla ilerlerken birden yolun karşı tarafına geçtiğimizi fark etmiştim:
-Ne yapıyorsun oğlum, karşı şeride geçtik?
-He valla abi… Ben de leyleklere dalmışım, ne güzeller değil mi?
Refik Tekin'e tam bunu anlatıyordum ki, gözüm elektrik direklerine takıldı. Aynı anda Refik de görmüştü:
-Abi leylekler yine gelmiş.
Artık çift şeritli yolda olduğumuzdan karşı yöne geçme ihtimalimiz kalmamıştı!
Leylekler Bölge'nin huzur açısından en istikrarlı canlıları. Her yıl Mart-Nisan arası geliyorlar, çiftleşiyorlar, döllenmiş yumurtaları üzerine yatıp yavrularını dünyaya getiriyorlar. Sonra onlara uçmayı öğretip hep birlikte geldikleri yöne doğru tersine göçe başlıyorlar.
Leylekler OHAL dönemlerinde bile huzur içinde yaşamlarını sürdüren canlılar olmanın mutluluğunu yaşıyorlar.
Acaba leylekler de Kürt olsalardı bu kadar huzurlu ve rahat uçabilirler miydi?
Dördüncü bölüm: Bismil-Batman-Hasankeyf