Koray Düzgören
Libya’ya taşınan cihatçılar ve ‘terör destekçisi devlet’ suçlamaları!
Türkiye’nin, Suriye’den Libya’daki iç savaşa cihatçı teröristleri taşıyarak uluslararası suçlar işlediğine ilişkin iddialar art arda geliyor.
Bunların bir kısmı Türkiye’yi çekemeyen, iktidarın başarılarını hazmedemeyen ve kıskanan Fransa Devlet Başkanı Macron’un (!) son günlerde giderek dozu artan suçlamaları ile ilgili.
Yanı sıra Suriye’de ve Libya’da Ankara’nın karşısındaki cephede yer alan ve iktidar koalisyonunun şu sıralarda en azgın düşmanlarından, karşıtlarından olan Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve hatta son günlerde Libya’da Ankara’nın karşısına dikilen Mısır’ın Saray yönetimine ilişkin çeşitli iddiaları, suçlayıcı açıklamaları oldu.
11 Mayıs’ta bir insan hakları örgütü tarafından yayınlanan, Libya’ya gönderilen cihatçıların arasında çok sayıda çocuk asker bulunduğuna ilişkin rapordaki suçlamalar da oldukça ciddi.
İç politikadaki başarısızlıkları gözlerden uzak tutabilmek gerekçesiyle, Avrupa Birliği ve NATO içindeki çekişmelerle ilgili olsa bile, her şeye rağmen Macron’un dünkü açıklamasında yer alan ifadeleri de atlamamak gerek.
Fransa Devlet Başkanı, Başbakan Merkel ile görüştükten sonra, Erdoğan'ı Türkiye’nin Libya'daki askeri varlığını arttırmak ve Suriye'den cihatçı savaşçıları yeniden toplu olarak Libya'ya getirmekle suçlayarak, "NATO üyesi olduğunu iddia eden veya en azından iddia ettiği gibi NATO üyesi olan Türkiye'nin tarihi ve cezai sorumluluğu var." diye konuştu.
Macron, 22 Haziran'da da Türkiye'yi, Libya'da "tehlikeli bir oyun" oynamakla suçlamıştı.
DIŞ POLİTİKA HAMLELERİ İÇ POLİTİKA MALZEMESİ
Türkiye aslında sadece Libya’da değil, NATO içinde de tehlikeli bir oyun oynuyor.
Aynı ittifak içinde olduğu Fransa’nın savaş gemileriyle Libya açıklarında it dalaşına giriyor. Bir başka üye olan Yunanistan’la, kendi başına ilan ettiği münhasır ekonomik bölgelerde savaş gemilerinin dayatmasıyla sondaj çalışmaları yapıp, Ege ve Doğu Akdeniz’de tansiyonu yükseltiyor.
Tabii bunların hepsini, iç politikadaki tıkanmışlıkları, çaresizlikleri ve yetersizlikleri aşabilmenin umutsuz arayışları için kullanıyor.
Saray yönetiminin dış politika olarak attığı adımlar aslında iç politika gerekçeleriyle gerçekleştiriliyor.
Yapılan her şey, hamaseti ve kör milliyetçiliği körükleyebilmek amacıyla yapılıyor.
Nedeni de malum… Seçmen desteğinin hızla düşüyor olması.
Yani iktidarın beka sorunu…
Bu uğurda Suriye’de, Irak’ta kimlerle, hangi terör örgütleriyle ne gibi gizli kapaklı ilişkilere geçildi, işbirlikleri yapıldı bunların hepsi biliniyor.
İktidarın, sınırların ötesinde uluslararası camianın, BM ve AB’nin terörist ilan ettiği örgütlerle ilişkileri hız kesmeden devam ediyor.
Ankara’daki Saray yönetiminin Libya’da, bütün dünyanın 'terörist' olarak gördüğü İslamcı (Terör örgütü olarak ilan edilen Müslüman Kardeşler Örgütü-İhvancı) bir oluşuma açıktan silahlı destek sunmasının ağır sonuçları olabileceğini söyleyen kuşkusuz yalnızca Macron değil.
Ayrıca Libya’ya BM ve AB kararlarına rağmen silah ve asker gönderilmesi de sürekli eleştiriliyor.
Türkiye açıkça ateşkesi ihlal eden taraf olarak suçlanıyor.
Son dönemde Ankara’nın gönderdiği asker, cihatçı ve silah yardımlarıyla sahada kazanımlar elde eden ‘Saray’ın elemanı’ pozisyonundaki Serrac’ın da Ankara’nın telkinleriyle (Talimatıyla mı desek?) ateşkese boş verdiğini ve hatta Hafter’in yeni ateşkes çağrısını da reddettiğini biliyoruz.
Bu nedenle Ankara şimdi ateşkesin önündeki en büyük engel olarak itham ediliyor.
Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas da Libya’da silah ambargosunu ihlal eden, ambargoyu delen ülkelerin isimlerinin açıklanması gerektiğini söyledi.
Tabii ki bu ülkelerin başında Türkiye geliyor.
LİBYA’YA SURİYE’DEN TAŞINAN ÇOCUK ASKERLER
Ankara’nın meydanı boş bulup hoyratça oynadığı Suriye’den taşınan cihatçılar ve silah nakliyatı meselesi, önümüzdeki süreçte sadece BM’de değil, AB’de ve NATO’da da daha fazla ciddiye alınacak gibi görünüyor.
Macron’un, Ankara’nın Libya’daki cihatçı yönetime verilen ölçüsüz sayılabilecek askeri yardımlarını kriminal bir mesele olarak sunmasını sıradan bir öfke söylemi olarak değerlendirmek yanlış olur.
Bu apaçık Ankara’nın, ‘terör destekçisi devlet’ olarak suçlanmasının önünü açabilecek bir söylem olarak anlaşılmalıdır.
Nitekim Macron’un Ankara'ya yönelik suçlamaları arasında, "NATO üyesi olan Türkiye'nin tarihi ve cezai sorumluluğu var." cümlesi de bulunuyor.
Sadece bu değil Libya’ya Saray yönetimi tarafından taşınan çocuk askerler meselesi de oldukça baş ağrıtacak iddiaların başında geliyor.
11 Mayıs’ta Hakikat ve Adalet için Suriyeliler adlı bir insan hakları kuruluşu tarafından yayınlanan, Türkiye’nin Libya’da Suriyeli cihatçıları kullanmasını anlatan detaylı bir raporda, Türkiye’nin güdümündeki Suriye Ulusal Ordusu bünyesindeki grupların Libya’ya savaşmak için çocuk asker gönderdikleri öne sürülüyor.
Raporda, "Araştırmamız çocuklara doğum tarihleri ve yerleri hakkında sahte bilgiler içeren sahte kimlik belgeleri verildiğini ve bu bilgilere göre [Suriye] Ulusal Ordu’nun kişisel durum kayıtlarına kaydedildiğini ortaya koydu" deniyor.
Böyle bir kitlesel sahtekârlığın ancak büyük bir organizasyonla yani devlet gücüyle gerçekleştirilebileceği muhakkak.
Netice olarak Saray yönetimi, iktidarlarının bekası amacıyla ve her imkânı kullanılabilir gören bir anlayış çerçevesinde, ‘terör destekçisi devlet’ olmayı da göze alarak emin adımlarla yürümeye devam ediyor.
Peki ama nereye kadar?