merhamet, siyaset…

mücadele araçları açısından çaresiz kaldığımız tek mekân hapishane, tek an mahpusluk mu?

çok kısa bir zaman dilimi içinde, iki ayrı mecrada aynı konu üzerine yazıyorum, kendimi tekrar ettiğim için, -eğer varsa- düzenli okurlarımdan özür diliyorum.

bir mücadele yöntemi olarak açlık grevi dünyanın her yerinde yaygın olarak hapishanelerde uygulanıyor çünkü cezaevi insanın elinde pek az mücadele aracının bulunduğu bir alan ve kendi bedenini bir araç olarak kullanmak gerekebiliyor.

ama mücadele araçları açısından çaresiz kaldığımız tek mekân hapishane, tek an mahpusluk mu?

bence değil çünkü mesela şu sıralarda da çoğumuz büyük bir çaresizlik içinde hissediyoruz kendimizi. bakın güçsüzlük demiyorum, çaresizlik. o yüzden oğlunun cenazesini almak için açlık grevi yapan kemal gün’e de, işlerini geri istedikleri için açlık grevi yapan nuriye gülmen ve semih özakça’ya da söyleyecek sözüm yok. başka eylem biçimleri, mücadele içinde olan kurumlar vardı da onlar bu yol mu tercih etti?

ayrıca evet, türkiye bir yöntem olarak açlık grevine çok sık başvurulan bir ülke. hatta fazla sık başvurulduğunu, bu yöntemin aşındırıldığını bile söyleyebiliriz. bunun yarattığı tereddütleri anlamakla birlikte "dışarıda" açlık grevi yapmaya kategorik olarak karşı olma konusundaki gerekçeleri çok güçlü bulmuyorum. ve nitekim, açlık grevine bu kadar sık başvurulmayan ülkelerde, dışarıda açlık grevleri, süreli destek grevleri yapılıyor. bildiğiniz gibi, şu sıralarda filistinli esirlerin açlık grevine destek vermek üzere pek çok yerde açlık grevleri yapılıyor, leyla halid de bir grup kadınla birlikte greve katıldı. başka örnekler de var.

açlık grevi tekil, bireyselleşen bir mücadele biçimi de değil, zaman zaman kitleselleştiği gibi genellikle geniş kesimlerin taleplerini dillendirmeye yarayabiliyor; f tipi hapishanelere karış yürütülen ölüm oruçları böyleydi, bugün yüksel meydanı’nda yürütülen açlık grevi de böyle. ama şu doğru; işten atmalara karşı mücadele, çok daha geniş kesimler tarafından ve başta sendikalar olmak üzere demokratik kitle örgütlerinin önayak olmasıyla yürütülmeliydi. bin defa söyledim, bir kere daha tekrar edeceğim; khk ile işten atmalar meselesinde, akademisyenlere odaklanılması ve onlarla ilgili de esas olarak, öğrencilerinin onların verdiği hizmetten mahrum kalmasından, bilimin gelişmeyeceğinden söz edilmesi, konunun bir emek mücadelesi olarak ele alınmaması büyük bir sorun.

öte yandan, nuriye ve semih’in sözleri farklı. geçim derdinden, açlıktan, işlerinden olduktan sonra intihar edenlerden söz ediyorlar; emekçilerin sorunlarından yani. ve çok basit bir şey talep ediyorlar: "işimize geri dönmemiz sağlansın."

aslında khk ile atıldığı işine geri döndürülen birçok emekçi oldu. yani talepleri olmayacak bir şey değil. ama bunun bir direniş sonucu olmasının anlamı hem biz hem de iktidar için büyük.

açlık grevi yapan insan, vicdanlara seslenmiyor. merhamet ummuyor. sesinin, sözünün muhataplarına ulaştırılmasını bekliyor. şu anda açık grevi yürüten arkadaşlarımızın, allah korusun aramızdan ayrılması çok korkunç ama bunu engellemenin yolu onların açlık grevini bırakması değil. herhangi bir sonuç alınmadan bırakılan açlık grevi, başka bir zamanda açlık grevi yapacakların karşısında, iktidarların stratejilerini onların da bırakması ihtimali üzerine kurmasına yol açar ve grevi zorlaştırır. aynı zamanda belli bir güne kadar açlık grevi yapmış ve zaten epeyce bedel ödemiş direnişçinin, ödediği bedellerin boşa gitmesine sebep olur.

peki açlık grevcisinin taleplerini kabul etmeye yanaşmayan iktidarın stratejisi ne olabilir? aklıma iki şey geliyor, grevcilerin eylemi bırakmasını ummak, buna ikna edilmelerini sağlamak veya grevciler yaka paça götürüp zorla beslemek. başka bir ihtimal varsa ve göremiyorsam, şimdiden özür diliyorum. ama grevi bırakmaya yönelik çağrıları bu ihtimaller ışığında ele almakta yarar var, bence. ayrıca konunun odağına bu arkadaşlarımızın hayatlarının sürmesini koyduğumuzda, zorla beslenmeleri durumunda kamuoyunun içinin ferahlayacağı bir fikir ortamı yarattığımızı da düşünüyorum. bu zorla beslemenin, b1 katılmamış glikozla yapılması halinde wernicke-korsakoff’a yol açacağını da hatırlatayım ki diken’in haberine göre nuriye ve semih’te şimdiden bu hastalığın belirtileri varmış.

yani bence arkadaşlarımızı değil, onları işten atanları ikna etmeye çalışmalıyız. nasıl olur, kim araya girer, kim hangi aracı kullanır bilemiyorum. ama ne diyeceksek diyelim, sözümüzün nuriye ve semih’e ve tabii kemal’e layık olması gerekir, değil mi?

ayşe düzkan