Ragıp Duran
Millidir yalanlarımız, gerçeklerimiz yabancı
Gazete arşivlerinden ve gazeteci anılarından biliyoruz: Menderes zamanında da Türkiye'de olup bitenleri Türk gazeteleri değil yabancı basın yazıyordu. Bu haber ve yorumları özetleyerek tercüme edip yayınlayınca bizim gazeteci ağabeylerimizin başı derde giriyordu. Yabancı dil bilen yurttaşlar, İngiliz, Fransız, Amerikan gazetelerinde okudukları bilgileri sözlü olarak sınırlı bir çevreye yayardı. Tabi şimdi, sosyal medya sayesinde bu çeviriler çok daha kısa bir zaman diliminde çok daha geniş bir kitleye ulaşıyor.
Genel olarak özgür basın, istibdat rejimlerinde faşist yönetimlerde yabancı basın, iktidar tarafından lanetlenir, kargılanır, yasaklanır. Afrin operasyonu öncesinde, Başbakan Binali Yıldırım medyaya yönelik talimatnamesinde ''Yabancı basından alıntı yapılmamasını'' istemişti. Erdoğan da eskiden beri isim vererek BBC, CNN, New York Times, Reuter's gibi global medya organlarını sert bir şekilde kınar, eleştirir.
İktidarın yabancı medyadan çekinmesi, onu susturmaya çalışması, kendisi açısından anlamlı olabilir. Çünkü dünya çapında etkili olan, yüksek tirajlı ya da reytingli bu yabancı medya organları, nispeten sağlam ve köklü geçmişleri, gazetecilik/habercilik ilkelerine bağlı kalmaya gayret etmeleri sayesinde hala güvenilir, inanılır yayın organları. En önemli özelliği de Türkiye'deki Saray iktidarından bağımsız olmaları. Turkuaz ya da Sancak ve Cengiz holdingin BBC ya da Reuter's, New York Times ya da CNN sermayesinde hissesi yok. Erdoğan ailesinin mesleki ya da mali olarak bu medya kuruluşlarını etkileme, onlara baskı yapma, reklamlarını kesme, yazar ya da muhabirlerini işten attırma yetkisi/imkanı yok. Çünkü sözkonusu medya şirketleri ya da bağlı oldukları holdingler, Türkiye'deki kamu ihalelerine girmiyor. İktidarla herhangi bir organik ilişkileri yok, ayrıca herhangi bir çıkar ilişkileri de yok. Bir haberi, bir yorumu, bir fotoğraf ya da karikatürü seçerken, ''Eyvah bunu yayınlarsak Erdoğan bizi mahveder!'' diye bir korkup kaygılanmıyorlar.
Bu çerçeveyi gözönünde bulundurunca, mesela Fransız Libération gazetesinde son bir hafta içinde Türkiye hakkında çıkan bazı haber ve yorumların başlık ve spotlarına bakabiliriz:
* Yazar Aslı Erdoğan, Türkiye'yi ''30lı yılların Almanya'sı'' olarak itham etti
* Erdoğan ekonomik tuzağa düştü
* Türk parası akıp gidiyor
* Erdoğan ve rehine diplomasisi
* Washington'la giriştiği kapışmada hiçbir yatıştırıcı irade göstermeyen Erdoğan, Türk lirasının değer kaybetmesini hızlandırdı
Amerikan, İngiliz, Alman gazete, radyo ve televizyonlarında yayınlananları da tercüme edip iktibas etsek Türkiyeli okur daha sağlam, daha ayrıntılı, gerçeğe daha yakın bilgi ve görüşler edinebilir. Aslında tüm bu bilgiler ve görüşler Türk gazeteciler tarafından da biliniyor. Ama yayınlayamıyorlar. İlan edilmemiş bir yasak var, korku var, tutuklanma, gazetenin kapatılma endişesi var. Yüzlerce somut örnek mevcut. Gazetecilik yapıyorsun, terör örgütü propagandasından içeri alıyorlar. Haber yayınlıyorsun, Cumhurbaşkanına hakaretten hapsi boyluyorsun. Aslında tartışılmayacak bir şekilde gazetecisin, yazarsın ama, iktidara göre FETÖ'cüsün, PKK'lısın, darbecisin, algı operasyonu yapıyorsun.
Libération, Le Monde, NY Times ve Washington Post'da son günlerde yayınlanan Türkiye konusundaki bütün haber ve yorumların ortak iki saptaması var:
- Türk ekonomisi ve finansal yapısı zaten kırılgan ve dışa bağımlı
- Krizin tek nedeni ekonomi değil, çünkü ekonomik doğrultuyu esas olarak siyasi tercihler belirliyor.