Nazım Hikmet…

Nazım Hikmet'in ilk tutuklanmasından bu yana yaklaşık 90 yıl geçti. Bugün ise 61. ölüm yıl dönümü. Nazım için sağlı, sollu göz yaşları dökülecek… Yaşamını kimlerin, nasıl, ne tür saçma iddialarla mahvettiği gözlerden saklanacak.

Bugün Nâzım Hikmet’in 61. ölüm yıldönümü…

1963 yılında Moskova'da kalp krizi sonucu ölmüştü.

Mezarı hâlen Moskova'da.

xxxxxxxx

Mezarı Moskova’da olan büyük bir şair hakkında Vikipedi şöyle yazıyor:

“Türk şair ve yazardır.

Şiirleri elliden fazla dile çevrilmiş ve eserleri birçok ödül almıştır.

Türkiye'de serbest nazımın ilk uygulayıcısı ve çağdaş Türk şiirinin en önemli isimlerindendir.

Uluslararası bir üne ulaşmıştır ve dünyada 20. yüzyılın en gözde şairleri arasında gösterilmektedir.”

Peki, Türk şiirinin en önemli isimlerinden birine bu ülkenin yöneticileri ne yaptı?

11 ayrı davadan yargılayarak İstanbul, Ankara, Çankırı ve Bursa cezaevlerinde 12 yılı aşkın süre hapis yatırdı.

1951 yılında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkardı.

xxxxxxx

Tek parti rejiminin o karanlık yüzünü, Tolga Şardan’ın “Komünist Masası’nda Nazım Hikmet” adlı, 2019’da yayınladığı kitaptaki resmî belgelerde görüyorsunuz.

O resmî belgelerle ilk kez o kitapta karşılaştık.

xxxxxxxx

Nazım ilk kez 34 yaşında, 1936’da göz altına alınır.

Daha sonrasını, kitap için Habertürk Gazetesi’nde belgeleri de içeren çok geniş bir tanıtım yazısı yazan Kürşat Oğuz’un yazısından aktarayım:

Nâzım Hikmet ‘muhalif’ TKP’liydi (Türkiye Komünist Partisi). Faaliyetleri yasaklanınca yeraltına çekilen TKP’nin Merkez Komite üyeleri ile TKP dışında kalan muhalif Nâzım Hikmet arasında 1930’dan itibaren çatışma vardı.

Bu, Nazım Hikmet’in İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nde ‘gizli örgüt kurup komünizm propagandası yapmak’tan yargılanmasını engellememişti. Nâzım, 30 Aralık 1936’da 13 kişiyle gözaltına alındı.

Dava altı ay sürdü; cezaevine girdikten sonra tutuksuz yargılanmak üzere Nisan’da salıverildi. 21 Haziran 1937’de sonuçlanan davadan ceza almadan beraat edip aklandı.

İşte bu dava devam ederken, Mayıs sonunda Ankara’ya gitti. Amacı, hakkındaki komünizm-örgüt ilişkili soruşturmalardan kurtulmaktı.

‘Evinin geçimini sağlamak için sabahtan akşama kadar çalışan’ biriydi. Devletteki arkadaşlarından isteği, bu durumu polisleri üstüne gönderenlere, davalar açtıranlara anlatmalarını talep etmekti.”

xxxxxxxx

“Ancak o bunları planlarken bile devlet takipteydi. Haydarpaşa Garı’ndan 26 Mayıs 1937 günü hareket eden ekspres trenle Ankara’ya doğru yola koyulduğunda bir sivil polis gardan ayrıldı ve Sansaryan Han’a giderek Nâzım Hikmet’in Ankara’ya yola çıktığı bilgisini verdi. Bu bilgi, İstanbul Valiliği tarafından aynı gece ‘şifreli’ mesajla Ankara’ya ulaştırıldı:

‘T.C. ANKARA VALİLİĞİ

Yazı İşleri Kalemi

İstanbul Vilâyetinin 26/5/937 ve 2615/37 N. Şifresi açılmıştır. Komünist Şair Nazım Hikmet bu akşam ekispiresle Ankara’ya hareket etmiştir. Bir sinema işi için Dahiliye Vekâleti ve diğer makamlarla temas edeceği anlaşılmıştır Dahiliye Vekâletine, Ankara, Eskişehir, Bilecik, Kocaeli Vilâyetlerine yazılmıştır.

Vali N. H. Karataban’”

xxxxxxxxx

“İstanbul Valiliği’nin, Nâzım Hikmet’in Ankara tren güzergâhı üzerindeki illerin valiliklerine yazdığı takip ve izleme talimatı sonrasında, Eskişehir ve Kocaeli valilikleri, ayrı ayrı gönderdikleri yazılarda, şairin içinde bulunduğu trenin sorumluluk bölgelerinden geçtiğini ve Nâzım Hikmet’in de trende görüldüğünü bildirdiler.

Ankara’da temaslarına başlayan Nâzım Hikmet, peşindeki sivil polisler eşliğinde farklı kişilerle bir araya geliyordu. Kimi zaman Başbakanlığa, kimi zaman Matbuat Umum Müdürlüğü’ne, kimi zaman da Meclis’e gidiyordu.

Hep dışarıda olan Nâzım Hikmet’in takibi kolay olmuyordu. Bu yüzden izlemede görevli polisler hep değişiyordu. Bu değişiklikler de resmi tutanağa bağlanıp Şube 1’deki Komünist Masası Amirliği’ne bildiriliyordu.

İşte, şairi takip eden polislerin kendi aralarında görev devir teslimi yaptıklarına ilişkin 82 yıllık belge:

‘Tarassut M. 28.5.937 (Tarassut Masası)

3 sayılı Ali Ulvi’nın tarassutundaki iken 130 sayılı İbrahim’e verilen Komünist Nazım Hikmet’in halen İstanbul otelinde ikamet ettiğini arz ederim.

29/5/937 T.H.M.’"

xxxxxxxx

1936’nın son günlerinde Nâzım Hikmet’e yönelik “gizli örgüt” soruşturması, şairin eserlerinin yasaklanmasını da beraberinde getirdi. Kitapları toplatıldı ama yetmedi. 1928’de yazdığı iki şiirini okunduğu plak için Bakanlık, 6 Aralık 1938 tarihinde toplatma kararı aldı.

Bunun üzerine ülke düzeyinde aramalar başladı. Ankara’da yapılan aramalar sonrası polislerin hazırladığı bir tutanak, Nâzım Hikmet’in dosyasına girdi:

"K. II. Amirliğine

Dahileye vekaletinin ilişik 6/12/938 tarih ve 61657 sayılı yazısında bildirilen ve 931 senesi Komunist Nazım Hikmet’in (835 Satır ve Bahrı Hazer ve Salkım Söğüt) adlı Pilak ve şiirler hakkında yapılan tahkikatta Ankara’da mevcut Kütüphanelerde ve pilak mağazalarında bu eserler aranmışsa da bulunamamıştır.

Her ne kadar mezkür pilaklardan birkaç sene evvel Ankara’da Şamlı Selimin dükkanında bulunmuş ise de mal sahibi tarafından muzır olduğunu anlayarak tekrar İstanbul’daki Kolombiya şubesine iade ettiği anlaşılmıştır arz ederim. 13/12/938

KOMSER"

xxxxxxxx

Nâzım Hikmet’in ‘orduyu isyana teşvik’ iddiasıyla yargılandığı dosyada Ömer Deniz adındaki Harp Okulu öğrencisi ihtilal hazırlığı ile suçlanmıştı. 17 Ocak 1938 gecesi kuzeni Celalettin Ezine’nin evinde gözaltına alınıp tutuklanan Nâzım Hikmet, daha sonra yargılama için Ankara’ya götürülmüştü.

İşte bu süreçte devlet; Nâzım Hikmet ve dosyadaki sanıklara hapis cezaları vermiş, ancak henüz bazı soruların yanıtları bulunamamıştı. Bu soruların başında ise Nâzım Hikmet’in, Harp Okulu öğrencisi Ömer Deniz’le bağlantısı geliyordu.

Yargılama sürecinde konuşan sanık Deniz, Nâzım Hikmet’in kendisine, "Temasımızdan şüphe ederler, bu şüpheyi uyandırmayalım. Ben seni istediğim zaman bulurum" dediğini iddia etmişti.

Nâzım Hikmet, yargılamada bu bağlantının olmadığını açıklamaya çalıştı fakat Ömer Deniz’in soruşturma sırasında Nâzım Hikmet’le ilişkisini anlatırken kurduğu cümle, devletin alarma geçmesine neden oldu:

‘Ankara Valiliğine

Harp okulunda yakalanan talebe Ömer Deniz’in Nazım Hikmet’le teması hakkındaki itirafı sırasında Nazım Hikmet’in kendisine (Temasımızdan şüphe ederler, bu şüpheyi uyandırmayalım. Ben seni istediğim zaman bulurum) demek suretiyle Ankara’da bu gibi temasları yapabilecek elemanlara malik olduğunu ihsas ettiği anlaşılmıştır. Hadisenin meydana çıkması böyle bir temasa mâni olduğundan bu elemanların kimler olduğu tesbi edilememiştir.

Bu hususta önemle inceleme yaptırılarak Nazım Hikmet’e tavassut edecek elemanların kimler olduğunun tesbitini ve sonunun bildirilmesini rica ederim. Ankara ve İstanbul Valiliklerine yazılmıştır.

Dahiliye Vekili’

Mart 1938’de başlayıp sonuçlanan bu davada Nâzım Hikmet, 15 yıl hapis cezası aldı.

xxxxxxxx

“Mayıs 1938’de Askeri Yargıtay cezayı onadı. Cezaevine konulduktan sonra Haziran 1938’de, bir önceki yıl beraat ettiği gizli örgüt kurma davasının Yargıtay’dan bozulmasıyla, İstanbul’da yeniden yargılanmaya başladı. Ağustos sonunda biten bu Donanma Davası’nda, Nâzım Hikmet 20 yıl hapis aldı. İndirimle 13 yıl 4 ay yatacaktı.

Hakkındaki toplam hapis cezaları 28 yıl 4 ay olmuştu…”

xxxxxxxx

Bugün Nazım Hikmet’in 61. ölüm yıl dönümü… Nazım için sağlı, sollu göz yaşları dökülecek…

Yaşamını kimlerin, nasıl, ne tür saçma iddialarla mahvettiği gözlerden saklanacak.

xxxxxxxx

Nazım’ın ilk tutuklanmasından bu yana yaklaşık 90 yıl geçti.

Tek partiyi, çok partiyi, askeri darbeleri, askeri vesayeti, iktidara gelen dincileri gördük.

İnsanlar aya gitti, uzayda dolaştı, milyonlarca kilometre öteye teleskoplar gönderdi, akıllı telefonu buldu, yapay zekayı icat etti.

Ama bütün bunlara rağmen Türkiye’de bazı şeyler hiç değişmedi… 90 yıl önce de şairleri uydurma nedenlerle hapse atıyorlardı, bugün de yazarları hapse atıyorlar.

O zaman saçma sapan bağlantılar uydurup “darbeyle” suçluyorlardı, bugün de aynı şeyi yapıyorlar.

Tek değişiklik, saçmalık boyutlarını “subliminal mesaj” düzeyine çeken yüzsüzlüğün iyice yerleşik hale gelmesi.

xxxxxxxx

Övünmek için bahaneler arayan, sırf övünebilmek için 50 milyon dolar verip uzaya “turist” gönderen bu toplum gerçekten övünebileceği, Türkiye’nin adını bütün dünyaya duyuran yazarlarına, şairlerine niye düşmanlık eder?

Niye onları mahkemelerde, hapishanelerde, sürgünlerde süründürür?

Her şey değişse de bu gelenek neden hiç değişmez?

Ve son soru:

Yazarlarını şairlerini hapse atarak mutluluğa ulaşmış, gelişmiş bir toplum var mıdır?


Mehmet Altan kimdir?

İlk imzası 15 yaşında yayınlandı.20 yıl Sabah,6 yılda Star Gazetesi'nde baş yazarlık olmak üzere çok uzun yıllar köşe yazarlığı yanında televizyon programcılığı ve yorumculuğu yaptı. 30 yıl boyunca İstanbul Üniversitesi'nde hocalık yaptı.1993 yılından beri profesör. Yayınlanmış 40 civarında kitabı var.15 Temmuz sonrası Anayasa'nın 19.,26. ve 28. maddeleri yok sayılarak tutuklandı.21 ay cezaevinde kaldı. AYM, AİHM ve Yargıtay kararları ile hak ihlaline uğradığı saptandı. 29 Ekim 2016 tarihinden beri KHK'lı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Altan Arşivi