Enver Topaloğlu
Nâzım Hikmet, altmış yıl önce bugün
Bugün, modern Türkçe şiirin en önemli şairi olduğunu söylemekte bir sakınca görmediğimiz Nâzım Hikmet Ran ya da yaygın adıyla Nâzım’ın altmış yıl önce dünyadan “gidişi”nin yıldönümü.
Hangi açıdan, hangi amaçla, hangi yönüne dönük olursa olsun Nâzım Hikmet’ten söz etmenin kolaylıkları olduğu gibi engelleri, zorlukları da var. Yalnızca bu bile uzun bir yazı konusu olabilir.
Şiir yazmaya, adı şair olarak bilinmeye başladığından itibaren her çevreden gözler, dikkatler, ilgiler Nâzım’ın üstüne yönelmiştir. Elbette başta devlet olmak üzere değişik kesimlerce dikkatle izlenmiştir. Bir süre sonra devlet, izlemekle kalmamış, hayatını zehir etmiştir. Nedeni de açıktır. Komünisttir, eleştireldir, isyancıdır, başka bir hayat, başka bir dünya kurulsun istemektedir. Şiirsel tanımıyla söylersek; “Rüzgâra Karşı Yürüyen Adam”dır. Azeri heykeltıraş Sait Rüstem, şairin üç metre yirmi santim boyundaki bronz heykeline bu adı vermiş. Nâzım’ın otuz kırk yaşlarındaki görünümünü yansıtan ve 1995’te dikilen heykeli, Ankara’da Atatürk kültür merkezinin bahçesinde bulunmaktadır. Tarihsel perspektiften bakıldığında trajikomik diye düşünebileceğimiz bir durum. Atatürk kültür merkezinin bahçesinde bir Nâzım heykeli!..
Heykeltıraş Rüstem’in yapıtına “Rüzgâra Karşı Yürüyen Adam” adını, şairin “Yürüyen Adam” başlıklı şiirinden esinlenerek verdiği anlaşılıyor. Şairin heykeline ad olan şiirden bir bölüm okuyalım:
Alnı yukarda
kırmızı boyun atkısı rüzgârda,
yürüyor.
Yürüyor adım adım
Yürüyor ağır ağır
yürüyor…
Rüzgâr deniz gibi köpürüyor
esiyor deniz rüzgâr gibi.
Akıyor iki yandan ışıklar
düşen yıldızlar gibi.
(…)
Yürüyor o
ıslıkla kızgın bir ölüm marşı çalarak.
Yürüyor o
gövdesi bir gemi gibi yükselerek, alçalarak.
Yürüyor adım adım
Yürüyor ağır ağır
yürüyor…
Memet Fuat, Nâzım Hikmet’in Atatürk kültür merkezinin bahçesine heykelinin dikilmiş olmasını yadırgar. “Nâzım Hikmet Üzerine Yazılar” adıyla yayımlanan kitabında Fuat, bunun yüzeysel bir gösteri olduğuna dikkat çektiği yazısında şöyle devam ediyor: “Nâzım Hikmet 1938’de Ankara Cezaevi’nde yatıyordu, bakın bugün aynı kente yontusu dikiliyor diye özgürlüklerimize kavuştuğumuzu söyleyebilir miyiz?”
Bu eylem pekâlâ, şaire hayatı zehir eden rejimin ibret dersi olarak da yorumlanabilir. Verilen mesajı şöyle okunmak mümkün: “Ey komünist şair! Sana hayatını zehir eder, öldükten sonra da heykelini dikeriz!”
Şairin şiir yazdığı için esir edildiği 1938’in koşullarına göre, heykelinin dikildiği 1995’te koşullar çok mu farklıdır. Nerdeyse her şey aynıdır. Nâzım’ın savunduğu düşünceleri, görüşleri savunanların başına gelenler, şairin başına gelenlerle aynıdır. Baskılar, yasaklar, engeller yine ortadan kalkmış değildir. Kısaca özgürlük hâlâ yakıcı bir sorun olarak gündemdedir.
OTOBİYOGRAFİ
Nâzım Hikmet’in yaşamı aşk, şiir ve mücadele diyebileceğimiz üçlü bir sarmal içerir. Aşktan kastımızın arzu, azim, heves, tutku, coşku olduğunu belirtelim. Şiirine de yansıyan kişilik özellikleri, duyarlılıkları, duyguları, farkındalıkları ve tepkileri bakımından romantik çağın anlatı kahramanlarına benzetilebilir. Ancak
bu özellikleri onun materyalist oluşuyla çelişen bir durum değildir. Örnek gerekse rasgele bir şiiri seçilebilir. Yaşamöyküsünü paylaştığı “Otobiyografi” başlıklı şiirinde de bunun izleri, yansımaları söz konusudur. Şairin 1961’de Doğu Berlin’de ölümünden iki yıl önce yazdığı “Otobiyografi” başlıklı şiirinden birkaç bölüm aktaralım:
1902'de doğdum
doğduğum şehre dönmedim bir daha
(…)
operaya gittim
çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın
çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21’den beri
camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye
ama kahve falıma baktırdığım oldu
yazılarım otuz kırk dilde basılır
Türkiye’mde Türkçemle yasak
NAZIM HİKMET BİR ŞİİR OKULUDUR
Haluk Şahin, 21 Ocak 1992’de, şairin doksanıncı yaşının kutlandığı dönemde, Cumhuriyet’te yayımlanan yazısında, Nâzım Hikmet’in yarına kalacak bir şair olup olmadığını sorgular. Şahin’in yazısından ilgili bölümü aktaralım: “Nâzım Hikmet’in doğumunun 90. yılı nedeniyle düzenlenen etkinliklerle ilgili yazıları okurken aklıma takıldı: Acaba Nâzım Hikmet yarına kalacak mı? Yoksa Sovyet komünizminin çöküşünün hemen ertesine rastlayan bu anma canlılığı, nostaljik bir uğurlama töreni yerine mi geçiyor? Soruyu şöyle de sorabiliriz.: İdeolojisi çöktükten sonra Nâzım’ın şiirine bir yaşama bölgesi, evrensel bir geçerlilik alanı kalıyor mu?”
Yarın muğlak bir zamanı işaret eder. Şahin’in kastettiği yarın için aradan ne kadar süre geçmesi gerekir bilemiyoruz. Ama şunu söyleyebiliriz. Nâzım Hikmet bir okuldur. Bir şiir okuludur. Okumasını bilenler için elbette. O nedenle diyebiliriz ki şair doğumundan yüz yirmi yıl sonra, ölümündense altmış, yani yarım yüzyıldan fazla süre geçtikten sonra bile şiirleriyle yaşamayı sürdürüyor. Onu yaşayan bir şair yapansa şiirleridir. Mahmut Temizyürek’in dile getirdiği gibi modern Türkçe şiirde gerçekleştirdiği “ihtilaldir”. Temizyürek şöyle devam ediyor: “Nâzım Hikmet, Türkçede bir ihtilal. Bunun sonucu Türkçede kurulmuş bir cumhuriyettir. Bizim seçimlerimizin ötesinde, Türk şiirinde tarihsel dilsel ve toplumsal bir gerçekliktir.” Mehmet H. Doğan’a göre de “Nâzım Hikmet, yirminci yüzyıl dünya şiirinin, adı Mayakovski, Aragon, Eluard, Neruda, Lorca, Alberti gibi, faşist ya da gerici yönetimlerin, işgalcilerin baskısına uğramış, yaşamlarının büyük bir bölümünü hapislerde, sürgünlerde geçirmiş şairlerle birlikte anılacak en önemli adlarından biridir.” Çünkü Nâzım’ın şiirleri akar. Onun şiirleri, zamanın bir yerinde donup kalacak türden bir şiir değildir. O nedenle de heykele ya da puta dönüştürülebilecek bir şair değildir. Şair bu yöndeki çabaları, henüz yaşarken boşa düşürmüştür. Ali Fuat Cebesoy’un, yani dayısının, şu satırlarında vurgulandığı gibi: “Atatürk ve İnönü gibi Türk büyükleri onu tanımış ve onu günün politikasına uydurmak istemişlerse de o hiçbir vakit imanından vazgeçmemiş..”tir.
Şahin’in yazısının üstünden otuz bir yıl geçmiş. Geçen sürede, sürgün olarak sığındığı Sovyetler Birliği yok olmuştur, ama şair Nâzım Hikmet var. Bu arada şairin yüz yirmi birinci yaşı da kutlandı. Ölümünün altmışıncı yılı vesilesiyle yazılan bunun gibi başka anma, saygı sunma yazıları da olacaktır. Kutlamalar, anmalar ölü bir şiir için değildir. O komünist bir şair olarak elbette komünizmin de şiirini yazmıştır. “Şeyh Bedreddin Destanı”nda yer alan şu dizeler örneğin:
Hep bir ağızdan türkü söyleyip
hep beraber sulardan çekmek ağı,
demiri oya gibi işleyip hep beraber,
hep beraber sürebilmek toprağı,
ballı incirleri hep beraber yiyebilmek,
yârin yanağından gayrı her şeyde
her yerde
hep beraber!
diyebilmek
için
on binler verdi sekiz binini..
Onu, Sovyetler Birliği propagandistine indirgeyen yaklaşımların etkisinde şairliği ve şiirlerini önemsizleştirmeye yönelik girişimler karşılık bulmamıştır. Aradan geçen zamanın kanıtladığı gibi Sovyetler Birliği yıkıldı Nâzım Hikmet’in şiirleri de ömrünü tamamlar düşüncesi gelip geçmiştir.
ŞİİRDE İHTİLAL
Modern Türkçe şiirde ihtilal yapan bir şairdir Nâzım Hikmet. Şiiri de devrimci, dolayısıyla devinen, güncelin gerisinde kalmayan bir şiirdir. Çünkü Nâzım Hikmet dünyayı tüm halklarıyla, sorunlarıyla birlikte sorun edinmiştir. Sorunlara evrensel ve tarihsel bakış açısıyla yaklaşmıştır. Hedefine diyalektik gerçekçiliği uygulamayı almıştır. Örneğin “Memleketimden İnsan Manzaraları”, yalnızca Hitler faşizminin yol açtığı İkinci Dünya Savaşı ortamındaki Türkiye ve toplumuna çekmez dikkatleri. Şiirsel anlatısının, destanının konularını evrensel tarihsel ve sınıfsal boyutlarıyla sorunsallaştırır. Öyle bir şiir, öyle bir destandır ki Enis Batur’un dediği gibi “her seferinde başka bir gizini sunar” okura.
Nâzım Hikmet şiirlerinin çoğunu ya hayattan, toplumdan tecrit edildiği ve tutsak olarak hapiste tutulduğu koşullarda ya da sürgünde yazmıştır. O koşullarda yazılmış şiirlerin hâlâ okunabilmesi, ancak şairin yeni bir şiir kurmuş olmasıyla açıklanabilir. Ayrıca eklemek gerekir ki şiirleri şiirler devre dışı bırakır. Modern Türkçe şiirde Nâzım Hikmet’in şiiri devre dışı değilse aşılamamış olduğundandır.
Nâzım her kuşaktan okuru olan ve yüzyılı geride bırakan bir şair. Kim bilir daha kaç yüzyılı geride bırakır. Kaç kuşak daha onun yapıtlarında şiirin sofrasına oturur. Bunda, onun şiirlerinde ateşi kolay sönmeyecek bir dil şenliğinin varlığı da önemli etkendir.
Yazıda yer alan alıntıların kaynağının Hece dergisinin 2007’de yayımlanan “Nâzım Hikmet Özel Sayısı” olduğunu belirterek bitirelim.
Şairi, modern Türkçe şiirin devrimci öncüsünü saygıyla selamlıyoruz…
Enver Topaloğlu: Türk dili ve edebiyatı öğrenimi gördü. Birçok sanat edebiyat dergisinde şiirleri yayımlandı. Altı şiir kitabı bulunuyor. Cumhuriyet gazetesinde 1993 – 2015 yılları arasında düzeltmen olarak çalıştı. Emekli oldu. Gazete Duvar’de yazarlığa başladı. Beş yıl süreyle cumartesi günleri modern Türkçe şiiri odak alan yazılar yazdı. 10 Eyül 2022 tarihinde Artı Gerçek’te başladığı köşe yazarlığını sürdürüyor. Topaloğlu 2017’den bu yana İzmir’de yaşıyor.