Aris Nalcı
Neden daha çok çalmadılar?
14 Mayıs seçimlerinin ilk turu tamamlandı. Meclis seçimleri tamamlandı, cumhurbaşkanlığı için ise 28 Mayıs'taki ikinci turu bekliyoruz.
Eleştirilerimiz için seçimi bekledik. İmdi milletvekilliği seçimleri neredeyse kesinleştiğine göre en azından meclisi ve partileri konuşabiliriz. Cumhurbaşkanlığı seçimleri konusundaki eleştirilerimizi 28 Mayıs'ta Kılıçdaroğlu'na oyu bastıktan sonra yaparız.
İlk verilere göre Türkiye ikinci yüzyılına tarihinin en sağcı meclisi ile girecek. Sosyalist enternasyonale üye olan partilerin içerisindeki ırkçı ve milliyetçileri de katarsak Türkiye'de farklılıkları ile bir arada durmak isteyen toplumların işi bir hayli zor. Bir yanda kendisine tebaa olarak bakan AKP diğer yanda mevzu Türklük olunca anında çark eden CHP, öte yanda ise 'bizleri' kontenjana hapseden bir muhalefet.
Hiç vekil olmamasındansa 60 küsür milletvekilinin en azından biraz da olsa insan hakları ve Türkiye'deki farklılıkları savunan taraftan olması da bir kazanımdır. Tabii yok mudur iktidarda veya milliyetçi partilerde 'halkların kardeşliğini' savunanlar.
Vardır tabi. Mutlaka “Ermeniler de bizim vatandaşımız” diyen MHP'li, Zafer, Vatan partili, hatta Hüda Par'lı bile bulabilirsiniz belki.
Onlar 'cizye'sini (haracını) düzgün veren ve gerektiğinde yok pahasına canını feda edebilecek, kendini Taksim meydanında yakabilecek Ermeniler içindir.
Her iktidarın kendi Ermenisine, Rumuna, Yahudisine, Süryanisine, Kürdüne, Lazına, Çerkesine, Ezidisine ihtiyacı vardır.
İşte seçimlerin ilk raundunda olan da buydu bence.
Süleyman Soylu'nun seçimlerden önce kendisine yakın bir gazeteciye verdiği rakamların küsuratı ile çıkması, YSK'nın data giriş ucunun bir tarafının İçişleri bakanlığına bağlanması, CHP'nin kaç seçimdir bir türlü çalışmayan sistemi, bağımsız olduğunu söyleyen Tuncay Özkan'ın Anka ajansı ve yayını manipülasyondan yana kaydırabilen tv kanalları aslında yukarıda bahsettiğim her iktidarın kendi 'Ermenisi' gibi bu iktidarın da kendi 'muhalefetini' yarattığını gösteriyor.
Yani içimizdeki 'muhalif'lerin birçoğunun iktidar yanlısı olması kuvvetle muhtemel. Bu kayıtsız şartsız her parti ve her millet için geçerli.
ÖNCE KENDİ HRİSTİYANLARI YARATTILAR, SONRA KENDİ ‘MUHALEFET’LERİNİ
Yüksek sesle düşünüyorum. Anadolu topraklarına kurulmuş ekonomisinin büyük bir bölümü fetihle aldığı Constantinopol'den kalan coğrafi avantaj üzerine kurulu olan Osmanlı'dan miras Türkiye, 100 yıldır bu topraklarda kendisinden önce burada yaşayanlara saygılı davrandığını göstermeye çalışıyor.
Fetihten sonra bu topraklarda birkaç dil konuşabilen ve ekonomiyi ayakta tutabilecek vatandaşların büyük bir kesimi tabii ki Müslüman değildi. O zaman Bizans’tan kalan insanlara ne oldu dersiniz? Hepsi de kaçıp gitmedi ya. Kimse kolay kolay topraklarını terk etmez. İstanbul'un fetih sonrasındaki nüfus kayıtlarında bölgedeki Hristiyanların nasıl din değiştirdiği birçok makalede konu ediliyor. Arayıp bulabilirsiniz. Zaten kimsenin de gitmesini istememiştir Osmanlı. Kalıp kendisine itaat etmesi daha karlıdır. Zira öyle de olmuştur. Bir imparatorluk geleneğidir. Toprak kadar insanı da feth et. Katlet ve devşir.
Türkiye de 100 yıldır katliamlarla başladığı bu devşirme politikasını demokratik bir zemine oturtmaya çalışıyor.
Cumhuriyetin ilk yıllarında katliam yapabildiği için yaptı, sonrasında ise 'kendine demokratik' kılıflar ile bunu devam ettirdi.
Ama halkın diline dolandığı ve siyasi propaganda malzemesi olarak kullanıldığı gibi iktidar, Hristiyanları, Yahudileri tamamen yok etmek istemedi hiçbir zaman. Onlara her zaman ihtiyacı vardı. Gerekli sayıda, gerektiği kadar ve kontrolü dahilinde.
Buna niye ihtiyacı var?
Çünkü dünyaya ve kendi vatandaşlarına en azından geçmişe saygılı, olduğunu göstermek zorunda.
Yani sokakta sürekli 'Ermeni' diye küfür eden vatandaş da biliyor ki eğer bir gün gelir de ellerinden “Bu ülkede Ermenilerle beraber yaşıyoruz” söylemi alınırsa, yani mesela bu cümleyi edebilmenizi sağlayacak sayıda Ermeni kalmaz ise, kendisine de de adil olmayan bir düzende yaşamak istemeyecektir.
Şöyle bir önermede bulunarak pekiştirilmeli bu fikir. Son dönemde İslami milliyetçi çizgide sertleşen Türkiye siyaseti söyleminden gönüllü olarak kaçan ilk Türkiye cumhuriyeti vatandaşları, İslami ve milliyetçi kesimlerdir. Emin olun yüzdeye vurduğunuzda 'azınlık'ların sayısı onlar kadar yüksek değildir.
Çünkü bizler zaten ezilerek yaşıyoruz o ülkede, 'onlar' ise ezilmek için kurdukları sistemde kendileri eziliyorlar.
Kendilerine asgari düzeyde 'adil' diyebilmek için bizlere ihtiyaçları var.
Yine aynı mantıkta kendilerine asgari düzeyde demokratik diyebilmek ve iktidarlarının seçime bağlı siyasi tabanına öyle 'hayali bir ülkede' yaşadığına ikna etmek için muhalefete ihtiyaçları var.
Kontrollü, iktidardan beslenen ve gerektiğinde tezkerelere onay kaşesini tartışmasız basacak bir muhalefete.
Yazılımcıların spesifik olarak 2.79 günde yazabileceklerini söyledikleri ama ana muhalefetin bir türlü milyonlar dökerek kuramadığı seçim sistemlerinin altındaki sebep budur.
İnanın bugün “Suriyelileri göndereceğiz” diyenlerin görev verdiği siyaset ekolü, aslında o Suriyelilerin kalmasını ve onlar sayesinde ucuz işçiye erişimi artırmak istemektedir. Ancak bunu resmi kanallardan yapamadıkları için seçtikleri yöntem, seçmenine karşı farklı konuşup, göçmen karşıtı söylemden korkan Suriyeliyi de kullanmaktır.
İşte bu yüzden çaldılar ama 'daha çok' çalmadılar. Çalamadılar. Bir anlamda kendilerini demokratik göstermek gerekiyordu. “Yüzde 49 buçuk'u bulan yüzde 0.5'i de çalardı” dedirtmek daha çok işlerine geldi. Ama nihayetinde iktidar şunu biliyor, bugün Türkiye'de kendisine karşı olanların sayısı yüzde elliden fazla. Kendileri de biliyor bu seçimi kaybettiler. Bundan sonrakini de kaybedecekler.
Ama bizlere ihtiyaçları var.
AKP'nin de bu ülkede rakısını rahat içebilen insanlara ihtiyacı var. Ki demokratik bir düzlemde kendi meşruiyetini kurduğunu gösterebilsin. Uluslararası güçlere değil, kendi vatandaşlarına.
Her zaman karşı tarafa biraz umut vermek zorunda. Yoksa İstanbul'u kaybettiği gibi, Türkiye'yi de kaybedecekti.
İşte bu yüzden ikinci tura kalmasını istediler. Planladılar ve bizleri medya ile yanılttılar. Ama biz biliyoruz. Kazanamadılar. Kaybettiler.
'MUHALİF MEDYA'
Bu seçimleri yurtdışından takip ettiğim için tabii ki en büyük kaynağım televizyonlar olacaktı. Seçim öncesi güvendiğim bir dostuma ‘nereden takip edeyim?’ diye sorduğumda, Halk TV ve Fox cevabını almıştım. Seçim gecesi 1985'ten beri Türkiye ile alakası olmayan, vatandaş bile olmayan eşimle birlikte sabaha kadar ekran başındaydık. Ama bu iki ekran da tabiri caizse 'patladı'. İkisini de takip etmek de anlamak da o kadar zordu ki kapattık, twittera baktık. Orada da güvendiğimiz, dost bildiğimiz insanlardan öğrendik sonuçları.
Bu seçimler bir kez daha gösterdi ki Türkiye'nin 'muhalif medya' organlarına ihtiyacı var. Doktoralı gazeteciler 'muhalif medya' olmadığını söylüyorlar ama ben aynı kanıda değilim. Muhalif medya, her zaman iktidara karşı tavır alan medyadır bence. Bu tabiri doğru bulmuyorum özgür medya da diyebiliriz. Ama bu özgürlük kelimesi bizleri patronajın eline düşürdüğünden ve her paralı patronun bir özgür medya kurmasından dolayı biraz sorunlu olabiliyor.
'Özgür basın' da var biliyorsunuz. Bizleri bazen öyle de etiketledikleri oldu.
Tabii ki demokratik bir düzende muhalif medya dediğiniz bu rejimi tehdit eden medya organları da olabilir. Ancak bizdeki durum öyle değil son 20 senedir.
Belli ki cumhurbaşkanlığı seçim sonuçları ne olursa olsun, daha milliyetçi, daha ırkçı bir parlamentoya girdiğimiz andan itibaren çok daha güçlü bir muhalif medyaya ihtiyacımız olacak. Partizan gazetecilik değil de eleştirel gazetecilik ihtiyacı çok büyük bir oranda artacak.
Cumhurbaşkanı kim olursa olsun, meclis şekillendi bir kere. Bu mecliste seçilen Ermeni ve Süryani vekillerin işleri bir önceki meclisten daha da zor olacaktır. Onları konuşturmamak için çok daha milliyetçi vekiller, yanımızda duran ittifak üyesi partilerin içerisinden çok daha ırkçı 'dost'lar çıkabilir. Çıkacaktır.
Kimle yürüdüğümüzü bilerek önümüzdeki meclise çok daha sıkı hazırlanmak, kendimizi sakınmak, sakındırmak ve korumak zorundayız.
Aris Nalcı: 1998'de Agos'ta, Hrant Dink ve arkadaşlarıyla çalışmaya başladı. Haber müdürlüğü, editörlük ve yazı işleri müdürlüğü yaptı. İMC televizyonunda programlar sundu ve bir süre haber müdürlüğü görevini üstlendi. Aynı dönemde Türkiye'de azınlıklarla ilgili ilk program olan Gamurç - Köprü'nün editörlüğünü ve sunuculuğunu yaptı. Programa halen ARTI TV'de devam ediyor. Birçok sivil toplum örgütünde azınlık hakları ile ilgili çalışmalar yaptı, sergi ve raporlar hazırladı. 1965 kitabının editörlerinden biridir, Evrensel ve Kor yayınlarından çıkan Paramazlar adlı kitabın ise çevirmenidir.