Neo-Milli Güvenlik Kurulu…

Geçmişe ve bugüne birlikte baktığınızda AKP’ye muhalif olmanın sorunu çözmeye yetmeyeceğini görürsünüz. Bu “düzene” muhalif olmak, bu düzeni değiştirmek gerekiyor. Geçmiş, bize gelecekte ne yapmamız gerektiğini açıkça söylüyor.

O zaman başbakanlığa bağlı olan Avrupa Birliği Genel Sekreterliği’nin çıkardığı “Uyum Yasa Paketleri” başlıklı kitabın önsözünde dönemin Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül şöyle yazar:

“AB üyeliğini temel stratejik hedef olarak belirleyen Türkiye, AB ile katılım müzakerelerinin başlaması için ön şart niteliğinde olan Kopenhag Siyasi Kriterleri’ni yerine getirmek amacıyla yoğun bir reform sürecine girmiş, kapsamlı anayasal ve yasal değişiklikler gerçekleştirmiştir. Siyasi kriterlere uyum için gerekli düzenlemeler, süratli bir şekilde ‘uyum yasa paketleri’ marifetiyle gerçekleştirilmiştir.

Bu çerçevede, Şubat 2002-Temmuz 2004 döneminde çıkarılan sekiz uyum paketiyle 53 yasanın 218 maddesinde değişiklik yapılmıştır. Söz konusu yasa paketleriyle birçok alanda temel hak ve özgürlüklerin kapsamı genişletilmiş, demokrasi, hukukun üstünlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü ve insan hakları gibi alanlarda mevcut düzenlemeleri güçlendiren ve güvence altına alan reformlar yapılmıştır.”

2002-2003 yıllarında yedi uyum paketi TBMM’den geçti.

20 yıl önceki medyanın genel konularından biri de bu nedenle AB uyum reformları ve AB üyeliğiydi.

xxx

7. Uyum Paketi kapsamında Milli Güvenlik Kurulu ve Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği Yasası da değiştirildi.

Milli Güvenlik Kurulu ve MGK Sekreterliği 12 Eylül askeri darbesinin ardından oluşturulmuştu.

1983 -2003 yılları arasında 20 yıl boyunca bu kurumun Türkiye’nin kaderinde nasıl bir rol oynadığını Türkiye İnsan Hakları Vakfı yıllığı anlatıyor.

Bu raporu okuduğunuzda Türkiye’nin nasıl yönetildiğini de çok açık biçimde anlıyorsunuz… Tabii bunu okurken, bu düzeni basında kimlerin savunduğunu, gerçekleri nasıl çarpıttığını da hatırlamak gerekiyor…

AKP’nin ilk dönemlerine muhalefet edenlerin büyük çoğunluğu bu düzenin savunuculuğunu yapıyorlardı…

xxx

İşte bize gerçekleri anlatan rapor:

“MGK Yasası, 12 Eylül darbesinin ardından göreve başlayan Bülent Ulusu Hükümeti’nin görevinin sona ermesinden bir ay kadar önce 9 Kasım 1983 tarihinde yürürlüğe sokulmuştur.

‘Koruma’, ‘tedbir alma’, ‘tehdidi ortadan kaldırma’ gibi görev alanları belirleyen bu yasanın uygulama yetkisi MGK Genel Sekreterliği koordinatörlüğünde çalışan Genel Sekretere bağlı, onun emir ve direktifleriyle hareket eden ‘Toplumsal İlişkiler Başkanlığı’na verilmiştir.”

xxx

“Bu başkanlık;

-Devletin varlığı ve bağımsızlığı, ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliği, toplumun huzur ve güvenliği, Anayasal rejimin korunmasında,

-Türk toplumunu, Atatürkçü düşünce, Atatürk ilke ve inkılaplarını milli ülkü ve değerler etrafında birleştirerek, milli birlik ve bütünlüğü sağlayıcı her türlü psikolojik tedbirin alınmasında,

-Anayasa düzenine, milli birlik ve bütünlüğe, Türk milletini Atatürkçü düşünce, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda ve milli ülkü ve değerler etrafında birleştirilerek, milli hedeflere yönlendirmeye karşı yurt içi ve yurt dışında oluşan tehdidin etkisiz kılınmasında,

-MGK kararları ile bunlara ilişkin Bakanlar Kurulu kararlarına istinaden gerekli olan psikolojik harekât hizmet ve faaliyetlerini planlar, ilgili bakanlık, kamu ve özel kurum ve kuruluşlarda bu konudaki uygulamaları koordine, takip ve kontrol eder, görevli birimleri planlar.”

xxx

“12 Eylül askeri darbesinden sonra 20 Eylül 1980 tarihinde kurulan Ulusu Hükümetinde Başbakan yardımcılığı yaptıktan sonra 13 Aralık 1983 tarihinde Başbakanlık koltuğuna oturan Turgut Özal Hükümeti’nin ilk icraatlarından biri 10 Şubat 1984 tarihinde MGK Genel Sekreterliği Gizli Yönetmeliğini kabul etmek olmuştur.

Böylece, bir genel seçim öncesinde hazırlanıp yürürlüğe sokulan ‘MGK ve MGK Genel Sekreterliği Yasası’nın, gerçekte, olağanüstü bir rejimin, askeri yönetimin devam etmesini güvence altına alan bir hukuksal düzenlemeden ibaret olduğu hükümet tarafından de onaylanmıştır.

Bu, Turgut Özal’ın milli güvenlik devleti uygulaması konusunda askeri cunta ile uzlaşması ve Türkiye’deki gerçek hükümetin MGK olduğunun kabul edilmesi demektir. Yirmi yıldan fazla bir sürede uygulanan bu kanun, siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel yaşamımıza, devlet güçlerinin doğrudan ve sınırsız yetkiler kullanarak müdahale etmesi için olağanüstü yetkiler tanımıştır.”

xxx

“Bu dönemde, hükümetler yürütme işlevini yapamamış sivil bir irade ortaya koyamamıştır. Türkiye toplumunun demokratikleşmesinin önü kesilmiştir.

Askerlerin siyasal yaşam üzerindeki denetimi sürekli ve kesin olmuştur.

Bu kanunla, MGK’ya, MGK Genel Sekreterliği’ne, güvenlik güçlerine ve asker-sivil bürokrasiye çok geniş yetkiler/görevler verilmiştir.

Devlet içinde oluşturulan özel bir yürütme ağı sivil hükümetleri saf dışı bırakmış siyasal yaşamın sivilleşmesi engellemiştir.

Bu nedenle iktidara gelen partiler, dünya görüşleri ve programları ne olursa olsun, hükümet olduktan sonra MGK’nın ve Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin denetimi ve yönlendirmesi altında görev yapmışlardır.

Son yirmi yılda siyasi muhaliflere karşı, bir kısmı ‘bin operasyon’ programı içinde uygulanan faili meçhul cinayetler, yargısız infazlar, kaybetmeler, işkenceler, gözaltında ölümler ile köy yakma/boşaltmalar, milyonlarca insanın zorla göç ettirilmeleri işte böyle, hukuk dışı gizli tutulmuş yetkilendirmeler ortamında gerçekleşmiştir.”

xxx

“Güvenlik görevlilerine duraksamadan ateş etme yetkisi bu anlayış çerçevesinde verilmiştir. Yargı, suç işleyen güvenlik görevlilerini bu ortamda soruşturmamış, yargılamamış, aksine koruyarak dokunulmazlığı kural haline getirmiştir.

Suçlular ‘şerefli kahramanlar’ olarak nitelenmiş, görevlerinde terfi ettirilerek ödüllendirilmiş, hatta siyasi lider yapılmıştır.

‘Bin gizli operasyon’ yaptığını söyleyen emniyet genel müdürü önce Adalet sonra İçişleri Bakanı yapılmıştır.

Muhalif siyasi partiler, sendikalar, dernek ve vakıflar, demokratik kitle örgütleri, insan hakları örgütleri kapatılmış, bombalanmış, etkinliklerine izin verilmemiş, yöneticileri öldürülmüş, kaçırılmış, cezaevlerine kapatılmış, kamu haklarından ve siyasi haklardan ömür boyu yasaklanmıştır.”

xxx

“Bu dönemde Kürtlerin yoğun ve homojen olarak yaşadığı güneydoğu bölgesinde sıkıyönetim uygulamasından OHAL rejimine geçilmiştir.

Düşünce, örgütlenme, toplantı ve gösteri özgürlükleri Türkiye çapında Terörle Mücadele Yasası, Türk Ceza Yasası, Basın Yasası, YÖK ve RTÜK yasaları sayesinde kısıtlanmış ve baskı altına alınmıştır.

DGM’ler ve askeri mahkemelerde olağanüstü yargı yetkisi kullanmıştır.

Köy korucuları, itirafçılar, Hizbullah, eski tetikçi ülkücüler, JİTEM’in bu psikolojik harekât operasyonlarında, siyasi cinayetlerde uyuşturucu ve silah kaçakçılığında adı çok sık geçmiştir. Susurluk’taki trafik kazasında açığa çıkan ‘devlet-politikacı-çete’ ilişkileri bu dönemin örgütlenmesidir.

Devletin özel olarak satın aldığı suikast silahları bu dönemde tetikçilerin eline verilmiştir. ‘Derin Devlet’ kavramı bu yasadışı örgütlenmeleri anlatmak için kullanılmıştır.

Bu dönemde derin devletin faaliyetleri denetlenemez ve suçlular hakkında soruşturma yapılamaz hale gelinmiştir. Türkiye’de demokratikleşme yolunda atılan önemli her adımda statükoyu sürdürmek için yeni kısıtlar da getirilmiştir.”

xxx

“7 Ağustos günü yürürlüğe giren 4963 sayılı yasa ile Milli Güvenlik Kurulu’nun yetkileri daraltılmıştır.

Ancak bu defa da MGK’dan alınan ‘psikolojik harekât’ yetkisi İçişleri Bakanlığı’na verilmiştir.

Böylece İçişleri Bakanlığı bünyesinde kurulan Toplumla İlişkiler Başkanlığı aracılığıyla 81 ilde büro oluşturulmuş ve ‘toplumsal harekât büroları’ ülke çapına yayılmıştır. Kısaca söylemek gerekirse, her ne kadar yasal birtakım düzenlemelerle MGK’nin yapısı değiştirilse de bürokraside ve aslında tüm devlet örgütlenmesinde, MGK ile vücut bulan zihniyetin değişmemesi hala Türkiye’nin en büyük handikabı olarak varlığını sürdürmektedir.”

xxx

2023 yılındayız…

40 yıl önce askeri cunta tarafından çıkarılan…

Kapsamı ancak 20 yıl önce daraltılan Milli Güvenlik Kurulu ve Genel Sekreterliği zihniyeti bugün değişti mi?

Yoksa aynı zihniyet, aynı yönetim modeli değişik aktörlerle sürdürüyor mu?

Bu sorunun ciddiyetle sorulup cevaplanması Cumhuriyetin demokratikleştirilmemesinin nelere mal olduğunu da somutlaştıracak…

Demokrasi yok ise ya askeri ya da sivil vesayet var…

xxx

Geçmişe ve bugüne birlikte baktığınızda AKP’ye muhalif olmanın sorunu çözmeye yetmeyeceğini görürsünüz.

Bu “düzene” muhalif olmak, bu düzeni değiştirmek gerekiyor.

Bu düzen temelinden değişmez, bu ülkeye gerçek demokrasi gelmezse, AKP’nin ilk yıllarında olduğu gibi biraz özgürlük havası alır sonra tekrar eskiye döneriz.

Geçmiş, bize gelecekte ne yapmamız gerektiğini açıkça söylüyor.

Yeter ki o geçmişe ciddiyetle bakalım…


Mehmet Altan: İlk imzası 15 yaşında yayınlandı.20 yıl Sabah,6 yılda Star gazetelerinde baş yazarlık ve yazarlık, televizyon programcılığı ve yorumculuk yaptı. 30 yıl boyunca İstanbul Üniversitesi'nde hocalık yaptı.1993 yılından beri profesör. Yayınlanmış 40 civarında kitabı var.15 Temmuz sonrası Anayasa'nın 19.,26. ve 28. maddeleri yok sayılarak tutuklandı.21 ay cezaevinde kaldı. AYM,AİHM ve Yargıtay kararları ile hak ihlaline uğradığı saptandı. 29 Ekim 2016 tarihinden beri KHK'lı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Altan Arşivi