Ali Duran Topuz

Ali Duran Topuz

Ölürüm Türkiyem, Kürtçeyi de silerim!

Govende ve Kürtçe trafik yazılarına saldırı sürerken, üç Kürt kadının çıplak aranması pek görülmedi. İlk ikisi 'denasyonalizasyon', üçüncü ise 'dehümanizasyon' demek. Bahçeli’nin kapatmak istediği AYM’nin üstüne fiilen beton döküyor İçişleri Bakanlığı.

Govend nasıl suç olur? Şarkı dinlemek nasıl suç olur? Nüfuslarının hemen tamamını Kürtlerin oluşturduğu şehirlerdeki Kürtçe trafik uyarı yazıları niye silinir? Peki “Bijî serok Apo” demek nasıl bir suç? Bu soruların cevabını arayacağım bu yazılarda.

Vakaları hatırlatarak adım adım gidelim.İlk önce bir “halay” düşmanlığı furyası başladı, işte sahilde eğlenen gençler govend tutmuşlar, oynarken de “Biji Serok Apo” sloganı atmışlar, hem de içinde “gerilla” kelimesi geçen bir şarkının eşliğinde, şarkı da Kürtçe tabii. Bu gençlere adliye getirilip götürülürken otobüste “Ölürüm Türkiyem” şarkısı dinletilmiş. Peşinden düğünlere baskınlar başladı, yolda arabasında şarkı dinleyenler gözaltına alındı, dahası bir asker uğurlama eğlencesindeki gençler de alındı aynı gerekçelerle: Terör örgütü propagandası yapmak.

BAKANIN İNANCI VARKEN KİM ÖNEMSER HUKUKU?

Otobüste şarkı dinletilme meselesi, Kürt olmayan bazı kişilerin de tepkisini çekti, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya ise eleştirenleri “bildiğiniz gibi değil” minvalinde azarlayarak her şeyin normal olduğunu söyledi, şöyle dedi: “Ben dinlediğim zaman son derece duygulanıyorum. Yüreğim kıpır kıpır oluyor. (…) Yani bunun kesinlikle ve kesinlikle savcının talimatıyla gözaltına alınan insanları üzmek, kırmak için yapıldığına inanmıyorum.”

Tabii ki hukuktan kime ne, önemli olan bakanın “inancı”dır ve bakanın içini kıpır kıpır ettiren şarkının Kürtlere dinletilmesinden daha doğal bir şey yoktur. Bakan “halay” meselesine de vâkıftı elbette:

"Keşke sadece halay çekip, AK Parti hükümetlerimizin getirdiği serbestlik ortamında Kürtçe şarkı söylüyor olsalardı ama duyduklarımız, kayıt altına giren ve adliyeye intikal eden meseleler hiç de öyle değil. Kimi övdüğümüz, kimi sevdiğimiz, kimin için orada dil ve tutumumuz ortaya çıkıyorsa ve bunun konusu suçsa Türkiye Cumhuriyeti hukuk devleti diyoruz biz. Savcı da 'Alın, getirin bunları' diyor."

“KİMİ SEVDİĞİNE DİKKAT ETMEME” SUÇU MU VAR?

“Türkiye Cumhuriyeti hukuk devleti” diyor Yerlikaya, normal her şey yani, sahildekiler, düğündekiler, araçlarındakiler, asker uğurlaması yapanlar filan hepsi “kimi övdüğü, kimi sevdiği”ne göre alınmıştı. Daha açık ifadeyle, “Biji serok Apo” sloganı atarak, içinde “gerilla” geçen şarkılar dinleyerek suç işlemişlerdi.

Hürriyet yazarı Abdülkadir Selvi, bu “tutuklama” girişimlerinin iktidar partisine zarar verme ihtimalini dile getirdiği, yani yapılanlara taraftar olmadığını belirttiği yazısında, “Tabii bunlar hep suç” notunu düşmekten kendini alamamıştı. Ne suçu peki? “Kimi sevdiği” suç olabilir mi insanın hiç? Kimi övdüğü ya da? Kimi sevdiği suç olamaz elbette, kimi övdüğüne ilişkin bir suç var: Terör örgütünün propagandasını yapma suçu. Bir de “suçu ve suçluyu övme” suçu var. Bu iki suç tipi 2010’lu yıllara giderken ve 2010’lu yılların ilk yarısında çok kişinin yargılanmasına yol açtı.

ANAYASA MAHKEMESİ KİM Kİ?

Sonuç: Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi, “Bijî serok Apo” sloganının suç olmadığına ilişkin içtihatlar oluşturdu. “Terör örgütü propgandası” suçu ise sadece şu şartlarda mümkün oluyordu:

Suç hareketi/sözü, örgütün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek, övecek ya da teşvik edecek şekilde olursa

Yer, zaman ve koşullar suç hareketini/sözünü yaygın hale getirmeye elverişli olacak.

Hareket/söz hitap ettiği kitleyi hareket ettirme niteliğine sahip olacak.

Fiil (suç oluşturan hareket veya söz) “açık ve yakın tehlike” oluşturacak.

Hukuk böyle diyor, hem kanunda yazılı haliyle böyle diyor hem de uygulamanın en üst iki merciinin kararlarında böyle diyor. Fakat Türkiye’de hukuk “hukuk mercii”lerinin değil, başka güç sahiplerinin sanatı, AYM kapatılsın diyen Bahçeli gibi, kimi sevdiğinize dikkat edin diyen Yerlikaya gibi. Bahçeli’nin kapatmak istediği AYM’nin üstüne fiilen beton döküyor İşiçleri Bakanlığı.

TSK’YE Mİ KATILIYORDU PKK’YE Mİ?

Sahilde slogan atarak halay çeken gençler hangi “cebir, şiddet veya tehdit” yöntemini övmüş, meşru göstermiş? Neyi yaygınlaştırmış, hangi kitleyi harekete geçirme ihtimali doğurmuş, hangi açık ve yakın tehlikeye yol açmış? Ya da düğündeki kişiler? Dahası, belki de en tuhafı, “askerlik uğurlaması”ndaki gözaltılardı: Askere giden arkadaşlarını uğurlamak için Kürtçe şarkılar eşliğinde halay çekip slogan atan gençler hangi terör örgütünün hangi “cebir, şiddet veya tehdit” yöntemini övmüş ya da meşru göstermiş olabilir? O TSK’ye katılıyordu, PKK’ye değil.

Hukuka göre olamaz, fakat meselenin hukuk değil başka bir şey olduğunu bakan zaten söylüyor: Kimi sevdiğinize de dikkat edeceksiniz. Tabii hangi şarkıyı sevmediğinize de! 12 Eylül’ün faşist generalleri de “Türkiyem Türkiyem cennetim” şarkısını dinlerken kıpır kıpır oluyordu, sol-sosyalist tutuklulara, hükümlülere dinletirken kimsenin incindiğini düşünmüyorlardı. Fakat onların zorladığı şarkıda ölüm yoktu, cennet vardı, 44 yılda Türkiye’nin ne kadar ileri gittiğini gösteriyor bu da: Ölmeden cennete gidilemez ki!

KÜRT YAYALARA ÖNCELİK Mİ OLURMUŞ?

Govend, şarkı derken eşzamanlı olarak bir mesele daha çıktı ortaya: Trafik uyarı yazılarına saldırı.

Önce Van’da biri, belediyenin yola yazdığı Kürtçe yazının üstüne “Türkiye Türk’tür Türk kalacak” diye yazdı. Sonra Diyarbakır’da valilik bu yazıları sildirme emri verdi. Sonra ortaya çıktı ki İçişleri Bakanlığı bu emri vermiş. Henüz bir açıklaması gelmedi ama anlaşılan “Ölürüm Türkiyem” şarkısını dinlerken/dinletirken içi kıpır kıpır olan Ali Yerlikaya’nın Kürtçe trafik uyarılarına içten bir itirazı var.

Ne yazıyor peki belediyeler yollara? “Pêşî Peya”, "Önce Yayalar". Silin bunları emrini veren bakanlık ne demiş oluyor? Kürtlerin çoğunluk olduğu şehirlerde yayaların önceliği yok mudur diyor? Yok, doğrudan uyarının Kürtçe yazılmasına karşı çıkıyor, içi kıpır etmiyor yani. Kürtçe düşmanlığı yapılıyor derseniz, “Olur mu, biz Kürtçe televizyon (TRT Kurdî) yayını yapıyoruz. Kürtçe seçmeli ders veriyoruz. Seçim zamanlarında adaylarımız 'Ser sera ser çava' bile diyor” cevabını alırsınız. Yani? Kürtçe konuşulacaksa, yazılacaksa devlet yazar, Kürtler değil. Kürtler bir şey yapacaksa illa “Ölürüm Türkiyem” şarkısını içleri kıpır kıpır ederek dinlesin.

Bu dil düşmanlığı eski bir hikaye, başlangıç tarihi 1920 Meclis kayıtlarına kadar gider. TBMM Zabıt Ceridesi'nin, 30 XI 1336 (30 Kasım 1920) tarihli 106. toplantısında Muş Mebusu Hacı Ahmet Hamdi Bey konuşurken önce “Kürdistan'a ihalei nazar edilecek olursa” der ve ardından ahalinin Türkçe konuşamadığından şikayet eder. Uydurduğu bir Kürtçe cümleyi söyler, sonra oradaki kelimelerle alay eder. Ardından Kürtlerin mebus olarak gelmemesi gerektiğini dile getirir, “Ermeni gelse elinden işi gelir, Kürt’e ne gerek var” diye bağlar laflarını.

Bu TBMM kaydındaki Kürtçe düşmanlığı, cumhuriyet tarihini boydan boya kat eden Kürt/Kürtçe düşmanlığının ilk belirdiği yerdir. Bugün Bakan Yerlikaya’nın govend gözaltıları/tutuklamaları ve trafik uyarı yazılarını sildirmesi bu düşmanlığın güncellenmesinden ibaret. Hamdi Bey yok edilmiş Ermenileri Meclis’e bekliyor gibi yapıyordu ya Kürtler de dilleriyle beraber yok olduktan sonra “Meclis”e davet edilecektir elbette.

DİLİNİ SİLMEK, BEDENİNİ SOYMAK

Bu iki furyanın arasında bir de göze fazla batmayan, pek üstünde durulmayan bir vahim iş daha vuku buldu: Kürt kadınlara çıplak arama. Bu vaka aslında şarkıların, govendin hedef olduğu ilk furyanın ve Kürtçenin hedef olduğu ikinci furyanın anlamını kavramamızı sağlayan özelliklere sahip.

Önce vakanın özetini bir aktaralım: DEM Parti Batman Milletvekilli Zeynep Oduncu, Batman’da temmuz ayı içinde tutuklanan 54 yaşındaki Emine Kaya, 59 yaşındaki Sare Kaya ve 58 yaşındaki Nezete Bölek isimli Kürt kadınlarla cezaevinde görüştü. Bu üç Kürt kadını ağır biçimde incitilmiş, utandırılmıştı: Anayasa’ya ve insan haklarına aykırı biçimde, çıplak aramaya tabi tutulmuşlardı. “Biz bu halimizden utandık. Soyunurken utandık. Çünkü biz bu yaşımıza kadar böyle bir şey görmemiştik. Ben evde kolumu dirseğime kadar sıyıramazken maalesef bugün soyunmak zorunda kaldık.”

Çıplak arama ağır bir hukuksuzluktur, bir yandan inkâr edilir ama öte yandan kanıksatılmak istenir. İlk iki işlem “denasyonalizasyon”, yani ulus olmaktan/Kürt olmaktan çıkarma işlemiyken, çıplak arama “dehümanizasyon” yani insanlıktan çıkarma işlemidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ali Duran Topuz Arşivi