Önlem yok rant var

Yukarıdan aşağıya dağıtılan bu rant, parti kimliği üzerinden değil çıkar üzerinden bir aidiyet üretmekte ve sistem devam ettirilmektedir.

Geçen hafta Kartal’da çöken binanın ardından hayatını kaybeden vatandaşlarımızın sayısı ne yazık ki günler geçtikçe arttı. Acı fotoğrafı, enkaz tamamen kalktığında tüm boyutları ile daha net göreceğiz.

Bu bize, bundan önce ders almamız gereken pek çok doğal afetten hiçbir ders çıkarmadığımızı göstermesi açısından acıdır.

Oysa 1999’da Gölcük ve Düzce’de yaşanan iki deprem, bize doğal afet gerçeğini en açık biçimde göstermiştir. Dahası, benzer bir depremin İstanbul ve çevresinde "gelecekte" olabileceği gerçeğidir.

Bu depremlerin üzerinden neredeyse 20 yıl geçti. Geçen zaman içinde bırakın dersler çıkarmayı, deprem olabileceği gerçeğini neredeyse unutmuş gibiyiz. Türkiye’nin belli yerlerinde olan orta şiddet depremler sonrası TV ekranlarına konuk edilen uzmanlara her seferinde bu olası İstanbul depremi sorulur, onlar da yapılması gerekenleri bıkmadan usanmadan tekrar tekrar anlatırlar.

DERS ALMAK BİZİ BOZAR

Ama tüm bu anlatılanlardan gereken dersin çıkarılmadığı da 20 yıl içinde yaşananlardan görülüyor.

Örnek mi?

Mesela deprem konteynırları.

Şehrin çeşitli yerlerine konulan ve içinde deprem anı ve sonrasında kullanılmak üzere ihtiyaçlar olan büyük turuncu konteynırlar, sanki İstanbul’un deprem riski ortadan kalkmış gibi zaman içinde yok oldular.

Örnek mi?

Mesela toplanma alanları.

Her semtte, büyüklüğe bağlı olarak tespit edilen toplanma alanları, yine zaman içinde imara açıldı. Bazılarının yerinde büyük AVM’ler yükseldi.

Örnek mi?

Mesela kentsel dönüşüm uygulaması.

Deprem sonrasında pek çok kurum birlikte çalışarak yapı stoğu analizi yaptı. Depreme dayanıklı olanlar, güçlendirilmesi gerekenler ve yıkılması gerekenler tespit edildi.

Ama yıkılması gerekenlerin yerine rant üreten kentsel dönüşüm modeli tercih edildi. Bugün kentsel dönüşüm esas olarak planlı bir dönüşümden ziyade, küçük müteahhitler ve mal sahiplerinin karşılıklı anlaşmasına dayanmaktadır. Ve bu karşılıklı anlaşmanın temeli de iki taraf için de "rant"tır. Oysa bu ilişkide devlet/kamunun kaçınılmaz bir regülasyon yani denetim işlevi olmalıydı.

Rant ilişkisi kaçınılmaz olarak, eski binaların yerini depreme dayanıklı binalar kadar daha yüksek ve çok daireli binaları üretmiştir.

Örnek mi?

İmar Barışı.

Kartal’da çöken binanın üç katının kaçak olduğu ortaya çıktı. Ama öğrendik ki, binadakiler süresi birkaç kez uzatılan İmar barışı için başvuru yapmışlar. Bunun gibi kaç binanın imar barışından faydalanmak için başvurduğunu bilmiyoruz. Ama sayının az olmadığını tahmin etmek güç değil. Sonuç olarak İmar Barışı da devletin kaynak ihtiyacından doğmaktadır.

AMAÇ RANT ÜRETMEK OLUNCA…

Yukarıdaki tüm örnekler, inşaat sektörünün bir "rant" üretme aracı olarak görüldüğünü göstermektedir. Bunun için bu sektörde kamu denetimi ne yazık ki ikincildir. Denetimden kasıt, sadece yapının yapılması aşaması değil öncesini de kapsamaktadır. Özellikle imar değişikliklerinin bilimsel gerçekler ve toplumsal ihtiyaçlardan çok, rant üretme amaçlı olması bunun tipik bir örneğidir. O yüzden iktidar çevrelerinde bile şu kabul edilmektedir; "bir ya da birkaç imza ile milyonlarca liralık rant üretilmektedir."

Bu durum salt bu iktidara özgü de değildir. Evet bu iktidarla birlikte üretilen rantta artıştan bahsetmek mümkündür ama temelde anlayış; buradan ve farklı kaynaklardan üretilen rant, toplumu yönetmenin bir aracı olarak görülmekte ve bunun için kullanılmaktadır.

Üretilen rant, devlet/iktidarın sürmesi uğruna, popülizanca kullanılmaktadır. Yukarıdan aşağıya dağıtılan bu rant, parti kimliği üzerinden değil çıkar üzerinden bir aidiyet üretmekte ve sistem devam ettirilmektedir.

Bu sistemin devamında devlet/iktidarın siyasi başarısı kadar biz vatandaşların da sorumluluğu vardır. Devlet/iktidar bu düzenin devamını isterken ona siyaseten alternatif üretemeyen bizler de bu düzenin birer sorumluyuz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Murat Aksoy Arşivi