ayşe düzkan
ortadoğu karışmaz mı!
geçen hafta iki şey dikkatimi çekti. bunlardan birincisi kasım süleymani’nin öldürülmesinin türkiye’de, bizzat türkiye’nin libya’ya asker gönderme tezkeresinin meclis’ten geçmesinden daha fazla ilgi görmüş olması. bu gerçekten şaşırtıcıydı; çünkü tezkere vatandaşı olduğumuz, yaşadığımız ülkeye dair bir durum, somut muhalefet imkânı var.
türkiye, nato ortağı olarak birçok çatışma noktasına asker gönderdi ama libya, kore’den sonra komşusu olmayan ve doğrudan askeri müdahalede bulunduğu ilk ülke olacak, aynı zamanda herhangi bir güvenlik bahanesine de başvurulmayan bir müdahale bu, yayılmacılıktan başka bir anlamı yok. malum, türk silahlı kuvvetleri dünyanın en büyük ordularından biriydi, hâlâ da öyle ama 15 temmuz sonrası gerçekleşen tasfiyeler, değişiklikler, askeri eğitimin dahi farklılaşması bu gücü yıprattı, koordinasyonunu azalttı. ama yine malum, akp iktidarı suriye’de de, libya’da da doğrudan tsk ile değil, suriye’de savaşmış tekfirci güçlerle hareket ediyor. bunun bir başka avantajı daha var, ülkeye gelen cenaze sayısı azalıyor, böylece tepkiler hafifliyor. libya müdahalesi, akp’nin ihvancı ortaklarını güçlendirecek ve iç siyasette fetih fikrine dayanan bir prestij sağlayacak ama halkın sırtına büyük bir ekonomik külfet yükleyecek. buna karşı ses çıkması gerekirdi çünkü her şey bir yana, güvenlik bahanesinin söz konusu olmadığı bir alan üzerinde bu tartışmayı yürütmek çok daha kolay ve verimli olurdu.
kasım süleymani, haşdi şabi başkan yardımcısı ebu mehdi el mühendis, hasan nasrallah’ın yardımcısı naim kasım ve haşdi şabi protokol sorumlusu muhammed rıza cabiri’nin bulunduğu bir konvoyun abd güçleri tarafından vurulmasının türkiye’deki yansımaları, en az libya tezkeresi karşısındaki suskunluk kadar dikkat çekiciydi.
üzülme/sevinme ikileminin siyasi bir tutum olmadığını bir kere daha hatırlatayım, siyasi meselelerin bu ikilemde ele alınması bence apolitikleşmenin işaretlerinden biri. diğer yandan, "ortadoğu karışacak" cümlesi ve muadillerini analiz olarak sunmanın ancak mizah kapsamında anlamlı olacağını düşünüyorum. iranlılar abluka, ıraklılar işgal sebebiyle abd’den çok çekti, trump’ın üstlendiği ve savunduğu bu cinayetin bu iki ülkede de tepki toplamaması imkânsız. nitekim bağdat’taki cenaze töreni kalabalıktı, diğer törenlerin de öyle olacağına şüphe yok çünkü bu törenler abd’ye olan nefretin ifadesi. ama iki ülkede, sokaklarda yakın geçmişte söylenenleri göz önüne alınca, tüm vatandaşların ölenleri rahmetle anmayacağını görebiliriz.
zaten dünyayı, siyaseti, tarihi ortadoğu da denilen batı asya’daki direniş ekseni ve abd arasındaki gerilimle açıklamak mümkün değil, bu her şeyden önce halkların –o sokaklara da yansıyan- siyasi iradesini, siyasi faaliyetlerini yok sayan bir bakış açısı çünkü emperyalizm karşıtlığı da dahil olmak üzere siyaset, devletlerarası ilişkilerden ibaret değil. ayrıca, siyaset yapmak için kahramanlar aramanın sakıncaları bir yana, bulunan kahramanların kimliği de önemli. süleymani, en nihayetinde bir devlet görevlisi, üstelik de, sosyal devlet olma özelliğini dahi kaybetmiş, en hafif terimle otoriter bir rejimi sürdüren bir devletin görevlisi, bir halk ordusunun komutanı değil! ancak israil’in tehdit saydığı isimlerden biri olduğunu unutmamalı, duygulanmak üzere değil, gelişmeleri anlamak için.
ama şunu da hatırlamadan edemiyorum. iran türkiyeli islamcıların ilk yurdudur. hatırlayanlar vardır, 1990’lı yıllarda iran filmleri evlerde izlenir, çocuklara sevra ya da sevranur adı konurdu, humeyni’nin devrimi kastedilerek. o çocuklara o adı veren ebeveynlerinin, o çevrelerin bugün o devrimin kurucularından birinin ölümüne, katline sevinmesi islamcı akımların, bildiğimiz, gayet dünyevi siyasetle muazzam iç içeliğini gösteriyor.
bu saldırının sonuçları ne olabilir? hemen hatırlatayım, trump’ın seçime hazırlık yöntemleri biz türkiyeliler için gayet tanıdık ve bu saldırının abd seçimlerinin yaklaşmasıyla ilgisi var; tek sebep bu olmasa da. diğer yandan trump’ın, bölgeden fiziki olarak çekilme eğiliminde olduğunu biliyoruz. abd’nin iki dünya savaşı’ndan görece az hasarla çıkmış olmasında coğrafi konumunun rolü büyük. bölgede fiziksel varlığı, bu saldırı öncesi ve sonrasında da görüldüğü gibi, bu üstünlüğünü zedeliyor, ayrıca daha önce trump’ın vurguladığı gibi çok maliyetli. iran intikam bayrağını astı, bağdat’ta abd elçiliğinin yakınına ve haşd şabi yöneticilerinin bulunduğu bir başka araca saldırı olduğu bilgisi var. yani gerilim tırmanıyor. bu geçici de olabilir kalıcı da, abd güçlerini geri çekip varlığını vekiller aracılığıyla sürdürebilir.
işin bizi ilgilendiren kısmı şu; bu vekil türkiye olabilir mi? bu ihtimal bir yana, bölgedeki yeni durumun türkiye açısından önemli sonuçları olacak. öncelikle, rusya ve abd arasında salınım politikasının, bu sertleşmiş ortamda devam ettirilmesi güç görünüyor. iç siyasette gerileyen, ekonomide sıkışmış akp, kolayca yönlendirilebilir, iyi bir vekil/müttefik olabilir, değil mi? bütün bunlar suriye’yi, türkiye’nin suriye ve kürtlerle olan ilişkilerini nasıl etkiler?
bunları konuşmak için henüz erken olabilir ama bu ihtimaller üzerine düşünmek bana, her biri ayrı ayrı –farklı- halkların düşmanı olan "kahramanlar" üzerine fikir yürütmekten daha gerçekçi geliyor.