ayşe düzkan
ortodoksu camiye götüren ortam
türkiye’de basının itibarını ve güvenilirliğini kaybetmesinin pek çok sonucu var. bunlardan biri de haber arayışı içinde olan okurun çeşitli medya kuruluşları tarafından, terim yerindeyse suistimal edilmesi. muhalif türkiyeliler, iktidarla ilgili bazı gerçekleri yazan her mecrayı dikkate alıyor, böylece başka ülkelerin yarı resmi haber ajansları, yayın organları muhalif basın muamelesi görüyor. ırak’ta, kasım süleymani’yi hedef alan suikastın ardından bu mecralar, söz konusu devletlerin propaganda açıklamalarını haber gibi paylaşıyor, bunlar maalesef türkiye’de de haber muamelesi görüyor.
abd’nin kasım süleymani’yi -ve büyük bir ihtimalle mehdi el mühendis’i de- hedef alan saldırısının esas olarak iç siyasete yönelik olduğu, konuyla ilgili hemen herkesin kabul ettiği bir şey. böyle bir hamleden sonra tarafların birbirini tehdit etmesi, birbirini terörist ilan etmesi, türlü çeşitli jestler normal. bunlar esasen yine iç kamuoyuna –ve iran açısından başka ülkelerdeki taraftarlarına- yönelik hamleler. şunca yıllık ortadoğu deneyimimiz bize, savaşın çıkması icap ettiğinde çıktığını, çıkması gerekmiyorsa, öldür allah çıkmadığını göstermiş olmalı. ayrıca son günlerin en anlamlı jesti –en azından Türkiyeliler açısından- bu karşılıklı kılıç çekmeler değil, putin’in emevi camii ziyareti. bir ortodoks tabii ki bir camiye girebilir ama takdir edersiniz bu ziyaret bütünüyle siyasi, allah affetsin.
önceki yazımda da söyledim, trump aylar önce ortadoğu’dan çekilmek istediğini açıklamıştı. abd’nin çekilme kararı alması, ancak bunun yalanlanması da kamuoyunu buna hazırlamak ama iran’ın tehditleri üzerine çekilmiş olmamak olarak okunabilir. yalanlamalar, aynı açıklamanın arapça ve ingilizcesinin birbirini tutmaması, ırak parlamentosunun kararı vb. arasında, en azından ırak’tan çekilme ihtimali hâlâ var. iran’ın, süleymani suikastı öncesindeki abd hedeflerini vurma cüreti, abd’nin bölgeden çekilme niyetini ve doğrudan savaşa girmekten çekineceğini hesaba katarak atılmış adımlar. keşke böyle olmasa ama abd’nin hâlâ çok güçlü olduğunu hatırlatmak isterim.
intihar saldırısı seçeneği, abd’nin kendi topraklarında dahi emniyette olmamasını sağlar ama bu türden saldırıların etkileri hem sınırlı hem de sivillere zarar vermesi ihtimali yüksek. ama abd’nin bölgeden fiziki olarak çekilmesi etki alanının daralacağı anlamına gelmiyor. ortaklar, vekiller ne güne duruyor. bu noktada en önemli aday, vazgeçilmez ortak israil tabii. ama netanyahu’nun bu dönemde biraz daha tedbirli davrandığını görüyoruz. kudüs’ün israil’in başkenti olarak kabul edilmesi, birçok ab ülkesinin ve obama’nın desteklediği iki devletli çözümün dahi gündemden neredeyse düşmesi, israil’in yasadışı yerleşimlerle toprak ilhakının yasal sayılması (filistin solunun filistinlilerin ve yahudilerin birlikte yaşayacağı, laik, demokratik tek filistin devletini savunduğunu hatırlatayım) gibi başarıların ardından, iran ve hizbullah’la çatışma ihtimaline sıcak bakmaması anlaşılır.
lübnan, suriye, iran, ırak, kitlelerin yakın geçmişte ve hâlâ haklı taleplerle sokakta olduğu ülkeler. iran-abd geriliminin bu haklı talepleri ve kalkışmaları gölgelememesi, en azından bölgedeki sol muhalefete unutturmaması gerekir. ayrıca bu talepleri ortaya çıkartan koşullarda bir savaşın nasıl bir felaket olacağı da ortada. o yüzden, şimdilik daha çok kuzey amerika’da duyulsa da, "savaşa hayır!" sloganı her yerde anlamlı. bunu da not ettikten sonra şu soruyu sormak istiyorum. bu yeni dönemin türkiye açısından nasıl sonuçları olabilir?
türkiye, libya’da, suriyeli tekfirciler eliyle yürüttüğü, ihvan yanlısı macerada umduğunu bulamayacak gibi görünüyor. suriye’de de işler umulduğu gibi gitmiyor. iktidarın geçmişte hem kitle desteğine hem de baskıya dayanan gücü bugün tek ayakla, sadece baskıyla yürüyor. ve en önemlisi, iran-abd gerilimi hangi boyutta sürerse sürsün, türkiye’nin "oynak merkez" siyasetini yürütmesi zor. bütün bunlar, muhalefete –başta barış çağrısı olmak üzere- birçok görev ve altın değerinde imkânlar sunuyor. öte yandan, kürt hareketi uzun zamandır, türkiye’nin iç dinamiklerinden biri olmanın ötesine geçti. ve ama hâlâ dışsal bir parametre değil. türkiye açısından daha önce ağırlıklı olarak demokratik haklarla ilgili bir konuyken artık haritalarla ilgili bir mesele. ve haritalar, sadece mücadeleyle değil, farklı güçlerle yapılacak ittifaklarla değişir. diğer yandan, yakın tarihte, ulusal birlik meselesinin kürtler arasında hiç bu kadar çok konuşulduğu bir dönem olmadı. çünkü ulusal birlik, ideolojik ortaklıklardan çok ortak çıkarlar etrafında şekillenir ve koşullar tarafından belirlenir. bugünün koşulları bunu her zamankinden daha fazla gerektiriyor.
yeni gelişmeleri bütün bunlar ışığında okumaya çalışmak bana daha gerçekçi görünüyor.