Oyunu bozmak

Bütün sağcı, şoven kesimlerin aynı oyunda birleşip, farklı oynuyormuş gibi yaptıkları yerde, Tatar Ramazan olup “ben bu oyunu bozarım” demek ve “hesaplaşacağız” diyenlerin kırmızı kazağını giymek hiç de kötü bir fikir değil bence.

Roman ve öykü yazarı Danilo Kiš, “Milliyetçiliğin hiçbir evrensel değeri, estetiği ya da ahlakı yoktur” der. Depremle birlikte bir kez daha gördük ki milliyetçilik patentini elinde tutan siyaset temsilcileri her defasında bunu tüm toplumun gözüne sokmaktan geri durmuyorlar.

Evrensel değerleri, ahlakı ve estetiği olanlar ise bu kötülüğe karşı ellerinde, avuçlarında ne varsa halkla birlikte paylaşıp, halkla birlikte yaraları sarmak, acıyı hafifletmek için koşturuyorlar. Hayatı birlikte kurmanın, gerçek bir toplum olmanın, insan onurunu, haysiyetini yukarı kaldırmanın tek yolu bu çünkü.

İnsan onurunu koruma mücadelesi aynı zamanda doğayı, börtü böceği ve evrensel değerleri hayatın kendisi yapma, insan kalma mücadelesidir. Şairin “kararmasın yeter ki sol memenin altındaki cevahir” seslenişine tekabül eder biraz da bu. Ve bu yüzden ne olursa, ne yaşanırsa yaşansın hedefe ilk onlar konur.

Devletin keskin ve sivri ucunun, kötülüklerin karşısında duran kesimlere dönük olması boşuna değildir. Karnı deşilecek, başı kesilecek, kolu kanadı kırılacaklar listesinin en başına “tehdit” olarak oturtulanların isimleri, devlet kancasında hep asılı durur bu yüzden.

İktidarın kendisine benzeştirdiklerini yanına alıp, benzeştiremediklerini linçe çıkması, milliyetçiliğin en pespaye “yasal” tutumudur diyebiliriz özetle ki öyle de oldu. Kızılay Başkanı Kerem Kınık’ın “yasal” gördüğünü, toplum meşru kabul etmedi ve elbette buna iktidarın verdiği cevap, kelepçe, cop, gözaltı oldu.

“Varlığını” devlete kurban sunan bir toplum yaratma ideolojisine adayanlar, kan kusturmanın her türlü yolunu bulmakta da pek mahirler gerçekten.

Kızılay Başkanı Kerem Kınık’ın çadırların ve temel yiyecek maddelerinin para karşılığında satılmasını “ahlaki, akılcı ve yasal” bulduğunu ilan etmesi ile ahlaksızlık, vicdansızlık ve insanlık dışı olduğunu söyleyenlerin arasındaki ayrım, Danilo Kiš’ in altını çizdiği şeyin en somut halidir.

Kızılay, “evrensel değerleri, ahlakı ve estetiği” ayaklar altına almıştır. K. Kınık’ın yapılan satışa “insani” diyememiş olması da bu nedenledir. “Yasal” demeyi seçmiştir Kınık kurnazca.

Eğer “insani” olduğunu söyleseydi bütün savunması çökecek, meşru olmadığı konuşulacak ve oturduğu koltuğun milliyetçi zemini sarsılacaktı. Bunun yerine “yasal” vurgusuyla iktidarın şoven kapitalist siyasetine rücu etti.

Tüm toplumu kurdukları faşizmin parçası haline getirmek için her felaketi “fırsat” olarak gören veya fırsat için felaket örgütleyen (bkz Ankara Gar katliamı) iktidar, elbette bu felaketi de kullanmaktan bir adım dahi geri durmayacağını bir kez daha göstermiş oldu. (bkz 15 Temmuz darbe girişimi)

Dün enkazın altındaydık ve birkaç günde tüm ölülerimiz, canlarımız “moloz” olarak kayda geçirilip, kepçelerin, dozerlerin altına itildi işte.

“Reis” yarattığı yağma ve talan felaketinin sonuçlarının hızla göz önünden kaldırılmasını ve inşaatların hızla yükselmesini istiyordu belli ki. Ölülerin üstüne kurulacak inşaatlarla övüneceği o anın bir an önce açılışını yapmakta sabırsızlanıyor olmalı. Aşkla bağlı kalkınmaya!

Makinaların homurtusu yükseldikçe, ahlar, çığlıklar yok olacak ve kendisine el çırpanların şakşakları kulaklarında yankılanacak diye düşünüyor belli ki… Biliyorsunuz “yaratılanı yaratandan dolayı sever” kendisi!

Halk kavramını önce millet, sonra tebaa anlayışına devşirenlerin, mitinglerde seçmenin kafasına çay, deprem bölgesinde çocuklara para dağıtması ve tebaası saydığı insanlara “gönlü zengin” tebessümler lütfetmesi ne kadar da anlamlı değil mi?

KENDİ SÜRPRİZİMİZİ YARATMAK

Hitler’in canına rahmet diyen bir ruhsal şekilleniş bu.

27 Şubat 1933 yılında Alman parlamento binasının kundaklanması (Reichstag yangını) ile başlayan ve Hitler’in bunu bir fırsata dönüştürüp, “artık kimseye merhamet etmek yok” diyerek bütün temel hakları bir günde gasp etmesi ve ülkeye el koyuşunun tarihsel hikayesi ile AKP iktidarının her felaketi ülkeye el koyma operasyonuna dönüştürmesi arasındaki bağdır o rahmet çekiş. “Not ettik” diyen tehdidin tonlamasında bulmak mümkün bunu.

Sıranın asla kendisine gelmeyeceğini düşünen ve “yapamazlar abartıyorsunuz” ahmaklığını Nazilere altın tepside sunanlar da az değildi 1930’lar Almanya’sında elbette. Tıpkı AKP iktidarının her takiyyesine bir kılıf uydurup, her itirazı “darbeci mantık” diyerek, asıl darbeyi planlayan siyasi iktidarın dibine düşülmesi gibi.

“Kuraldışı” davranmasına “tabuları yıkıyor” diye havalara zıplayanlar, şimdi bin pişman elbette ama artık çok geç maalesef. Hiçbir kural, hukuk, yasa tanımayan Tek Adam rejiminin yolu işte bu “kuraldışı” lığı alkışlayanların sayesinde döşendi. Toplumun çaresizlikten teşne olduğu bu halin sonuçları ise istibdat rejimini doğurdu. Böylece, “Gergedanlar” oyununa atıfla söylersek, “boynuzlu”lar hayatımızın her alanında hegemonya kurdular.

Boynuzlu olmaktan kurtulmanın tek yolu var; Birbirimize daha çok güvenmek, hakikatin etrafında çoğalmak, gücümüzü egolara, küçük hesaplara, vasatlığa sıkıştırmaya çalışanlara karşı uyanık kılmak.

Ve,

Tebaa değil halk olduğumuzu kanıtlamanın tek yolu, hayatlarımızı yobazlığa ve vasatlığa mahkûm etmeye ve son darbeyi vurmaya hazırlananlara karşı, kendi sürprizimizi yaratmak.

Bütün sağcı, şoven kesimlerin aynı oyunda birleşip, farklı oynuyormuş gibi yaptıkları yerde, Tatar Ramazan olup “ben bu oyunu bozarım” demek ve “hesaplaşacağız” diyenlerin kırmızı kazağını giymek hiç de kötü bir fikir değil bence.

Gücü elinde bulunduranların oyununu oynamak zorunda olmadığımızın farkına vardığımızda, oyunu kuranlar için hazin bir son kapıda demektir.

Neden olmasın?


Akın Olgun: Siyasi nedenlerle 7 yıl tutuklu kaldı. 2002’de İngiltere’ye yerleşti. 2009-2015 yıllarında BirGün gazetesinde haftalık yazılar kaleme aldı. Gazete ve haber portalları aracılığıyla düzenli olarak okurlarıyla buluştu. Adları Saklıdır, Ecel Öyküleri, Karanfil Mevsimi, Kül Sesleri ve El Alem adlı kitapları kaleme aldı. Olgun’un “Sokaksızlar” (White) ve “İnat” “Farewell” (Veda) adlı öyküleri kısa metraj olarak beyaz perdeye aktarıldı ve senaryosunu yazdığı Fısıltılar (Whispers) adlı kısa metraj filmi Feel The Reel Uluslararası Film Festivali’nden üç dalda ödüle layık görüldü.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Akın Olgun Arşivi