Murad Mıhçı
Özgürlük mü? O da Ne?
"Daha fazla farkında olmamız gereken şu ki özgürlüğün kendiliğinden bir koruyucusu yok."
MICHAEL DIXON
Özgürlük nasıl bir şey hatırlayan var mı? Geçmişte de çok fazla bu coğrafyada yoktu ama kabul edelim ki özellikle son 12 senedir geçmişi bile arar olduk. Bizi yönetenleri eleştirmek dışında üzerimize düşeni yapmıyoruz. Bu yüzden bizlerin de özgürlüklerin yok olmasında payımız yok diyemeyiz.
Önce basın, siyasiler ve gerçeği savunanlar susturuldu. Buna "Ya onlar da bazen abartıyordu." diyenler çoktu. Ya da "İyi de, söyledikleri benim siyasi görüşlerime pek uymuyordu." dedik ve kendi kendimize duruma bir kılıf bulup yine sustuk…
Memlekette Facebook paylaşımları yüzünden, ki bunların çoğunluğu sadece barış talebi üzerineydi, yüzlerce kişi tutuklandı. Herkes korku belasına neredeyse hesaplarını kapatmaya ya da gerçek adları dışında fake hesaplar kullanmaya başladı. Adımızla sosyal medyayı özgürce kullanma hakkımız dahi elimizden alındı. Bugün ise bugünleri bile aratacak yeni bir medya yasasını Meclis’e sunmaya hazırlanılıyor. Sırf o günlerde birlikte ses vermediğimiz, bir tepki göstermediğimiz için bugün daha da üst bir seviyede yasakçı yasaların yolda olduğu konuşuluyor.
Ana dil konusu olunca akla ilk Kürtler geldi. E zaten Kürt kafamızda ayrılıkçı olarak kodlanmış durumdaydı. Daha doğrusu iktidarlar bugüne kadar böyle algılanması için ellerinden geleni yaptılar. Kürtçeye karışılması benim anadilime Boşnakçamı, Adigecemi, Lazcamı, Pomakça veveve….. yok saymaktır. Anadil hakkı adına ne kadar tepki verebildik.
Ana diller arasında bir hiyerarşi yarattılar. Yerel diller kabul edilmezken, coğrafyamızın dışındaki dillere kucak açıldı. İstanbul Beyoğlu’nda sokak müziği tadında Kürtçe müzik yapılması bile mesele oldu. Burada "Bree, o zaman başka yabancı dillerden Türkçe ’ye eklenmiş kelimeleri de kaldıralım!" kafasına yavaş yavaş gelir gibi olduk. Mecliste yerel ana diller halen "X" yani bilinmeyen dil olarak görülüyor. Buna kaçımız tepki gösterebildik.
Seçilmiş Belediye başkanlarına Kayyum atandı. O kayyum atanan yerler bizim yaşadığımız yerlere uzaktı. Bunu çok önemsemedik. "Batıda böyle şeyler olmaz."dedik. Dedik demesine de ülkenin en köklü üniversitelerine benzer Kayyumlar da atandı. Aslında çocuklarımızın geleceğine kayyum atandı. Bu işler bizlerin uzağında olurken "Radikal insanlar itiraz ediyor." diyerek kendimizi uyuttuk. Sonra birden ne görelim? Yılların hocalarının hiç bitmek bilmeyen bir azimle karanlığı aydınlatmaya çalıştıklarını gördük.
Atanan kayyum temsilcileri, çocuklarımızı, kardeşlerimizi ve onların hocalarını da okuldan uzaklaştırmaya başladılar. Hiç akademik birikimi olmayan, ne kadar dindar oldukları tartışılır ama görüntüde böyle imaj çizen niteliksiz kişilerin idaresinde eğitim yapılmaya başlandı. Bugünlerde İstanbul ve Ankara Belediyeleri’ne dahi kayyum atanmasından endişe etmiyor muyuz? Bunun sebebinin ilk kayyum atanan yere itiraz etmememiz olduğu hiç aklımıza geldi mi?
Ülkenin her yerinde İmam Hatip Liseleri, Fen ve Anadolu Liselerinden daha fazla açılmaya başladı. Eskiden İmam Hatip okullarına uygulanan durumu hatalı görürdük. Fakat şimdi durum tam tersine dönüştü. KADIKÖY ilçesinde dahi sınavla girilen Fen ve Anadolu Liselerinden daha fazla İmam Hatip Liseleri var. "Acaba bu liselere bu kadar ihtiyaç var mıydı?" diye sormaya dahi korkar olduk. Yozgat’ta, Kayseri’de, Konya’da ya da Urfa’da bunlar özellikle belli cemaatlerin elinde açılırken bizim mahalleye uğramayacağını farz ederek görmezden gelmiştik. Yurtların ise durumunun daha da içler acısı olduğu sanırım malumunuz.
Ekonomi bozulunca işten çıkarmalar başladığında "Bizim konumumuz iyi, dokunmazlar." dediğimiz günler geçti. Artık çalışan ya da orta ölçekli firma sahibi olan herkes kendini topun ağzında hissetmiyor mu?
Bana göre bugüne gelinmesindeki en büyük sebep kendi mahallemize dokunmayacağını düşünmemiz oldu. Yine keyfimize baktık, başka mahalleleri görmeyerek bugün başımıza gelenleri yok saydık.
Politika yapan arkadaşlarımıza "Ya bunlar da amma abartıyor!" dedik. Onların yanından uzaklaşarak kendimizi koruruz sandık. Sorunları başkasının çözeceğini düşündük. Hatalı gördüğümüz konular hakkında ne kadar kendimizi sorunların çözüm merkezinde gördük. Daha dün kocaman cümlelerle memlekette olanları eleştiren arkadaşların ellerini taşın altına koymaktan kaçan sözleri dinlemeye devam ettiğini gördüm. Peki bu itirazlar nasıl çözülecek demek dahi içimden gelmedi.
Adalet açısından AİHM kararlarını dahi tanınmadığı günleri yaşıyoruz. Geçmişte hakkı olan adil yargılanma için Sayın Erdoğan 3 kere başvurmuştu. Adalet herkese bir gün lazım olacağının en iyi özeti.
Bazılarımız yaşananlardan kaçmak için Bodrum’a, Marmaris’e, Urla’ya göç etti. Kurtarılmış bölgelere bir süre daha saklı kalma şansımız olduğunu düşündük. Seküler yerlerde huzur buluruz sandık. Bir baktık ki ilk bu yerler talan edilmeye başladı. Rant yeri olarak gördükleri doğamızı,sularımızı kurutmaya başladılar. Bu kaçışlarımız da umduğumuz kadar huzur sağlamadı.
Çevremizde İmkânı olanların birçoğu yurt dışı hayalini gerçekleştirdi ve gitti. Beyin göçlerinin artması aslında iktidarın da işine geliyordu. Ama gel gör ki nereye giderseniz gidin, göbek bağınız nereye gömülmüşse siz oralısınız ve kaçamazsınız. (Bunu en iyi biz Ermeniler, az bırakılanlar bilir.) Giden ya da gitmek zorunda kalan birçok dostun sadece bedenlerinin orada yaşamayı sürdürdüğünü, akıllarının ve ruhlarının burada kaldığını yurtdışına gittiğimde birebir şahit oldum.
Bu yaşananların faturasını sadece AK Partililere keserek gerçeğe ulaşamayız. Uzun lafın kısası, hepimiz şapkamızı önümüze koyalım. Bugüne dair öz eleştirimizi yapalım ve bu süreçten sonra çözüme odaklanalım. Ne yapmamız gerektiği üzerine kafa yormalıyız. Susarak ya da çekinerek yaşananlardan kaçacağımızı artık aklımızdan bile geçirmemeliyiz. Sokakta ses veren Trendyol emekçilerinin hakları olanı nasıl aldığını gördük. Umuyorum ki bu emekçiler duruşlarıyla, unutturulan mücadele eksenini bir kez daha bizlere hatırlattı.
Bir de çevremizde çokça iktidar yanlısı partili arkadaşların olduğunu unutmayalım. Bu insanlar ülkemizin gerçeği ve konuşma dilimiz yüzünden kutuplaşma hali daha da derinleşiyor. Tamda bizi ayrıştıran siyasetlerin istediği ortam.
Yazımı okuyan AK Partili arkadaşlar varsa sormak isterim. Bu gidişattan gerçekten memnun musunuz? Kendinizi huzurlu ve güvende hissediyor musunuz? Bu kutuplaşan siyasette şekillenen ülkedeki ayrımcılık esas bölünmüşlüğü oluşturmuyor mu sizce? Bu tarz sorularla konuşma zeminini birey olarak hazırlamalıyız. Mesele seçimler değil. Mesele iktidarın kimin elinde olduğu da değil. Esas olan toplumsal kutuplaşmanın bir fanatiklik boyutuna varması ve üzücü olan da siyasetin, konuşma alanlarının kalmaması. Her kim iktidara gelirse gelsin karşı zihniyetler hiç de az olmayan bir kitle olacak ve biz de uzaydan insan ithal etmeyeceğiz. Çözümün özgürlüklerin artmasıyla sağlayabileceğimizi asla unutmadan tekrarlamalıyız.
Yazımın sonunda geçen hafta 12 göçmenin İpsala’da donarak ölmelerine yer vermek istiyorum. Bu zavallı canların ölümünde her kimler mesul ise işte bu insanlar yüzünden dünyaya huzur gelmiyor. O insanların adını bile bilmiyoruz. Sadece rakam olarak acı üzerinden haber içeriği olacaklar ve sonrasında unutturulacaklar. Yaşanan insanlık utancıdır. İpsala’da bir kez daha insanlık öldü! Biz vicdan sahipleri asla bunu unutmayacak!