Parayla ya da copla ıslah etmek...

Sarı Yelekliler hareketi, öyle solcu, devrimci bir ruh taşımasa da Elysée Sarayı'nın yüzünü ekşitti. Buradaki Saray aslında karşıtlarının zaafı nedeniyle hâlâ ayakta durabiliyor.

Yaklaşık 20-25 ay kadar önce bir halkla ilişkiler ve pazarlama projesi olarak yaratılan Emmanuel Macron, Le Pen'in iktidara gelme olasılığının korkusuyla Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanmıştı. Gençti, dinamikti, liberaldi ayrıca Sosyalist Parti hükümetinde bakanlık, Sosyalist Cumhurbaşkanlığında da danışmanlık yapmıştı.

''Ne sağcıyım ne solcu'' diyordu genç bankacı, sağın ve solun doğum memleketi Fransa'da. Cumhurbaşkanı seçildikten sonra çoğu holding CEO'su ya da şirket tepe yöneticisi olan yakın çalışma arkadaşlarıyla bir Parti kurdu, ilk genel seçimlerde tek başına hükümet kuracak kadar hatta çok daha fazla oy alarak iktidara yerleşti.

Unutmayalım Fransa, 1789, 1871 ya da 1968'in beşiği olduğu kadar 14. Louislerin de diyarı. Aradan iki asırdan fazla zaman geçmiş olmasına rağmen, bugün hâlâ aristokratlık taslayan zibidiler vardır Horozkentte.

Her toplumsal hareketi öncelikle ve esas olarak o toplumun özgün koşulları çerçevesinde incelemek, değerlendirmek gerekir. Neo-liberal globalleşmeye karşı başlayan Dünya Sosyal Forumu'ndan Sarı Yelekliler İsyanı'na kadar Occupy Wall Street, Podemos, Öfkeliler, Arap Baharı, Gezi gibi ayaklanmalar/tecrübeler yaşandı. Bu hareketlerin birçok ortak yanı vardı herhalde ama birçok farklılığı ya da özgünlüğü de çıktı ortaya.

Post-modernizmle başlayan dünyadaki değişim sürecinde, ''Tarih Bitti'', ''İdeolojiler Bitti'' gibi neo-liberal tezler piyasaya sürülürken, son dönemlerde fake news, post-truth, post-news (Yalan Haber, Gerçek Sonrası, Haber Sorası) gibi aksesuarlar da tezgâhlarda ''tüketicilere'' takdim edildi. Yetmedi galiba, şimdi teknoloji sosuna bulanmış robot sanayiinin kurumsal reklam şebekesini meşrulaştırmaya yönelik ''Post-Human''  (İnsan Sonrası) teorileri sökün etti, Batı'nın akademia ve medyasında. Bütün bu çabalar aslında mevcut düzeni korumaya, sağlamlaştırmaya yönelik. Dünya çapında güçlü, sağlam, yaygın, ciddi bir sol muhalefet henüz ve hâlâ vücut bulamamış da olsa, onlar yani egemenler, tedbirlerini alıyor. Çökmemek, hayatta kalmak, kısacası iktidarını sürdürebilmek için elinden geleni yapıyor.

Marksist filozof Etienne Balibar ''şiddetten arındırılmış bir politika'' ve muhalefet üzerinde duruyordu. Ondan önce Pierre Bourdieu, iktidarın ''Sembolik Şiddet''i nasıl kullandığını anlatıyordu.

Vergi salmak ve şiddet kullanmak devletin münhasır yetkilerinden en önemlileri. Devlet, polis ve ordu kurup içeride ya da dışarıda cop, top, kelepçe, tank, tüfek, uçak, bombayla saldırınca, bunun adı emniyet, düzeni sağlamak, kahramanlık, ulusal çıkarlar, milliyetçilik filan oluyor. Aynı eylemi devlet dışı unsurlar, gruplar, örgütler yaptığında, iktidar buna terörizm diyor. 

Meşruiyet de bir devlet için, bir iktidar için konumunu doğrulamak ve sağlamlaştırmak için en önemli kavram. Demokratik olduğu özellikle belirtilen seçimler yapılıyor, bir aday ya da bir parti kazanınca iktidara geçiyor ve meşruiyetini de işte bu oylamadan alıyor. Bizdeki abartılmış versiyonuyla meşruiyet, milli iradenin tezahürü sayesinde var olabiliyor. Hâlâ seçim yapılabilen diktatörlüklerde, iktidar seçimleri mutlaka kazanmak zorundadır, bu nedenle de söz konusu ülkelerde seçimler neredeyse her zaman hileyle doludur. İktidar en önemli dayanağını, belki de mühürünü, üstelik kendisinin en önemli silahını rakibine kaptırmak istemez.

Ne var ki, bir toplumda, yurttaşların önemli bir çoğunluğu, mevcut iktidarın sadece ekonomi politikalarından, çevre, enerji, eğitim ya da sağlık alanındaki uygulamalarından gayrı memnun olmayıp, mevcut rejime/sisteme, yargıya, yasamaya, siyasi partilere, sendikalara, STK'lara kısaca mevcut düzene de karşı çıkmaya başlıyorlarsa, iktidar çaresiz kalır. Bu durumda iktidar, meşruiyetini yavaş yavaş kaybeder. Muhalefetin, örgütlü ya da örgütsüz muhaliflerin küçük çaplı şiddet eylemlerini bahane ederek devlet terörü uygulamaya başlar iktidar. Meşruiyeti kaybetmek, çoğunluğu kaybetmekle özdeşleşir. Yani o zaman da iktidar avucunuzun içinden kayıp gidiyor demektir. İngiliz İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn işte tam da bu nedenle, ''Biz çoğuz, siz azsınız!''ı ana slogan haline getirdi.

Vergi ve şiddet tekeli, somut pratikte devletin münhasır yetkisi olmaktan çıkınca, iktidar şaşırır hatta afallar. Balataları yakmamak, şanzımanı dağıtmamak için askeri, jandarmayı, polisi seferber eder. Hukuku devre dışı bırakır, cezaevlerini doldurur. Kendisini açıkça desteklemeyen ve iktidara biat etmeyen her kişi ve kesimi kriminalize ederek saf dışı bırakmaya çalışır. Bir başka ihtimal daha var: Sözkonusu iktidar gerçekten demokratik ise, yenilgiyi kabul eder, önce taviz verir, o da işe yaramaz ise istifa etmek zorunda kalır.

Bu söylediklerimin çoğu, bir aydır Fransa'da az ya da çok, sert ya da yumuşak biçimlerde gerçekleşiyor. Başka ülkelerde de benzeri durumlar yaşanıyor, yaşandı, yaşanacak.

Bütün devletlerin, bütün sağcı, neo-liberal iktidarların aynı ideolojik yataktan beslendiğini biliyorduk da, Macron'un söylemlerinin gitgide Erdoğanlaşması garibime gitti. Birisi ''Ananı da al git!'' diyor, öteki, daha efendi ve daha medeni olduğu için olsa gerek, ''Karşı kaldırıma geçsem sana hemen iş bulurum'' diyor. Birisi muhaliflerine ''Çapulcu'' diyor, öteki de ''Asalaklar''. Biri habire milletten, milliyetten, milli birlik ve beraberlikten dem vuruyor öteki de ''Hep beraber'', ''Hep birlikte'' sözlerini doladı diline son konuşmasında. Bizimki muhtarlarla pek samimi, Emmanuel de kavramış meseleyi herhalde, ''Halka en yakın yöneticiler belediye başkanlarıdır, bundan böyle onlarla daha sık görüşeceğim'' buyurdular. Fransa'da muhtarlara da belediye başkanı (Maire) denir.

Fransız olanı çaresiz, köşeye sıkıştı, gayrı memnunlara para verdi ama onları ikna edemedi. Bu taraftaki para da vermez, aksine alıyor habire. Ama yalan dolan, işgal, saldırı, gözaltı tutuklama ile idare etmeye çalışıyor.

İsyan kültürünün köklü olduğu Fransa'da yurttaşlık kurumu, birey, kollektif bilinç bugün kendini gösteriyor. Başka ülkelerde bu tayin edici unsurlar eksik.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ragıp Duran Arşivi