Pis Bir Aydır Eylül!

Sonbahar... Dökülen yapraklar... Kırık aşklar... Melankoli... Eylül (Septembre) aslında 7. ay demek, Roma takvimine göre. Çok kötü şeyler oldu oysa ki

Alpay, ''Eylül'de Gel''  der ama, pek matah bir çağrı değildir bu.

Hüzünlü ve romantik gibi görünür ama aslında dramatiktir dokuzuncu ay. Gel dedi, geldik de ne gördük?

Şili'de Pinochet darbe yaptı, kan döktü, Allende elveda dedi hayata. Seçimle sosyalizmi kuracaktı halbuki. ''Beni öldürürlerse...'' cümlesinin geçtiği bir söyleşinin tam metnini okudum geçenlerde, hazin... 

Biz ama hala Victor Jara dinleriz,  parmaklarını kesmiş olsalar da. 

Bir de İnti-İllimani! 

İkiz Kuleleri devirdiler uçaklarla Manhattan'da. Ben ki ilk gördüğümde, o koca gökdelenlerin altında ve arasında ezilip büzülmüş ve hiç sevmemiştim o kenti. Hala da sevmem!

Henüz belli değildi fail. Rahmetli annem, değme siyaset yorumcusuna parmak ısırttıracak bir ABD tahlili yapmıştı o gün: '' Yazık, günah tabi ölenlere... Ama sen 1960'lardan beri Latin Amerika'da, Güney Doğu Asya'da, Orta Doğu'da darbe yap, ülkeleri işgal et, binlerce insanın ölümüne sebep ol...  İşte bütün bu mağdurların, mazlumların çocukları yapmıştır 11 Eylül'ü!''  

Eylül'de geldik Türkiye'ye, ne gördük? Bir yakınımın ''Enver Paşa'' dediği Orgeneral Kenan Evren'in darbesini! ''Bizim çocuklar''  dedi Amerikalı yetkili. Doğru. Onların çocukları.

Yine Eylül, geçtiğimiz Pazartesi. İstanbul'dan uzak olmanın sıkıntısı: Bilgisayar ekranının karşısında Silivri'den gelecek haberi beklemek. Saatlerce.

Bütün saflığımla tahliye bekliyorum. Mevcut yargıya güvendiğimden filan değil. Aklım kilitlenmiş, gönlüm istiyor sadece. Çünkü akıl, ''Tahliye bekleme'' diyor. Dinlemiyorum ama duyuyorum maalesef.

Tahliye sonrasını düşünüyorum. Büyük bir zafer kazanmışız gibi sevinecektik. Oysa ki Cumhuriyetçiler hakkında FETÖ/PKK davası açılması bile garip. Gözaltı ve tutuklama bile anlamsız. Ama öyle gerilettiler ki bizi, haksız-hukuksuz tutuklamanın sona ermesine bile sevineceğiz.

Tahliye sonrasını düşünüyorum. Kadri'yi alır, ekibi toplar, hafta sonu Kasımpaşa maçına koşardık herhalde.

Ahmet'le de yine bir ödül törenine giderdik yurtdışına. Önemli bir gazetecilik projesi üzerine çalışıyordu. Onu sorardım.

Murat'a, bir ihtimal Nedim için yaptıklarını sormazdım ama, gazetenin geleceğini konuşurduk.

Akın'la da Cumhuriyet için gerekli olan yeniden yapılanma-eğitim konusunu tartışacaktık.

Olmadı. Hiç biri olmadı.

Bu sefer olmadı.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ragıp Duran Arşivi