“Pis işler”

Kılıçdaroğlu, “Son 10 günde girişilecek en pis işleri biliyorum” diyerek iktidarı uyardı. Sağduyusunu yitiren iktidarın yardımına koşacak olan şeytanı boşa düşürmek, demokratik bir Cumhuriyet hayali kuran herkesin görevi.

Millet İttifakı Cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu “Son 10 günde girişilecek en pis işleri biliyorum” diyerek iktidarı uyardı ve “sağduyusunu kaybetmiş olanın yardımına şeytan koşarmış” diyerek, şeytani işler peşinde olduklarını da tüm topluma ilan etmiş oldu.

Neyi ne kadar biliyor elbette henüz toplum için net değil ama kulağına farklı kanallardan birçok bilgi aktığı aşikâr.

Erdoğan’ın 2015 seçimlerinde “400 milletvekili verin, bu iş huzur içinde çözülsün” sözünün ne anlama geldiğini, “huzur” ve “çözüm” arasında patlayan bombalardan anlamıştık.

7 Haziran 2015 seçimlerinde ilk defa yenilgiyi tatmıştı AKP ve meclisteki çoğunluğunu kaybetmişti. AKP’ye kaybettiren HDP olmuştu. AKP Hükümet kurdurmama stratejisini hayata geçirmiş ve ardından da seçimleri yenileme sürecine girilmiş ve bunun için 1 Kasım tarihi belirlenmişti. Erdoğan’ın “400 Milletvekili verin huzur içinde çözülsün” sözünün öylesine söylemediğini, elinin altında bir kaos planı olduğu ve bunu adım adım sahaya sürdüğünü öğrenmenin bedeli ise çok ağır olmuştu.

Çözüm süreci rafa kaldırıldı ve hemen ardından canlı bombalar devreye girdi. 20 Temmuz 2015’te ilk saldırı Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde gerçekleşti. Kobane’ye yardım göndermek için toplanan Sosyalist Gençlik Federasyonu üyelerinin basın açıklaması yaptığı sıradaki saldırıda 33 insan hayatını kaybetti. Geride parçalanmış insan bedenleri ve Kobaneli çocuklara göndermek için topladıkları oyuncaklar kaldı. Saldırgan IŞİD üyesiydi.

Tam iki gün sonra, 22 Temmuz’da Ceylanpınar’da iki polisin, evinde kafasından vurularak infaz edildiği haberleri düştü.

Ceylanpınar’da iki polisin öldürülmesini PKK önce üstlendi ve ardından saldırının kendileri tarafından gerçekleştirilmediği açıklamasını yaptı. Eylemi yaptığı iddia edilen gençler, çok sonra mahkeme tarafından serbest bırakıldı ve suçsuz oldukları açığa çıktı.

Çözüm sürecinin iktidar tarafından sona erdirilmesinin ardından Silopi, Cizre, Nusaybin’de özyönetim ilan edilmesiyle başlayan çatışmalar, kent savaşına dönüştü. Tüm dünyanın gözü önünde öz yönetim ilan edilen yerleşim alanları yok edildi. Türkiye, evlerin bodrumlarında diri diri yakılan insanların çığlıklarını dinledi.

Evinin önünde keskin nişancılar tarafından vurulan ve cansız bedeni 7 gün boyunca kaldırımda kalan Taybet İnan’ın, 10 yaşında katledilen Cemile’nin ve çatışmaların ortasında kızını toprağa veremediği için buzdolabında saklamak zorunda kalan annesinin hafızalarımızda kalan ağrısı hala hissediliyor.

Tarihler 10 Ekim’i gösterdiğinde ise Türkiye’deki en kanlı eylemlerinden biri Ankara’nın göbeğinde gerçekleşecekti. “Barış Mitingi” için toplanan binlerce insanın içinde yine bir intihar eylemi gerçekleşecek ve 102 insan hayatını kaybedecekti. Saldırıyı IŞİD üstlenmişti ve tesadüfe bakın ki “400 Milletvekili verin, bu iş huzur içinde çözülsün” diyen Erdoğan’ın sözleri, intihar bombacıları tarafından bir “talimat” gibi algılanmıştı. Öyle işte, şeytani tesadüfler zamanıydı!

Dönemin İçişleri Bakanı Selami Altınok “istifa edecek misiniz?” sorusu üzerine “güvenlik zafiyeti yoktur” diyerek istifayı düşünmediğini belirtmiş, Adalet Bakanı olan Kenan İpek'in alaycı gülümsemesi ise tepkilere yol açmıştı

Sağduyusunu kaybetmiş olan iktidarın yardımına şeytan mı koşmuştu, yoksa iktidarın kendisi miydi şeytan, sorusunun cevabı yaşanılanların içindeydi.

Ve bugün yine bir seçim arifesindeyiz. Günler kaldı seçime ve ülkenin İçişleri Bakanı, seçimleri kaybetme durumunda, bunu bir “darbe” olarak niteleyeceklerini ilan etti.

Hem de ima etme usulü ile değil açık açık söyleyerek çıktı arenaya. Yine tesadüfe bakın ki Uzay ve Teknoloji Festivali’nde, damat Selçuk Bayraktar sahneye çıkıverdi. “Sessiz Devrim” olarak tanımladığı şirketinin başarısını, gemileri karadan yürüten Fatih’e, Ulubatlı Hasan’a ve Ergenekon ’dan çıkışa benzeten milliyetçi demagojik konuşmasıyla, Kılıçdaroğlu’nu hedefe koyup,

ev sahibinin üzerine kapıyı kapattığını zanneden, kendisi dışarıda kalır diyerek kendince ayar verdi. 3 gün sonra Erdoğan, aynı alanda Kılıçdaroğlu’nu “Amerikan mandacısı” ilan edecekti.

Süleyman Soylu ise seçimleri “darbe girişimi” ilan etmesinin ertesinde, Eyüp Sultan’da AKP temsilcileriyle bir araya geldi. “Başınız Ayasofya’nın mineralleri gibi dik olsun dik” derken, zikir esnasında kendinden geçmiş bir mürit gibi tepeden aşağıya titreyen hali ile verdiği gazın etkisini kıstığı gözlerinin aralığından kolaçan ediyordu.

VE DAVUTOĞLU

Kanlı 2015 seçiminin mimarı olduğu Başbakanlık döneminin tecrübesiyle kameralar karşısına geçerek “sakın ha” diye iktidarı açıktan uyaracaktı. Olabileceklerin nasıl planladığını en iyi bilen isim olarak uyarıları elbette ironik ama bir o kadar da dikkate alınması gereken bir deneyimi işaret ediyordu.

Türkiye’nin İkinci Yüzyılı kavgasının sonucunu, iktidar bloğu ile muhalefet bloğunun neyi, ne kadar göze alabileceği belirleyecek diyebiliriz bu yanıyla.

Demokrasinin mi, yoksa seçimlere “darbe” diyen anlayışın mı kazanacağını sadece güçler dengesi belirlemeyecek elbette. Aynı zamanda neye hazır olduğumuz ve olmadığımız gerçeği de belirleyici olacak.

Muhalefette yer alan ittifak partilerinin alacağı tutum, toplumsal tabanlarının kararlılığı ve devlet içi dengelerin rolü elbette tartışmasız şekilde geleceğimizi belirleyecek. En ufak zafiyet, tüm ülkenin geleceğini altüst edebilir. Bu önemli bir risktir ve bizler iktidarın ne tür riskler alabileceğini defalarca deneyimledik ama muhalefeti bu yanıyla hiç deneyimlemedik. Özetle iktidarı bloğunun neler yapabileceğini biliyoruz ama muhalefet bloğu neyi, ne kadar göze alabilir bilmiyoruz.

Bu nedenle topluma demokrasi için risk almanın güveni verilemezse, gözüne far tutulmuş tavşan misali orta yerde kalmak kaçınılmaz olabilir. Elbette iktidarın alacağı ve ülkeyi ve demokrasiyi meşruluk sorunuyla karşı karşıya bırakacağı hamlelerinin sadece ulusal değil, uluslararası ağır sonuçları olacaktır lakin bu sonuçları taşıyabilecek bir ülke yok artık elimizde.

Sağduyusunu yitiren iktidarın yardımına koşacak olan şeytanı boşa düşürmek, Türkiye’nin ikinci yüzyılında çoğulcu, demokratik bir Cumhuriyet hayali kuran herkesin, hepimizin görevi diyebiliriz. Bu bilinci içimizden söküp almalarına izin verirsek, altında kalacağımız depremden hiç birimizin kurtulma şansı olmayacak.

“Birlikte kazanacağız” söyleminin elle tutulur en büyük karşılığı bu bilinci ortaklaştırmamızla olacak.


Akın Olgun: Siyasi nedenlerle 7 yıl tutuklu kaldı. 2002’de İngiltere’ye yerleşti. 2009-2015 yıllarında BirGün gazetesinde haftalık yazılar kaleme aldı. Gazete ve haber portalları aracılığıyla düzenli olarak okurlarıyla buluştu. Adları Saklıdır, Ecel Öyküleri, Karanfil Mevsimi, Kül Sesleri ve El Alem adlı kitapları kaleme aldı. Olgun’un “Sokaksızlar” (White) ve “İnat” “Farewell” (Veda) adlı öyküleri kısa metraj olarak beyaz perdeye aktarıldı ve senaryosunu yazdığı Fısıltılar (Whispers) adlı kısa metraj filmi Feel The Reel Uluslararası Film Festivali’nden üç dalda ödüle layık görüldü.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Akın Olgun Arşivi